30 Ocak 2011 02:00
T24 - Radikal gazetesi yazarı ve Uğur Mumcu'nun oğlu Özgür Mumcu, 18 yıl önce babasının öldürülmesini, hissettiklerini, yaşadıklarını ve Hrant Dink cinayetini öğrendiğinde düşündüklerini anlattı. Mumcu, hâlâ aydınlatılamayan cinayetle ilgili olarak "Babamın arabasına bombayı koyanlara karşı bir şey hissetmiyorum. Oğuz Demir adlı o kişi bulunamadı, İran’a kaçtığı söylendi. Onların arkasındakilere, bu kararı verenlere karşı büyük bir öfke duyuyorum. Kim oldukları hakkındaki fikrim spekülasyondan öteye gidemiyor hâlâ. İran’da eğitim gördükleri söylenen bir grup, 90’larda Türkiye’ye geliyor, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürüp gidiyorlar. O zaman bu memleketin istihbarat ve emniyetinde ya ciddi bir ihmal ya da bir kasıt var. Anlamak güç" dedi.
Hrant Dink'in öldürüldüğü haberini aldığında, Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünde hissettiği duyguları tekrar yaşadığını söyleyen Mumcu, "Duyar duymaz taksiye atlayıp daha önce hiç gitmediğim Agos’a gittim. Aynı korkunç şeyi tekrar yaşıyormuşum gibi geldi. Çünkü gazetenin içindeydim ve aile üyelerinin teker teker gelişlerini, yüzlerindeki o şaşkınlıkla karışık öfkeyi gördüm. Çok kötü hissettim. Ben hâlâ Arat’a (Hrant Dink’in oğlu) baktığımda tanıdık bir acı görüyorum" dedi.
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın "Uğur Mumcu'nun oğlu özgür olur" başlığıyla yayımlanan (30 Ocak 2011) yazısı şöyle:
Uğur Mumcu'nun oğlu özgür olur
18. ölüm yıldönümünde Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür Mumcu anlatıyor: Babamın arabasının patlatıldığı yere başkası park edince saygısızlık gibi gelirdi. Yolun o tarafından yürümezdim. O evi terk etmek yenilmek olurdu, gitmedik.
Babanın ölüm yıldönümünde Radikal’e yazdığın yazıda, birkaç kez Uğur Mumcu diyorsun fakat hiç babam lafı geçmiyor… Özellikle mi?
Yazıyı okuyan herkes benim onun oğlu olduğumu bilmeyebilir.
Babam Uğur Mumcu denebilir… Daha objektif olsun diye. Okuyan yazının içindeki mesajlarla ilgilensin diye.
Uğur Mumcu’yla ilgili herhangi bir konuda objektif olabilir misin?
Valla yazdığım o yazı son derece objektifti. Ama elbette o yazıda adını geçirdiğim kişilerin babamla ilgili sözleri sana dokunduğundan daha çok dokunuyor bana.
Nasıl bir dokunma bu?
Öyle durumlarda yorgunluk çöküyor bana. Çünkü bir cevap yazmak zorunda hissediyorum. Şunu düşünüyorum: Babam öleli 18 yıl olmuş, şu anda 18 yaşında olan bir çocuk gazete okumaya başladığında kafasındaki Uğur Mumcu algısı ‘demokrasi şehidiydi, yok değildi’ tasnifi üstüne kurulacak. Buna izin veremem diyorum içimden ve cevap yazıyorum. Ama yorgun argın.
Niye yorgun?
Her şeyi tekrar tekrar anlatmak yoruyor. 16 yaşındaydım ben babam öldüğünde. Pardon öldürüldüğünde.
Kötü haber
O gün sana haber nasıl gelmişti?
Ben bir konserdeydim. Bizim gazeteden (Cumhuriyet) Mehmet Açıktan ve Gencay Şaylan’ı gördüm bir anda konser alanında. “Gel bir trafik kazası oldu, eve gidelim” dedi. Evin önüne geldiğimizde arabayı gördüm, anladım hemen tabii. Öyle bir hurdanın içinden bir insanın yaralı çıkması mümkün değil.
