Yaşam

Özkök: 40 yıl boyunca karımı çırılçıplak izledim

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, her sabah kendi vücuduna bakarak tanrıya şükrettiğini söyledi.

15 Temmuz 2011 03:00

T24 - Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, her sabah kendi vücuduna bakarak tanrıya şükrettiğini söyledi. Özkök, "Ben asıl büyük hazzı, kadın gövdesini seyrederken alıyorum. 40 yıl boyunca her gece karımı çırılçıplak seyrettim. Bana verdiği en güzel şeylerden biri buydu" dedi. Yeni yazarlara ihtiyaç olduğunu söyleyen Özkök, "Kıskandığım, niye aklıma gelmedi bunlar dediğim müthiş yaratıcı insanlar var. O yüzden görüyorum ki artık yeni bir yazar kuşağına ihtiyaç var" yorumunu yaptı.


Akşam gazetesinden Esin Yüksek Dalay'ın "Yeni yazar kuşağına ihtiyaç var" başlığıyla yayımlanan (15 Temmuz 2011) yazısı şöyle:



Yeni yazar kuşağına ihtiyaç var


''Ben' diye durmazsan yerler adamı. Adı üstünde Kahramanlar...'Türk basının en çok tartışılan kalemi Ertuğrul Özkök, İzmir'de doğup büyüdüğü mahalleyi işte bu sözlerle özetliyor.


Ertuğrul Özkök... Hürriyet'in, 20 yıllık Genel Yayın Yönetmenliği serüvenini sonlandırdıktan sonra, kaleme aldığı yazıları ve söyledikleriyle her daim gündemde... Beykoz Konakları'ndaki evinin yemyeşil ağaçların serinlettiği, rengarenk ortancalarla dolu bahçesindeyiz. Özkök'le iniş-çıkışlarını, tutkularını, hayatı konuştuk yani... Son derece içten son derece samimi. İç dökme gibi sanki...




Arafta yaşıyorum


- Arafta kaldınız mı?


Her şeyimle arafta yaşıyorum. Demokrasi anlayışımda da araftayım, gazetecilik ve hayatı yaşama anlayışımda da. Mesela siyaseti alalım. Bugün yapılanların yüzde 70'ini çok başarılı buluyorum ama katılmadığım öyle bir yüzde 30 var ki, o yapılan yüzde 70'in tamamını götürecek kadar vahim. O zaman neredeyim ben? Arafta oturuyorum. Ahlak anlayışım da öyle. Yaşadığım toplumun ahlak anlayışının büyük bölümüyle mutabıkım ama mutabık olmadığım yanları da var. O zaman ne yapıyorum? Kendime Issız Adam filmindeki gibi mahalle yaratıyor, orada yaşıyorum. Çirkinlikleri görmeden yaşayacağım bir mahalle. Küskünlük falan değil. Sadece rahat etmek istiyorum.



- Biraz da fiziki tehditlerden korunma değil mi?


İnsanların yaşama iklimi, sadece fiziki tehditlerle ilgili değil ki... Fiziki tehditler beni hiçbir zaman korkutmadı. İki defa bombadan kurtuldum. Tesadüfen yaşıyorum bugün. Bana '20 yıl hiç korkmadın mı?' diyorlar. Korktum elbette. Benden önce oturmuş ve katledilmiş bir insanın oturduğu koltukta, 20 yıl boyunca onun hayaletiyle oturdum.



- Hep hissettiniz mi bunu?


Hissetmemek mümkün mü? Yayın yönetmeni olarak günde 150 tane PKK'sından dinci örgütüne kadar tehdit alarak yaşamak. Ailem de böyle yaşadı...



-  Şikayet ettiler mi?


Hayır etmediler. Çünkü biz tevekkülle yaşayan bir aileyiz. Korkmuyoruz, canımı alır giderler yani. Benden önceki insanın aldılar işte. Hayatı çok güzel yaşadım. Bugün ölsem, bugün öldürülsem, Allah'ın huzuruna çıktığımda, 'Allah'ım sana şükrediyorum bana olağanüstü bir hayat verdin. Çok güzel yaşadım. Dünyanın en güzel kadınıyla yaşadım. Dünyanın en güzel yemeklerini yedim, en güzel içkilerini içtim, en güzel müziklerini dinledim. Arkadaşlarım var, istediğimi yazabildim' diye teşekkür ederim.



