Eski milletvekili ve DTP Disiplin Kurulu Başkanı Nurettin Yılmaz, Turgut Özal'ın ülkeyi yönettiği dönemlerde Iraklı Kürtlerle federasyon kurmayı istediğini ileri sürdü. Özal'ın bu konuda Kürtleri ikna ettiğini belirten Yılmaz, "Özal, Talabani ve Barzani'ye birkaç kez federasyon talebinde bulunmuş, onlar da kabul etmişti. Bu, şimdi bir hayal" dedi.
Yılmaz, bu iddialarını Taraf gazetesinde Neşe Düzel'e verdiği (24 Kasım 2008) röportajında dile getirdi. İşte o röportaj:
Siz çok uzun zamandan beri bazen milletvekili, bazen mahkûm olan bir Kürt politikacısı olarak olayların içindesiniz. Bugünkü durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
70 yaşındayım. Cizre’de doğdum. Büyüyünce hâkim olmak istedim. Yaşadığım yerde öyle hukuksuzluk vardı ki, insanların en büyük ihtiyacının hukuk olduğunu düşündüm. Bugün bakıyorum, büyüdüğüm yerlerin ve insanlarımın en büyük ihtiyacı gene hukuk. Kürtlere karşı hukuksuzluk sürüyor. Şöyle bir geriye gidelim. PKK nasıl oluştu?
Nasıl oluştu?
PKK, Diyarbakır cezaevinde yapılan provokasyonun ürünüdür. Diyarbakır zindanlarında öyle zulüm yapıldı ki, sonunda insanlar devlete karşı isyan ettirildiler. Ve 1980’den Abdullah Öcalan’ın yakalandığı 1999 yılına dek bu ülkede bağımsız bir Kürt devleti kurmak istediler. 1999’da ise Öcalan tek taraflı ateşkes ilan etti ve PKK’nin politikasını 180 derece değiştirdi. Bırakın bağımsız Kürt devleti kurmayı, federasyondan bile vazgeçti.
“Demokratik cumhuriyet istiyoruz” dedi ama silahlı mücadeleden de vazgeçmedi. Oysa herkes bilir ki, terör ve şiddet ortamında demokratikleşme yapılamaz. Nitekim PKK’nın her şiddet eyleminde bu ülke biraz daha güvenlik devleti haline geliyor, mevcut özgürlüklerden bile vazgeçiliyor. Demokratik cumhuriyet isteğiyle silahlı mücadele yöntemi birlikte yürüyebilir mi?
Ama bakın... Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ile bir MİT yetkilisinden oluşan üç kişilik heyet İmralı’da Öcalan’ı ziyarete gidiyorlar ve uzlaşmaya varıyorlar. Kürt kimliğini tanımayı kabul edeceklerini söylüyorlar. Öcalan, 1999’da ateşkes talimatını bunun üzerine verdi. Türkiye’deki bütün PKK’lileri Irak’a gönderme kararı verdi. Ama derin devlet sınır dışına çıkarılmasını istemedi. PKK beş yıl silahı tamamen bıraktı. Çünkü kendisine ‘demokratikleşme’ vaat edildi. Ama bu sürede hiçbir adım atılmadı. Lütfen bir düşünelim. Demokratikleşme nedir? Kimliğin kabul edilmesidir. Peki, kimlik nedir?
Nedir?
Kimlik, büyük ölçüde dildir, kültürdür. Kürtlerin varlığı, kimliği bu ülkede hâlâ kabul edilmedi. Kürtçe hâlâ okullarda öğretilmiyor. Kürtçe dilinde eğitim veren okullar açılamıyor. Kürt kimliği kabul edilmeden Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Lübnanlı yazar Amin Maalouf, “bir dile saldırı, kimliği inkâr etmektir” der. Kürtlerin kimliği bizde hâlâ inkâr ediliyor. Kürt sorunu hiç değişmedi, hatta sorun büyüyor. Size anlatayım... Talabani benim çok yakın dostumdu. 1993’teki ateşkesi de o anlattı bana.
Ne anlattı?
Abdullah Öcalan’ın 1993’teki ateşkeste samimi olduğunu anlattı. Ama Bingöl’de 33 erin PKK tarafından öldürülmesinden sonra artık olaylar karmaşık hale geldi. Üç askerin bile güvenlik eskortuyla bir yerden bir yere gönderildiği bir dönemde 33 asker güvenlik eskortu olmadan silahsız bir şekilde yola çıkarıldı. Bu askerler hedef haline getirildiler. Derin devletin barışa tahammül etmemesinin sonucudur bütün bunlar. Bugün nasıl bir derin devlet varsa o zaman da vardı.
