Batı tiyatrosunun en önde gelen yazarlarından Wajdi Mouawad’ın Kıyı oyunu, Moda Sahnesi’nin en ilgi çekici oyunlarından.
Kıyı, hiç tanımadığı babasının ölüm haberini alan Wilfrid’in cenazeyi defnetmek için çıktığı uzun bir yolculuğu anlatıyor.
Baba ile oğlun, savaşın acımasızlığının sürdüğü topraklara doğru yolculuğuyla başlayan bu hikâye, faili meçhullerden babasızlığa, göçten şiddete hayatın içinden gerçeklikleri seyircinin karşısına çıkarıyor.
Modern bir klasik olarak kabul edilen Vaatlerin Kanı dörtlemesinin ilk parçası olan Kıyı’yı oyuncuları Onur Ünsal ve Mert Şişmanlar’la konuştuk.
Söz onlarda…
Tiyatroya ilginiz nasıl başladı?
Mert Şişmanlar: 8 yaşında bir çocuk oyunu izledim ve tiyatrodan nefret ettim. 14 yaşıma kadar hiçbir oyuna gitmedim, daha sonra annem beni Sevgili Doktor oyununa götürdü. O oyun, gece rüyama girdi ve tiyatro maceram başladı.
Onur Ünsal: Biz Arabistan’da büyüdük. İlk duyduğumuz dil hep İngilizce idi. Türkiye’ye yerleştiğimizde yeni açılan bir koleje başladım. Okul gösterilerinde İngilizce oyunları hep biz oynardık. Tiyatroya ilgim küçüklüğümde bu kolejde başladı ve devam etti. Annem ve babam da sorun etmedi.
Mert Şişmanlar: Babam sınav sonrası “İyi bir puan çıktığında başka bölüm yazar mısın” diye sormuştu, “hayır” deyince masayı devirdi kalktı. (Gülüyor) Aramız şimdi iyi ama.
Wajdi Mouawad’ın oyunlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kıyı’da insanları neler bekliyor?
Onur Ünsal: Wajdi Mouawad’ın oyunda metaforlaştırdığı şeyler var. Annesiz-babasız bir dünyaya gelmek, ölü babayı sırtta taşımak… Özellikle doğu kültüründe, insanların ölümü ile gelen boşluk sırtta taşınacak bir yük haline geliyor. Bir babanın cesedinin gömülecek yeri olmaması- doğuya ait kuvvetli bir metafor.
Mert Şişmanlar: Wajdi Mouawad’ın derdi göçmenlik aslında. Kendisi de 9 yaşında ailesiyle beraber Fransa’ya göçmüş. Oradan Kanada’ya gitmiş. Tüm hikâyelerinde göçmenlik durumunu görüyoruz, bu oyunda da öyle. Göçmüş olmanın verdiği zorluklar, bilmediği bir yerde yurt edinme çabası, baba problemi, köksüzlük, yalnızlık… Tema bunlar. Babanın aslında çocuğu üzerinde yapmış olduğu istemsiz baskıyı da biraz anlatıyor. Ölmüş olmasına rağmen. Doğu kültüründe “erkek adam sevdiğini söylemez” tavrı vardır, biraz da bu mesafeli ilişkiyi anlatıyor aslında. Bir neslin babasını gömme çabasıyla geçen ömrü olarak da görülebilir oyun.
Oyunda doğum, ölüm ve cinsellik kavramlarıyla ilgili nasıl göndermeler yapılıyor?
Onur Ünsal: Çok fazla gönderme yapılıyor. Babanın cesedinin toprak yerine denize gömülmesi, mülk yerine mülksüzlüğü önermesi… Shakespear’de de böyledir. Su ve kadın edebiyatta karşılığını bildiğimiz şeyler. Bu da yazarın metaforlara ne kadar yatkın olduğunu gösteriyor.
Oyunu izleyen kişiler savaşın acımasızlığından daha çok cinselliğe takılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Onur Ünsal: Burada seyirciye bir şey söyleyemeyiz. Sen o sahnenin açılımını kafanda yapamıyorsan, o sahne çirkin bir sahnedir. Sahnenin oyun içerisindeki tarifini, anlamını bulamazsan rahatsız olabilirsin.