Ben kimseyi yargılamıyorum


- Yani mutlu ve şükran dolu bir insansınız...


Evet, mutlu bir insanım. Ama karımla aramızda büyük bir tartışma var. Tansu, sosyal demokrat bir aileden geliyor, biraz da komünist; 'Toplumda bu kadar aç, mutsuz insan varken ben olamam.' Ben herhalde bencilim ve kendi 'Issız Adam' mahallemde mutlu yaşayabiliyorum. Bu, öbür insanların acılarını görmediğim, onlara karşı mücadele etmediğim anlamına gelmiyor. Ama yapabileceğim şeyler sınırlı. 



-Yine de büyük bir güç vardı elinizde ama...


O güçle elimden gelen her şeyi yapmaya çalıştım.



-Yanlışlar yaptınız değil mi?


Doğrular da yaptım, yanlışlar da. Hepsi ortada. 'Yanlış yapmam, yapmadım' diyen genel yayın yönetmeni varsa gelsin, söylesin. Önce, 'Peki kardeşim. Yanlış yaptığın bu cümlenden belli, sende bu cümlenin arkasına saklanacak bir karakter varsa, bir yanlışı kabul etmen mümkün değildir' derim.



-Bugün de yanlışları görüyor musunuz?


Şimdi rahat bir yerdeyim. Her gün gazetelere bakıyorum. Güzel bir şeymiş, sorumluluk taşımadan herkesi yargılamak. Samimi olarak kimseyi yargılamıyorum. Ama yanlışları da görüyorum... En büyük cezayı kendi vicdanın veriyor. Onlarla yüzleşiyorsun, başkalarının sormasına gerek yok. Tabii samimiyseniz. Hürriyet'in genel yayın yönetmenliğinden ayrılmadan önce de bu duyguya sahiptim. O yüzden Türkiye'nin en çok özür dileyen genel yayın yönetmeni oldum.



Bana artık parlak bir şey getirin kafamı sarsacak...


-Kimin kalemi sizin için çekici?


İnternette görüyorum, hiçbir gazetede yazmayan, cıvıl cıvıl, parlak 'vaaav' dediğim insanlar var. Kıskandığım, niye aklıma gelmedi bunlar dediğim müthiş yaratıcı insanlar var. O yüzden görüyorum ki artık yeni bir yazar kuşağına ihtiyaç var.



-Köşeler dolu, nasıl gelecekler?


Yazar kuşağı tasfiyesinden bahsediliyor ya... Tasfiye, siyaseten olmaz. Tasfiye, formatları gerileyen insanların yenik düşmesiyle olur. Ben her gün hala yazımı nasıl okutabilirim diye arayışlarla geçiriyorum zamanımın çoğunu. Yazmak, yoksa ne olacak... Çok dahiyane bir fikir değilse bugün fikir, dünyanın en sıradan şeylerinden. Gir twetter'e, günde 3 milyon tane fikir var.



-Müthiş kuşak geliyor değil mi?


Müthiş. Şimdi siyasi analizlere bakıyorum, yemin ediyorum şu Türk basınında gördüğüm birbirinin aynı. Nedir? AKP'nin yaptığı iyidir, CHP'nin yaptığı kötüdür. Eee, bunu yazmak için dahi olmak gerekmiyor ki. Bana parlak bir şey getirin artık, kafamı sarssın, 'Vaaav' dedirtsin.



- 'Türk basının akil adamı' sözünü kabul ediyor musunuz?


Hayır etmiyorum. Yani akil adam lafını sevmem. Ben akil değilim çünkü. Ben aklı başında bir adam değilim. Aklı başında adam olsam bu lafları çıkarır mıyım? Ben de oturur herkes gibi yazarım, dümdüz; 'CHP'nin yaptığı kötüdür, AKP'nin yaptığı doğrudur ama Başbakan da tükürecekler dememeliydi' diye. Bunları her gazeteden, en yukarıdan ofis boya kadar her gün yazacak ben sana dünya kadar insan gösteririm.