PKK niye derin devletle paralel bir görüntü veriyor peki?
Derin devlette bu savaşın devamını isteyen insanlar olduğu gibi, PKK’de de silahları bırakmayan, devamlı olarak savaşmayı arzu eden insanlar var. Öcalan İmralı’dan avukatları kanalıyla verdiği mesajlarda “benimle temas kurulsun, her konuda yardımcı olurum” diyor ve şiddeti bitirebileceğini taahhüt ediyor. Zaten bu sorunların ortadan kalkması için tek muhatap, tek yetkili PKK’dir. Öcalan DTP’yi istediği zaman ortadan kaldırabilir. Yerel seçimlerde “DTP’li adaya oy vermeyin” dese, hiç biri kazanamaz. Eğer akan kanın durması isteniyorsa, niye onunla konuşmuyorlar? On sene önce, “hep birlikte bu kanın akmasını durduralım” deme ihtiyacını duydular ve İmralı’ya gittiler, şimdi niye aynı ihtiyacı duymuyorlar?
AKP’nin Kürt sorunuyla ilgili son politik dönüşü, Güneydoğu’da oyların dağılımını nasıl etkiler?
AK Parti Güneydoğu’da geçmişte aldığı oyu alamaz. Belediye başkanı adayları bu politik dönüşten sonra çok zorlanacaklar. Çünkü Kürtler, AK Parti’yi Genelkurmay Başkanı’yla iş birliği yapmış bir parti olarak algılıyor ve onu, askerin Kürt politikasını uygulayan bir parti olarak görüyorlar. Seçilerek Meclis’e gelmiş DTP’li 21 milletvekilini Başbakan’ın hâlâ kabul etmemesine ve ellerini sıkmamasına, DTP’ye oy vermemiş Kürtler de büyük tepki duyuyor. Çünkü Kürtler azınlıktır. Herkes birbirini sevmeyebilir ama milli duygular, milliyetçilik yoğundur.
Güneydoğu’da ‘dindar Kürtler’ diyebileceğimiz hareketlerin de güçlendiği söyleniyor. Örgütleri genişliyor. Bu örgütler kimi destekliyor?
Benim ilçem, nüfusunun tamamı Kürt olan Cizre’dir. Eğitimli, güzel konuşan tesettürlü hanımlar geceleri ev ev dolaşıyorlar orada. Çocuğunu sünnet ettirecek, okutacak, evlendirecek, hastalandı tedavi olacak. Yoksul insanları, ev ev tespit edip yardım ediyorlar, para erzak götürüyorlar. Bunlar daha ziyade Fethullah Gülenciler. Güneydoğu’da beş-altı senedir çok yoğun bir faaliyet içindeler, çok güçlendiler. AK Parti’yi destekliyorlar. Bir de yoksullara yardım eden Hizbullahçılar var. Yoksul insan için 100 YTL çok önemlidir. Özellikle Batman ve Diyarbakır’da çok güçleniyorlar. Onlar Saadet Partisi’ni destekliyorlar.
Kürtler, K. Irak’a ve Barzani’ye nasıl bakıyor?
Kürtler, Diyarbakır’la Kuzey Irak’ı iki komşu Kürt mahallesi gibi görüyorlar. Türkiye’nin Kuzey Irak’a yapacağı bir haksızlığı kendilerine yapılmış gibi algılıyorlar. Sadece Şırnak’taki değil, Konya’daki Kürtler de aynı şeyi hissediyorlar. Güneydoğu’da Barzani sempatizanı çoktur. Mesela ben de onun bir sempatizanıyım. Barzani’ye ve Talabani’ye yapılan bir hakaretten bütün Kürtler etkileniyorlar.
Barzani ile PKK arasında Kürt dünyasının liderliği konusunda bir çekişme var. Siz DTP’nin disiplin kurulu başkanısınız. Hem Barzani sempatizanı hem de DTP üyesi olmak mümkün mü?
Hem DTP’li hem de Barzani taraftarı olabilirsiniz. Bugün Türkiye’de Barzani’ye son derece bağlı olan yüzlerce DTP’li yönetici var. Çelişki değil bu. Çünkü ikisi de Kürt hareketidir. DTP bu ülkedeki Kürt halkının demokratik hak ve özgürlüklerinin savunucusudur. Bunun için büyük bedeller ödedi, yöneticileri öldürüldü. Eğer Barzani ve Talabani, DTP hareketine karşı bir yanlışlık yaparlarsa bunu kabul etmeyiz. Barzani son derece zekidir. Ama Talabani daha zekidir.