Annen neredeydi?
Evde beni bekliyordu, “Ben söylemek istiyorum” dediği için yolda bana söylemediler. Kalabalıktı. Öldü mü diye sorduğumu hatırlıyorum. Öldü dediler. Kime sordum, kim cevapladı fikrim yok. Yaşadığım acı… Eminim babanız kalp krizinden de ölse, patlatılarak da ölse evladın hissedeceği acı aynıdır. Aniden ayrılmanın getirdiği haksızlık duygusu.
Acayip cenaze
O anda İstanbul’da başka bir evde hiç tanımadığı ama çok sevdiği yazarı kaybetmiş aynı yaşlardaki bir doktor cenazeye gidebilmek için Ankara bileti almakla meşguldü. O doktor da benim babamdı ve ilk kez gözlerinin dolduğunu görmüştüm…
Öyle acayip bir cenazeydi biliyorum. O güne kadar görülmemiş bir şey. Ben cenaze arabasının arkasındaydım. Hatırlıyorum bir anda araba bozuldu. Yolda kaldık resmen. Tam da önümüzde yokuş var. Öyle bir kalabalıktı ki, babamın içinde olduğu o koca arabayı 2 kilometre yokuş yukarı ittiler. Mezarlığa kadar. Çok tuhaf bir cenazeydi.
Omuzlarında bir yük hissettin mi, daha iyi bir abi olmalıyım, anneme destek olmalıyım gibi?
Babama yakışır davranmalıyım gibi biraz soyut hislere kapılmışımdır. Şimdi dönüp baktığımda hayatımda somut olarak pek birşeyin değişmediğini görüyorum. Of bir sigara içeyim bari, ne güzel azaltmıştım.
Annen o günden sonra ne kadar değişti?
Öyle bir şey yaşadıktan sonra insanın değişmemesi mümkün değil ama radikal bir karakter değişikliği yaşamadı. Bu, büyük bir acı yaşadığı gerçeğini değiştirmiyor tabii.
Özge veya sen psikolojik destek gördünüz mü?
Görmedik. Bizim evde hep çok insan vardı. Hatta bazen o kadar kalabalık olurdu ki ben aşağıdaki komşuya inerdim.
Komşuya mı?
Evet, çünkü taziye için gelen Demirel, Erbakan gibi siyasetçileri görmek istemiyordum. İlk günleri atlattıktan sonra da babamın arkadaşları bizi hiç yalnız bırakmadı. Konuşabileceğim birileri hep oldu. Kocaman sofralarda yemekler yendi. Kendi içinde bir tür terapiydi o yemekler. Yine de şimdi düşünüyorum da psikolojik destek almamamız pek akıl kârı değilmiş. Ama o zamanlar böyle şeyler pek yaygın değildi, akla gelmemiş olabilir.
Annenler hâlâ nasıl o evde yaşıyor, zor değil mi?
O evi terk etmek yenilmek gibi bir şey. O evi terk edersen sana uygulanan terörü kabul etmişsin demektir.
‘Arabanın yeri’
Camdan bakıp o kaldırımı görmek istememek de insani değil mi?
Camdan bakınca gözükmüyor ama her kapıdan çıkınca yüzleşiyorsun tabii. İlk zamanlar yolun o tarafından yürümezdim ben. Karşı taraftan giderdim mutlaka. Sonra babamın arabasının durduğu yere başka bir araba park edince sinirlenirdim, saygısızlık gibi gelirdi. Yıllar içinde bu duygularla mücadele etme yöntemin değişiyor. Ve anlıyorsun: Dünyanın neresine gidersen git, o kaldırımdan ve o arabadan kaçamazsın. Bunu bileceksin.
O mavi arabaya ne oldu?
Bu mükemmel bir hikâye. Emniyet önce incelemek için aldı. Aradan bir vakit geçti, “Gelin arabanızı alın” dediler. Yerleri yokmuş, mevzuat böyleymiş. Emniyet bırakın cinayeti çözememeyi ayrıca çok da duyarsız örnekte görüldüğü gibi.