Kadın için ipe giderim


- 'Kadın çağırınca gidilir' diyorsunuz...


Evet benim için böyle. Üstelik buna zaaf da demiyorum. Böyleyim, Allah böyle yaratmış. Kadın ne zaman çağırsa gidiyorum ben. Çok güzel bir şey. Yani Saddam'ın damatlarını çağırdılar, idam ettiler. Daha ne olacak? İki damat kaçmışlar, oturuyorlardı Ürdün'de. Saddam'ın kızları 'Gel bir şey olmayacak' dediler, adamlar gitti ve asıldı. Beni de çağırsalar ben de gidip asılırdım yani...



Dağınık yatak mutluluk demek


- 'Hakikatin kendisi değil kurgusu beni cezbediyor. O yüzden hayatımdaki hakikatlerin kurgusunu, becerikli bir montajcı gibi hep kendim yaptım' diyorsunuz...


Açık söyleyeyim. Ben hakikatleri sevmeyen bir insanım. Haber atladığım gün rakip gazeteleri okumazdım, ertesi günü kaybetmeyeyim diye. Ben hep o 'an'la ve ertesi günle yaşamak isteyen bir insanım. Issız Adam mahallemde yaşıyorum dedim ya... Bunun anlamı şu: Kendimi rahat hissettiğim bir ortamda yaşamak istiyorum.



- O, 'Issız adam' mahallesinde neler sizi mutlu ediyor?


Önce sabah kahvem. Sabah kahvemi, dağınık bir yatağın önünde içmek istiyorum. Bu ne demektir biliyor musun, mutlu bir yataktan kalkmak demektir.


Tek kişilik tarikat dediğim hayat


- Yatağı dağıtan şey nedir?


Elbette bir kadın olabilir. Güzel bir film olabilir, güzel bir kadeh şarabı tek başıma içmiş olabilirim ama yatağım dağınık olmalı. En mutsuz kalktığım anlar, sabah kalktığımda yatağımın ütülenmiş gibi dümdüz olduğu anlardır. Metaforik anlamda söylüyorum tabii. Yatağın dağınık olması gerekir. Ne demek bu dersen şu: Yatakta hayatın izlerinin olması gerek. Bir kadının izleri, kokusu, ıslaklığı... Tabii benimkilerin de olması gerek. Ben hayata böyle bir coşkuyla başlıyorum, tek kişilik tarikat dediğim hayat.. Oraya en fazla iki kişi sığıyor.



- Kendinizi nasıl görüyorsunuz?


Rahat, başarmış, kendiyle barışık, müzik dinliyor, istediğini yapabiliyor. Kadınların hoşuna gitmek hoşuma gidiyor. Beğenilmek, takdir edilmek istiyorum. İnsani şeylerden bahsediyorum yani... 'Her sabah çıplak aynaya bakıyorum' diyorum. Buna narsizm de diyebilirsiniz, bir tür Yaradan'a şükretme biçimi de.  Bakmak için gövdenin ille de çok güzel olması gerekmiyor. Şuna inanıyorum; kendi gövdesinden haz almayan bir insan, başkasının gövdesinden de alamaz... Ben asıl büyük hazzı, kadın gövdesini seyrederken alıyorum. 40 yıl boyunca her gece karımı çırılçıplak seyrettim. Bana verdiği en güzel şeylerden biri buydu. Çok güzel bir bedeni var. Ve onu korumak için hayatı boyunca spor yaptı... Ona bu yüzden çok teşekkür ediyorum.



Büyüdüğüm yerde 'Ben' olmak zaruriydi


-Yazarak veya konuşarak tahrik ediyorsunuz...


Ben prodvokatörüm.  En büyük provokasyonum da insanları güzel yaşamaya tahrik etmek. Pazar yazılarına bunun için başladım. Ben tahrik etmeye çalıyorum ama insanlar oluyor mu olmuyor mu bilmiyorum. Bunları anlattığım zaman da başına hep bir 'Ben' kelimesi koymak zorunda kalıyorum. Bana, 'Çok 'Ben' diyorsun' diyorlar. Kendimi anlatıyorsam 'Ben' diye yazacağım.



-Ego...