Aralarındaki temel fark nedir?
Rahmetli Özal bana, “Talabani Ortadoğu’nun Churchill’idir. İleride Ortadoğu’yu yönetecek bir makama gelirse şaşırmayın. Barzani ise feodal yapıdan geldiği için daha sağlamdır, daha güvenilirdir” demişti. Türkiye’deki Kürtler, ikisinin de başarılı olması isterler ve Irak’ta müstakil bir Kürdistan kurulursa çok sevinirler.
Siz bir zamanlar Turgut Özal’ın çok yakınıydınız. Kitabınızda ondan çok bahsediyorsunuz. Özal’ın, Kuzey Irak’la bir federasyon kurmayı düşündüğünü söylüyorsunuz. Böyle bir federasyon için hazırlık yapıyor muydu Özal?
Görüşmeleri vardı. Zaten bu düşüncesini gerek Talabani’ye gerek Barzani’ye her görüşmesinde aktarmış. Turgut Bey, bana ikisinin de bundan çok memnun kaldığını söyledi.
Talabani ve Barzani, Türkiye ile federasyon kurulması talebinden mi memnun olmuşlar?
Evet. Ben özellikle Talabani’yle çok yakındım ve kendisini evimde, otelde misafir ediyordum. Talabani bana, “Turgut Özal gerek başbakanken, gerek cumhurbaşkanıyken federasyon taleplerinde bulundu, biz de kabul ettik” dedi. Nitekim Özal bir gün bana, “Nurettin, Irak’taki Kürtlerin bir federasyon şeklinde Türkiye’ye bağlanması iyi olur değil mi” diye sordu ve sonra devam etti. “Hem Iraklı Kürtler Saddam’ın katliamından kurtulurlar hem de Türkiye’nin gücünü arkalarında görürlerse kendi bölgelerinde korkusuzca yaşarlar” dedi. Ben de espri yaptım. “Tabii... Bunda Kerkük petrolüne Türkiye’nin hâkim olma politikası da var değil mi” dedim.
Özal ne cevap verdi?
O da tebessümle “o kadar da olur elbet,” dedi. “Şunu bil ki her uzlaşma ve anlaşmada tarafların çıkarları kaçınılmazdır” diye de ekledi. Talabani’ye Özal’ın düşüncelerini açıkladığımda, “bu öneriyi bana da açıkladı” dedi. Unutmayın... O dönemde Saddam firavun gibiydi ve Kürtleri yok etmeye çalışıyordu. On binlerce şehit verdiler. Saddam’dan kurtulmanın tek şartı Türkiye’nin kendilerini desteklemesiydi. Talabani ve Barzani buna inanmışlardı. Eğer 1990’da Birinci Körfez Savaşı olmasaydı ve 36. paralelin kuzeyi korunmasaydı...
Ve Çekiç Güç oluşturulmasaydı...
Evet... Irak’ta Kürtlerin kendilerine gelebilme şansı yoktu. Talabani de, Barzani de Türkiye’nin himayesine muhtaçtı. Türkiye’nin desteği onlar için büyük nimetti. Ama İkinci Körfez harekâtıyla Saddam yok edildikten sonra K. Irak Amerika’nın bir numaralı müttefiki oldu. K. Irak’ta Kürtler şimdi bu konuma geldilerse Amerika’nın sayesinde geldiler.
Özal’ın döneminde federasyon olabilir miydi?
Olabilirdi. Ama medya askeriyenin etkisiyle öyle saldırdı ki, Turgut Bey söylediklerini inkâr yoluna gitmek zorunda kaldı. Federasyon fikrine medya ve derin devlet karşı çıktı. Asker bunu kabul etmedi. Çünkü federasyon kabul edilirse, o zaman Türkiye’deki Kürtler kendi dillerinde eğitim yapacaklar, okullar açacaklardı. Sırf Kürtler hak ve özgürlüklere kavuşmasınlar, kimliklerini yaşamasınlar diye derin devletin etkisiyle Turgut Bey’e medya tarafından büyük bir suçlama bombardımanı yapıldı. Cumhuriyet gazetesi Turgut Özal’a çok ağır hakaretlerde bulundu. O dönemde Ergenekoncuların yaptıkları saldırıyı şimdi daha iyi anlıyorum. Özal’ı yok etmeye çalıştılar. Zaten bu nedenlerden ötürü öldürüldüğü söyleniyor.
Turgut Özal öldürüldü mü sizce?