Mert Şişmanlar: Zaten Wilfrid’in anlamsız bir hayat yaşadığını en başından anlıyoruz. Derdi hep gündelik, içi boş şeyler. Hayatı rutinlerden ibaret. Zaten karakter daha sonra “ahlaksızlık” olarak algıladığımız şeyleri yaşıyor.
Onur Ünsal: Ama sonuna doğru gerçek aşkı buluyor ve o zaman iyileşmeye başlıyor.
Oyunun en dikkati çekici noktalarından birisi Türkiye’de faili meçhul cinayetlere kurban giden ve düşünce suçundan yargılanan kişilerin isimlerinin okunduğu an. Türkiye gibi bir ülkede sadece kısa bir döneme bakarak bile bu isimleri okumanın ne kadar uzun süreceği tahmin edilebilir…
Oyunda okuduğunuz “faili meçhul listesi”ni güncelliyor musunuz?
Mert Şişmanlar: Evet. Ancak bu sadece faili meçhuller değil, farklı isimleri de anıyoruz. Cenk Dost Verdi isimli bir arkadaşımızın ismini de eklemiştik. Hapisten çıkınca listeden de çıkardık.
Ali İsmail, Hrant Dink, Berkin Elvan oyunda söylenen isimlerden sadece bazıları…
Bu isimleri değil savunmak, anmak bile bir problem. Siz karşılaştınız mı hiç sorunla?
Onur Ünsal: Tabii, valiliğe şikâyet edildik. Neden şikâyet ettiğini bilmiyoruz açıkçası. Cinsellikten mi, siyasetten mi… Tiyatroyu o kadar önemseyip inanılmaz yasaklar getirmiyorlar.
Peki ya yasaklanan Sadece Diktatör oyunu?
Onur Ünsal: İsminin çağrıştırdığı şey yüzünden takıldılar. Barış Atay’ın siyasi kimliği de önemliydi.
Bu kadar faili meçhulden bahsetmişken Cumartesi Annelerini anmamak olmaz. Onlarla bir görüşmeniz oldu mu? Oyuna katkıları var mıydı?
Onur Ünsal: Hayır bir görüşmemiz olmadı. Sanatı sanat içinde bırakmayı seviyoruz. Yazarın önerdiği şey “gidip siyasete bulaşın” değildi. Wajdi Mouawad’in önerdiği şey siyaset üstü bir şeydi. Görüşseydik daha büyük tepki alırdık, bundan korktuğumuz için söylemiyorum ama. Güncel siyasete dokunuyoruz ama işimiz güncel siyaset değil.
Valiliğe şikâyet dışında, oyun nasıl tepkiler aldı?
Onur Ünsal: İnanılmaz yazılar yazıldı. Bence metin bunu hak ediyor. İnsanlar oyunda üzülmek istemiyor, uzun olsun istemiyor. Oyunun problemini sen de kendi kafandan geçirmişsen, senin de problemin olmuşsa bir zaman, Hrant Dink ve benzerleri sende de "Ne olacak acaba" sorusunu açmışsa eğer oyunu çok can alıcı bir şekilde izliyor seyirciler. Kimi arkadaşlarımızın kendine gelemediği oldu. Bu konuda hassas olan insanlar için oyun bir cennet.
Mert Şişmanlar: Anne, baba, doğu batı, faili meçhuller, göç... Üstelik bunu sadece trajik değil, yazarın anlattığı yerden dinleyince oyun bir cennet. Çok ironik bir yerden de anlatıyor. Birçok kez gülen var aslında oyunda.
Onur Ünsal, oyunculuğunun dışında Moda Sahnesi’nin de kurucularından…
Peki, siz Moda Sahnesi’nin kurucularındansınız, tiyatro sektörel olarak nasıl gidiyor? Oyuncular para kazanabiliyor mu?