Aldınız mı?
-Hayır. “Siz alın arabayı, münasip bir yere koyun” dedik. Böyle davalarda genelde ölenlerin yakınlarıyla dalga geçilir biliyor musun. Size verilen mesaj çok nettir: Bu işin peşini bırakın, bizi uğraştırmayın. Neredeyse “ölenle ölünmez” diyecekler yani.
Uğur Mumcu’nun oğlu olmak zor mu? Hep bir yeterince iyi miyim hissi yaratıyor mu?
Peki öyleyse şunu dinle… Aslında benim adımı Devrim koyacaklarmış. Sonra babam düşünmüş… Ya büyüdüğünde devrimci olmazsa? Oğlanı özgür bırakalım. Böylece adım Özgür olmuş. Bence Uğur Mumcu’nun oğlu olmak demek özgür olmak demek. Ha eğer babana mesafe koymak mı istiyorsun diye soruyorsan, hayır. Eğer öyle isteseydim, bir gazetede yazmazdım.
Şu yazıyı babam okusa beğenirdi gibi metafizik şeylerim de yoktur. Beğenir miydi bilemem çünkü 18 yıldır yok. Ama özel olarak benimle gurur duymayacağı bir şey yapmadım şu ana kadar.
Özlemi bitmiyor
Bazen çok özlüyor musun?
Sen de babasını kaybeden biri olarak biliyorsun ki özleme safhası bitmiyor.
Bu röportaj sırasında bunaldın değil mi?
Evet çünkü alışık değilim. Problem, duygularımı anlatmakta değil, kamusal bir ortamda anlatmakta.
‘Bombayı koyanlara değil emri verenlere öfkeliyim’
Bir aile böyle bir cinayetin aydınlanması için ne kadar uğraşıyor, nelerden feragat ediyor?
Biz yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Önce bir vakıf kuruyorsun, sonra cinayetle ilgili raporlar hazırlatıyorsun. Biz davaya müdahil olduk ve yargılamanın daha ileriye ve derine inmesi için çalıştık. En son da bu 24 Ocak’ta yargılama sürecindeki ihmal ve kasıtlarla ilgili suç duyurusunda bulunduk. Bütün aileler olarak araştırma komisyonu kurulması için uğraştık. CHP Meclis'e bu konuda 4 kez önerge verdi. DTP ve MHP destekledi ama AKP hepsini reddetti. Başka da bir aile ne yapabilir bilmiyorum.
Sence katilleri bulunsaydı, Hrant Dink öldürülür müydü?
Hayır. Muammer Aksoy’unki bulunsaydı da babam ölmezdi. Bir kere cesaret veriyorsunuz katillere.
Öfken yıllar içinde arttı mı?
Babamın arabasına bombayı koyanlara karşı bir şey hissetmiyorum. Oğuz Demir adlı o kişi bulunamadı, İran’a kaçtığı söylendi. Onların arkasındakilere, bu kararı verenlere karşı büyük bir öfke duyuyorum. Kim oldukları hakkındaki fikrim spekülasyondan öteye gidemiyor hâlâ. İran’da eğitim gördükleri söylenen bir grup, 90’larda Türkiye’ye geliyor, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürüp gidiyorlar. O zaman bu memleketin istihbarat ve emniyetinde ya ciddi bir ihmal ya da bir kasıt var. Anlamak güç.
Mehmet Ağar anlattı ya onu, bir tuğla çekersem hepsi çöker, o yüzden çekemem…
Evet o sözlerini yalanlamak için 15-16 yıl bekledi. “Bu işi devlet yapmıştır, isterse devlet çözer” diyen savcılar da gördük. E bunları birleştirdiğiniz zaman devlet içinde bir birimin babamın öldürüleceğinden haberdar olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Sen cinayetin birkaç İslamcının işi olmadığını düşündüğünü söyledin daha önce…
-Evet, yani tetikçiler onlar ama bu iş sadece onlardan ibaretse, bunlar onca sene o kadar kişiyi rahatlıkla öldürmüşse zaten devlet batmış demektir. Hâlâ da batmadığına göre...