Televizyondan ölüm haberini duyar duymaz hastaneye gittim. Teyze çocuğu Hüsnü Doğan oradaydı. Birlikte bekledik. Ölüm nedenini anlamak için Turgut Bey’den kan aldılar. Ama hemen sonra ‘şişenin hemşirenin elinden kaydığını, kırıldığını’ söylediler. Bir süre sonra bundan da vazgeçtiler. “Şişe kayboldu” dediler. Özal, federasyonun Türkiye, Iraklı Kürtler ve Türkmenler için çok yararlı olacağına inanıyordu. O günlerde bana, “bak Nurettin, gelişmiş Batılı ülkeler vatandaşlarıyla sorunsuz olan ülkelerdir. İç sorunu olan ülkeler ise dış siyasette ürkek ve bağımlı olurlar” dedi.
Bugün K. Irak’la böyle federasyon olabilir mi?
Artık olamaz. Barzani istemez. Türkiye ile zenginliklerini niye paylaşsın? Zaten K. Irak müstakil bir federasyon şu anda. Ama Türkiye, Irak gibi bir federasyon olabilir. Benim federasyon talebim yok ama, bunlar tartışılabilir. İnanın... Kürtler Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar. Benim hem Türk damadım ve Türk gelinim var. Bizim ayrılmamız mümkün mü?
Özal böyle hassas bir konuyu dile getirmekten çekinmiyor muydu?
Özal çok cesur biriydi. HEP milletvekilleriyle özel olarak görüşüyordu. “Kürt sorununun çözümü, insanların bazı şeyleri gözleriyle görmesi ve kulaklarıyla duymasıyla mümkün olabilir” demişti bir keresinde ve şu olayı anlatmıştı: “Kara Harp Okulu’nun kuruluş yıldönümünde özellikle Kürt sorunundan söz ettim. Komutanlar Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğuna ve bir Kürt gerçeği bulunduğuna yavaş yavaş alışınlar diye bunu yaptım.”
Siz, ünlü Diyarbakır cezaevinde yattınız ve işkenceler gördünüz. Bunları Yakın Tarihin Tanığıyım isimli yeni çıkan kitabınızda da anlatıyorsunuz? Diyarbakır cezaevindeki işkencelerin birçok Kürt gencinin dağa çıkma nedeni olduğu söylenir. Nasıl davranıyorlardı mahkûmlara Diyarbakır cezaevinde?
Diyarbakır zindanlarında nefretin tohumları atıldı. PKK, 12 Eylül tarafından burada beslendi. Öyle ki, Helsinki’de yaptığım bir konuşmadan ötürü açılan soruşturmayla ilgili Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Başsavcılığı bile hakkımda takipsizlik kararı vermişken, ben 45 gün gözaltında tutuldum. Her gün beni saatlerce ayaklarımdan tavana asıp sallıyorlardı. Böyle yüzlerce saat beni salladılar. Affedersiniz bunları söylemek ayıptır ama... Bizim ...larımıza cop sokuyorlardı. Eğer bıçak verseler kendimi öldürürdüm. Bomba olsa kendimi ve onları patlatırdım. Yedi çocuğum olmasaydı Diyarbakır’daki işkencelerden sonra kendimi rahatlatmak için ben de dağa giderdim. Çünkü zulüm kadar insanları kötü yola düşüren bir şey yoktur. Ben çok, çok işkence gördüm. Artık çok kelimesinden de sıkıldım. Çok kelimesi gerçeği anlatmıyor.
Neler yapıyorlardı?
Mahkemeye götürüp getirirken bile işkence yapıyorlardı. Jilet gibi keskin zincirlerle bizi birbirimize bağlıyorlardı. Sonra da ‘dur-kalk’larla kollarımızın damarları kesiliyordu. İçlerine sanki çelik teller konulmuş olan özel copları vardı. Bunlarla sürekli dövüyorlardı. Dövmedikleri zaman da hakaret ediyorlardı. Adımız yoktu. Hâlâ anlamını bilmem. Bize sadece “yavşak” diyorlardı. Bir de Jo diye kocaman simsiyah bir köpekleri vardı. Jo gün boyu önümüzden geçiyordu. Biz her defasında Jo’ya komutanmış gibi tekmil veriyorduk. “Nurettin Yılmaz Mardin, emret komutanım” diye bağırıyordum Jo’ya. Yoksa Jo’yu üzerinize saldırtıyorlardı. Benim yüzüme tükürmeyi reddeden bir mahkûmun üzerine bir gün Jo’yu saldırttılar, gencin duvarda yüzü kırıldı.
Siz bu işkenceyi ne kadar süre gördünüz?