Hayır, istersen egoizm de buna. Ben asıl 'Biz' diye konuşanları anlamıyorum. Hadi ben kendi adıma konuşuyorum, haddimi biliyorum. 'Siz' kaç kişi adına konuşuyorsunuz? 'Ben' olmanın zaruri oluduğu bir mahallede büyüdüm. Adı üstünde, Kahramanlar Mahallesi. Kahramanlar Mahallesi'nde 'Ben' diye durmazsan yerler adamı...



-Yine aynı mahalleden bir anı o zaman... 10 yaşındayken yaşadığınız bir hezimetten bahsediyorsunuz. Babanız DP'li ve 27 Mayıs ihtilali oluyor. 'Ben iktadarı kaybetmenin ne olduğunu o sabah öğrendim' diyorsunuz...


Doğru, Kahramanlar Mahallesi'ndeki iktidarımı kaybettim. O güne kadar mahallenin kabadayısı bendim, o sabahtan itibaren CHP'li bir ailenin oğlu olan arkadaşım kral oldu. Oysa ben güreşte onu yeniyordum. Ama o sabahtan itibaren güreşmeye cesaret edemedim. Çünkü korktum iktidar o diye... Arkadaşım da Tayyip Erdoğan gibi oldu.



-Yine böyle hissettiğiniz oldu mu?


Olmadı dersem yalandır. İster sev ister sevme, 20 yıl Hürriyet'in başında durdum. Bana hep güç atfettiler. Oysa ben güç denen o şeyi hiç hissetmedim. Ayrıca şöyle bir şey var; hayatım boyunca oy verdiğim parti hiçbir zaman iktidar olmadı. Bunu övünerek mi söylüyorum, hayır. Dövünerek de söylemiyorum. Böyleyim, durum bu.  Benim gibi Türkiye'de milyonlarca insan var.



-Sürekli tartışılma halindesiniz, çok mu marjinalsiniz?


Çünkü tartışılacak yazılar yazıyorum. Bazıları 'Saçmalıyorsun' diyor. Bazıları da 'Marjinal şeyler yazıyorsun' diyor. 'Saçmalama' subjektif bir şey. Sana göre saçma olan, bir başkasına göre saçma olmayabilir. Mesela, çıktım dedim ki 'Mini etekli kızların namaz kılacağı, türbanlı kızların şarap içeceği bir Türkiye hayal ediyorum.' Bazı laik yazarlar bana dümdüz gittiler. Ama gerçek dindarlar ne yaptı biliyor musun? Sad-i Nursi'nin görüşlerini savunan Yeni Asya gazetesi benimle mülakat yaptı ve kelimesine dokunmadan yayımladı. Birinci sayfadan manşetten verdiler, pazar eklerinin kapağı yaptılar. Açıp teşekkür ettim kendilerine. Ben din konusunda marjinal laf etmem. İnsanın inançlarına saygılıyımdır. Gerçek dinci çevreler benim marjinal laf etmediğimi biliyor.



-Ama bu taraf anlamıyor, diyorsunuz...


Hayır o taraf başka bir niyetle saldırıyor bana. Müslümanların gözüne girmek için yapıyorlar. Zannediyor ki ben Müslümanlarla ilgili kötü bir şey söylüyorum. Ben Müslümanlarla ilgili kötü bir şey söylemem, Hıristiyanlar, Yahudilerle ilgili de söylemem. Ben farklı bir insanım. Farklı olmak ille de marjinal olmak değildir. 20 yıl Türkiye'nin en büyük kitle gazetesini yönetmiş insan marjinal olamaz.



'Sonradan gördüm'


-Sonradan görme olduğunuzu da ilan ettiniz...


Evet sonradan gördüm. Çünkü Kahramanlar Mahallesi'nde doğdum. İyi şarabı 40 yaşından sonra içtim. Hayatımda sonradan görme olmadığım iki şey var, aile sıcaklığı ve güzel bir kadın. Karımla çok genç yaşta evlendim ve dolayısıyla güzel kadını erken yaşadım... Bunu söyledim ya, bana hemen saldırı, 'Vay sonradan görme...' Herkes istiyor ki konuştuğumuz dil, herkesin kabullendiği dil olsun. Ben hayatım boyunca herkesin yaptığı işi kabullenmeyerek buraya geldim.