Şahin Alpay
(Zaman, 20 Eylü 2012)
Kemalizm'in zincirlerinden kurtulmadan olmaz
Güvenlik güçleriyle PKK arasındaki çatışmalarda ölenlerin sayısı tırmanıyor. Ortam 1990'ları andırıyor. O günlere nazaran bugün ümit veren tek bir önemli fark var: Akan kanın durması için gerek Türkler gerekse Kürtler arasından sesler giderek daha kuvvetle yükseliyor. Peki, bugünkü tırmanış niye?
Taraf'tan Kurtuluş Tayiz, "Barışın Başbakanı'ndan ölüleri sayan Erdoğan'a..." başlıklı yazısında, Erdoğan'ın "son on gün içinde 123, son bir ayda 500" PKK'lı öldürüldüğüne dair sözlerini aktardıktan sonra, sorulması gereken soruyu soruyordu: "Anaların gözyaşını dindireceğiz diyerek yola çıkan bir lider nasıl oldu da üç yıl geçmeden çatışmada öldürülen PKK'lıların sayısını meydanlarda övünerek anlatan birine dönüşebildi?"
Tayiz, bu soruya şu cevabı veriyordu: "Kürt meselesine 'PKK merkezli' çözüm arayışları, AKP hükümetini çözümsüzlüğe sürükledi. Hükümet sorunu PKK ile sınırlı görmeseydi, Kürt reformlarını sürdürüyor olurdu. Ama büyük bir hevesle, kapalı kapılar ardında PKK'yı ikna edip Kürt sorunundan da kurtulabileceğini hesapladı ve yanıldı." (18 Eylül 2012)
Aynı soruya, aynı gün, aynı gazetede cevap veren Yıldıray Oğur, Başbakan'ın Sırrı Sakık'a "Ben elimden geleni yaptım, ancak karşılık bulmadı" dediğini aktardıktan sonra şöyle yazıyordu: "Bugün barış ve çözüm için yapılacak en cesur ve hakkaniyetli şey ne biliyor musunuz? Hiçbir şeyde yüksünmeden şunu söyleyebilmek: Başbakan bu kez haklı." Buradan hareketle bugün Kürt sorununun görmezden gelinmesinden değil, PKK tarafından tırmandırılan şiddet nedeniyle çözümsüzlüğe sürüklendiğini söylüyordu.
Hangisi haklı? İkisi de. Tayiz haklı, çünkü Kürt sorunu çözülmeden, PKK sorunu çözülemez. Kürt sorununu çözmek için de Kemalizm'in zincirlerinden kurtulmak gerekir. Türkiye'de sadece Türkler yaşamıyor; Türkiye milleti bütün etnik kökenlerden Türkiye yurttaşlarından oluşuyor. Anayasanın bunu ilan edip gereklerini yerine getirmesi, bu bağlamda Kürtlerin ortak demokratik taleplerini karşılaması gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti sadece Türklerin değil Türkiye yurttaşlarının devleti olduğunu anayasasına yazmalıdır. (Evet, MHP hariç partilerin bu konuda anlaşma işaretleri vermesi, önemli.) Kürtlere Türkçe yanında anadilde eğitim görme hakkı tanınmalıdır. Başbakan'ın Almanya'da söylediklerini Türkiye'ye uygularsak: Çocuklar kendi ana dillerini öğrenmeden, öteki dilleri doğru dürüst öğrenemez. (Ama iki dili birden kolaylıkla öğrenebilir.) Farklı ölçüde özerkliğe sahip bölge yönetimleri kurulması; Kürtçe'nin bölgesel resmi dil olması Türkiye Cumhuriyeti'ni zayıflatmaz, aksine güçlendirir.
Peki, AKP iktidarı Kürt kimliğinin inkârına son verdi mi? Verdi. Tanınması yönünde adımlar da attı mı? Attı. Ne var ki, bu politikayı kararlılıkla sürdürmedi. Belki kısmi reformlarla, meselenin hallolacağını hesapladı. Bunun ardında, kısmen Kemalizm'in "ulus-devlet" anlayışıyla, kısmen Osmanlı'nın "İslam milleti" anlayışıyla bağlarını koparamamış olması yatıyor olmalı.
Oğur da haklı, çünkü PKK'nın silahlı mücadeleyi, gerektiğinde terörü terk etmemesi de, muhakkak ki, bugün gelinen noktayı açıklayan öteki etken. PKK eğer silah bırakıp, demokratik mücadeleyi seçseydi Türkiye Kürt sorununun çözümünde çok daha hızla ilerleyebilirdi. (Bunda hiç tereddüdüm olmadı.) Bunun için de PKK'nın silah bırakmaya ikna edilmesi; af ilanı gerekirdi. AKP iktidarı bu yönde Oslo görüşmelerini başlattı mı? Evet, başlattı. Ama müzakereyi sonuç almaya yönelik kararlılıkla sürdürdüğü kuşkulu. Bu görüşmeler kaldığı yerden devam etmeli. (CHP bunu baltalamaya çalışıyor. Fırsatçılık mı yapacak, yoksa ülkeye hizmet mi edecek; karar vermeli.)
Öte yandan, evet PKK'nın tek sesle konuştuğu konusunda da ciddi kuşkular var. Öcalan'ın, Karayılan'ın, Kandil'in bir kısmının, Avrupa'dakilerin ayrı telden çaldıkları gözleniyor. Ama şu gerçek değişmiyor: Kürtlerin ortak demokratik talepleri karşılanmadan Kürt sorunu çözülmez, PKK ayaklanmasının sonu gelmez.