Ben 28 Aralık 1980’de gözaltına alındım ve Diyarbakır cezaevinde üç yıl kaldım. Bu üç yılın yüzde 90’ını hücrelerde geçirdim. 60 kadar hücre vardı ve altı metre karelik bu hücrelerin her birinde 20-25 kişi kalıyordu. Dört katlı binanın bütün kanalizasyonu bu en alt kattaki hücrelere akıyordu. Biz hücrelerde bir beton tümseğin üzerinde yatıyorduk. Kanalizasyonun üstü açıktı ve tümseğe doğru yavaş yavaş kabarıyordu. Ellerimizi arkadan bağlayıp bize bu kanalizasyondan dışkı yediriyorlardı. Su da yoktu... Aylarca böyle yaşadık... Bir gün “Dikkat!” diye bir komut verildi ve içeriye binbaşı girdi.
Kim girdi?
Adı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran’dı. “Beni Ankara ve Erzincan’daki yoldaşlarınızdan sorabilirsiniz. Eğer burada Allah varsa, o benim. Hâkim, savcı, kolordu komutanı benim amirim değil. Ben sadece genelkurmay başkanına bağlıyım. Sizi var da edebilirim, yok da edebilirim” dedi.
Siz çeşitli partilerde bulundunuz. Hiç, ‘nihayet Kürt sorunu çözülecek’ diye ümitlendiniz mi?
Oldu. Özal döneminde Kürt sorununun yüzde yüz çözüleceğine inandım. Eğer Özal aramızdan zamansız ayrılmasaydı, biz ne on binlerce insanımızı ne de yüz milyarlarca dolarımızı kaybederdik. Ama Özal’ın Kürt sorununu çözme, K. Iraklı Kürtlerle federasyon kurma düşünceleri derin devleti harekete geçirdi. Özal’ın ölümünden sonra da Kürt sorununun çözüleceğine dair ümidimi yitirdim ben. Özal’ın ölümüne Talabani ve Barzani de çok üzüldü. Talabani bana. “Özal’ın zehirlenmiş olduğu inancını sadece biz değil, Avrupalı ve Amerikalı yöneticiler de taşıyor” dedi.
Talabani Özal’ın öldürüldüğünü mü düşünüyor?
Evet, o da aynı düşünüyor. Özal yaşasaydı Kürt sorununu çözerdi. Bu konuda ısrarlıydı ve sorunun demokratik bir süreç içinde çözüleceğine inanıyordu.
Bugün çözüm konusunda ümitli misiniz?
Değilim. Hükümet militarist güçlerle tamamen iç içe geçti. “Silahları bırakın sorunu çözeceğiz” diyorlar. Neyi nasıl çözecekler, belli değil. Kürtler bugün federasyon istemiyor. Kürtler kültürel haklarını istiyor. Bugün şunu kabul etmek gerekir ki; DTP, İmralı’nın sözcüsüdür. İmralı’ya göre hareket ediyor. İmralı, “gelin görüşelim, bir haftada sorunu çözelim” diyor. Sorun nasıl çözülecek?
Nasıl çözülecek?
Federasyon mu kurulacak? Hayır. Sadece kültürel haklar istenecek. Bu da ‘dil’dir. Okullarda Kürtçenin öğretilmesidir, Kürtçe eğitim yapan okulların açılmasıdır. Ama hükümet ve derin devlet Kürtlerin varlığını kabul etmiyor. Yasaklar sürüyor. Kürt sorunu AB’ye üyeliğin gerektirdiği demokratikleşmeyle çözülür ama, görüyorsunuz AB süreci de ilerletilmiyor.
Nurettin Yılmaz kimdir?
DTP’nin disiplin kurulu başkanı olan Nurettin Yılmaz, hayatını politikanın içinde geçirmiş önde gelen bir Kürt politikacısı. 1973’te CHP’den milletvekili oldu. 1977’de ise Meclis’e Mardin’den bağımsız milletvekili olarak girdi. 1980 Nisan’da Kürt kimliğiyle cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu ve büyük olay yarattı. Darbenin hemen ardından Diyarbakır hapishanesinde üç yıl yattı. Oradaki işkenceleri gördü. Sonra bir yıl da Barış Derneği Davası’ndan hapiste kaldı. Turgut Özal’ın yakınında bulundu ve ‘Özal’ın Kürdü’ olarak anıldı. Bu dönemde Özal’ın, ‘federasyon’ girişimlerini Iraklı Kürt liderlerle görüşerek bizzat izledi. Yakın Tarihin Tanığıyım isimli yeni bir kitabı yayımlandı.