Onur Ünsal: Bizim sahnemiz zengin de olmuyor, fakir de olmuyor; iyi bir istihdam sağladık. Bu kadar parasızlığa rağmen nitelikli işler yapıyoruz. Seyirci reaksiyonu da iyi bu anlamda.
Ancak ben bunu şuna bağlıyorum: Bizler yetenekliden önce neşeli ve istekli insanlardık, tiyatro yapmayı çok istiyorduk. Moda Sahnesi’ni açtığımızda da oyunlar hep doluydu. Emeğimizin karşılığını bu anlamda alıyoruz ancak para olarak hiçbir oyuncu tabii ki karşılığını alamıyor. Hâlâ geçim derdindeyiz, televizyonda çalışmayanlar ne yapacak? Aslında konuşacaksak vergiyi konuşmalıyız.
Vergilerle ilgili nasıl bir sıkıntınız var?
Onur Ünsal: Alkollü mekân olduğumuz için yüzde 18, eğlence merkezi olduğumuz için yüzde 20 vergi alınıyor. Belediye şu an bunu yapmıyor ama her yaptığınız etkinlikten yüzde 0-10 arasında harç kesme durumu var. Önce bu harç kesiliyor, ondan sonra etkinliği yapıyorsun. Bu genelde konserler için oluyor ama, Kadıköy Belediyesi bunu yapmıyor. Devlet yasal olarak isterse senin yüzde 50’ni alabilir…
Devlet size bir katkı sunmuyor mu?
Onur Ünsal: Senede bir oyun için ödenek alıyoruz. Biz, etrafa göre yüksek alıyoruz ama bu sadece kapasiteden dolayı. Biz bu sebeple bir kooperatif kurduk. Yaklaşık bir sene oldu kuralı, 50’ye yakın tiyatro var. Tırnak içinde söylüyorum, patron sendikası gibi bir şey bu.
Ne amaçlıyorsunuz bu oluşumla?
Onur Ünsal: Devlete “Gelin şu vergi işini düzenleyelim, bize ödenek verin” diyeceğiz. Hiçbir tiyatronun perdesi yangına dayanıklı değil, hiçbirinin yangın çıkışı yok... Bu gibi bizim mesleğimizi sürdürmemiz, nitelikli iş üretmemiz adına kaçırdığımız tonla problem var.
Biz bunları düzeltmek istiyoruz. Nasıl setlere gitti denetmenler, tiyatrolara yapılmasını istiyoruz. Bunu yaptırmak demek tiyatroların kapanması demek, biz bu arayı nasıl bulacağız? Devletin bize yardımcı olması lazım.
Bu vergiler alındığı sürece olmaz zaten. “Bizi bakkal olmaktan kurtarın” demek istiyoruz zaten. Bizi bir kamusal hizmet aracı olarak görün. Devletin bana verdiği parayı evime harcamayacağım ki. Örneğin bir para versin, nasıl harcandığını denetlesin devlet. “Bir sene boyunca 30 bin seyirci yap” desin bana.
Oyuncu sayımız iyi dediniz. Kültür sanat sektörünün Kadıköy’den Taksim’e kaydığı yönünde bir görüş var, katılır mısınız?
Onur Ünsal: Ben Kadıköy’de tiyatroya başladığımdan beri iyiydi seyirci. Ünün, biraz underground olmanın çağırdığı seyirci de var tabii. Şunu bilmek lazım, İstanbul ülkenin en kalabalık şehri ve burada herkese ekmek var.
Peki ya Taksim?
Onur Ünsal: Taksim eğlence merkeziydi, kültür sanat olarak kodlanmış niyeyse. Ben burada bir hata olduğunu düşünüyorum. Eğlence merkeziyle kültür sanat merkezinin aynı yerde olmasını benim kafam almıyor. Şu anda da bir eğlence merkezi ancak artık başka insanların. Araplar orada farklı şekilde eğleniyor; kocaman döner, saç ekim merkezleri görmek istiyorlar… Maalesef ki insanlar Demirören’in içinde altın varaklar görmek istiyorlar Emek Sineması yerine.
Röportaj: Burcu Ezer