Babam yaşasaydı AKP’ye muhalif olurdu
Cumhuriyet’te yazayım, gazeteci olayım diye bir hayalin var mıydı?
-Hiç teklif gelmedi onlardan ama Cumhuriyet’te yazsaydım açıkça gelin beni babamla kıyaslayın demiş olurdum. Ben gazeteci değil, akademisyenim, üniversitede ders veriyorum. Babam ise bence Türkiye’ye gelmiş en iyi gazeteciydi. Günün neredeyse 24 saatini bu işe ayırırdı. Bence hayatta olsaydı Susurluk davasıyla ilgili çok daha fazla şey biliyor olurduk.
Peki ya Ergenekon?
Ergenekon davasındaki sapla samanı ayırma görevi de babama düşerdi çünkü bunları cesaretle yapabilecek bir insandı.
Babanla ilgili ‘Yaşasaydı Ergenekoncuları savunurdu’ denmesinin sebebi Cumhuriyet yazarı olması mı?
Hayır sebep şu: Ergenekon davasında işin kontrgerilla ayağına dokunmak yerine rejim muhaliflerine yoğunlaşılması babamla ilgili böyle bir tahmin yaratıyor. Babamın AKP hükümetine muhalif olma ihtimali çok yüksekti. Eğer yapılan AKP muhaliflerini içeri tıkmaktan öteye gitmiyorsa, evet babamı da içeri atarlardı.
Babanın AKP’ye muhalif olacağını nasıl öngörüyorsun?
İslam’ın siyasete bulaşmasına, siyasetin enformel şekilde tarikatlar tarafından sübvanse edilmesine karşıydı. AKP’ye baktığımızda bir tarikatlar konfederasyonu görüyoruz. AKP’nin tarikatlarla ilişkisindeki maddi ve güç ilişkileri şeffaf değil.
‘Arat Dink’e bakınca utanıyorum’
Seninkine benzer şekilde ailelerini kaybetmiş insanlar olarak Toplumsal Birlik Platformu’nu kurdunuz. Aranızda o günleri konuşuyor musunuz?
Tabii, ayda bir toplantılarımız var. Bu cinayetleri unutturmamak için ne yapabiliriz diye tartışıyoruz. Onun dışında meyhaneye gidip içiyoruz da. Acıyı bal eylemek dedikleri şey bu olsa gerek. İyi hissettiriyor. Yalnız değilim duygusu bu. Bir yandan da kötü hissettiriyor. 27 tane aydınlanmamış feci cinayet.
19 Ocak’ta Agos’un önüne gidiyorsun, 24 Ocak’ta Ankara’daki evine?
Eksik söyledin. 31 Ocak’ta Muammer Aksoy, 1 Şubat’ta Abdi İpekçi… Hepimiz biliyoruz ki bu tür anmaları tek başına yapmak psikolojik açıdan çok zor.
Hrant Dink’in ölüm haberini aldığında neredeydin?
Beşiktaş’ta. Babamın ölüm yıldönümü için İstanbul’a gelmiştim. Duyar duymaz taksiye atlayıp daha önce hiç gitmediğim Agos’a gittim. Aynı korkunç şeyi tekrar yaşıyormuşum gibi geldi. Çünkü gazetenin içindeydim ve aile üyelerinin teker teker gelişlerini, yüzlerindeki o şaşkınlıkla karışık öfkeyi gördüm. Çok kötü hissettim. Ben hâlâ Arat’a (Hrant Dink’in oğlu) baktığımda tanıdık bir acı görüyorum. Bir yandan da utanıyorum. Babası öldürülmüş biri olarak değil, bu ülkenin vatandaşı olarak utanıyorum. 18 yıl sonra Arat Dink de aynı şeyi yaşıyor, bu ülke onun da babasını koruyamadı diye utanıyorum.
© Tüm hakları saklıdır.