Barış İsteyenler Grubu öncülüğünde Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşen T24 yazarı Oya Baydar, "Suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyenlere yönelik baskı ve ağır eleştirilere ilişkin olarak, "Aydınlar, sanatçılar, yazarlar savaşa cesaretle tepki veriyorlar, sesleri boğulmak istense bile. Ama asıl tepki vermesi gereken, Müslüman muhafazakâr kitledir, o kesimin aydınlarıdır" dedi. "Bu savaşın kazananı olmaz" diyen Baydar, "Ne 'son terörist de temizlenene kadar' mantığıyla PKK veya benzeri yapıları yok edebilirsiniz ne de Türkiye'yi dağılmış Suriye sanıp bu aşamada özerk kantonlar ilan edebilirsiniz" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Ey hain aydın müsveddeleri… Siz aydın falan değil karanlıksınız; cahilsiniz!" sözlerini hatırlatan Baydar, "Sayın Cumhurbaşkanı'nın hakaretlerine, aşağılamalarına, tehditlerine alıştık artık, içimizden kendisine iade ediyoruz, pek yadırgamıyoruz" diye konuştu.
Zaman'dan Doğan Ertuğrul'un sorularını yanıtlayan (18 Ocak 2016) Oya Baydar'ın açıklamaları şöyle:
Aydınlar bildirisiyle yeniden başlayan çatışmalara, sokağa çıkma yasaklarına ilk kez bu denli örgütlü tepki verildi. Siz 'Artık çığlık zamanı' demiştiniz. Bildiri sizce bir çığlık olarak nitelenebilir mi?
Çığlık zamanını bile aştık artık. Düşünün: Ülkenin bir bölgesinde kanlı bir savaş var. İnsanlar ölüyor, şehirler yıkılıyor, en önemlisi de halk iki ateş arasında perişan. Böyle bir ortamda akademisyenlerin bildirisi oralarda neler olup bittiğinin farkında olan vicdanlı, duyarlı insanların çığlığı. Ancak ilk çığlık, ilk tepki değil; mesela üç hafta önce 100'ü aşkın aydın, sanatçı, yazar, sivil toplumcu ile birlikte “Aslolan Hayattır” diyerek Diyarbakır'daydık. Aynı günlerde, taa Bodrum'dan yola çıkan kadınlar, çeşitli yerlerden gelmiş hekimler de bölgedeydi. Onlarca bildiri yayımlanıyor, onlarca heyet bölgeye gidiyor. Ama maalesef medyaya çok yansımıyor. Akademisyenlerin bildirisi hem bini aşkın imza ile çıktığı, hem Türkiye'nin önemli aydınlarının imzasını içerdiği hem de sözünü sakınmadan, mırıldanmadan, gerçekten çığlık gibi söylediği için gürültü kopardı.
Siyasi iktidar bildiriye neden bu kadar sert tepki verdi?
Hükümetten, özellikle de Cumhurbaşkanı'ndan gelen tepkiyi “sert” sözcüğü ile ifade etmek hafif kalır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın hakaretlerine, aşağılamalarına, tehditlerine alıştık artık, içimizden kendisine iade ediyoruz, pek yadırgamıyoruz. Ama bu defaki tepkisi bir sıkışmışlığın, olayların gidişatı karşısında çaresizliğin dışavurumu gibi geldi bana. Ancak bu ölçüsüz tepki, özellikle de tehditler bildirinin içeriğinin kamuoyuna yansıması sonucunu da doğurdu. Bir çeşit farkındalık yarattı. Akademisyenlere hem de 301 gibi ağır maddelerden soruşturma açılmaya çalışılması, yargının artık doğrudan Saray'dan emir aldığının son açık kanıtı. Emre itaat eden savcıların akademisyenlere yönelttikleri, “Emri Bese Hozat'tan (Kandil'deki KCK yöneticilerinden biri) mı aldınız türünden soruları, Adalet Bakanı'nın, bu bildiriyi PKK yazmıştır sözleri, bir yandan yaşananların vahametinin farkında olmadıklarının öte yandan olup bitenleri propaganda ile örtmek, gölgelemek çabalarının kanıtı bence.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları dikkate alınırsa tepkinin hedefi yeni bir kutuplaştırma kampanyası olabilir mi?
Kaynatılan cadı kazanının asıl hedefi, doğuda-güneydoğuda olup bitenlere karşı toplumda farkındalık yaratmak isteyenlere gözdağı vermek, korkutmak, çığlığımızı susturmaktır bence. Ama zaten kutuplaşmış olan toplumdaki derin yarılmayı tahkim etme amacı da vardır kuşkusuz. Mevcut iktidar, gücünü bu cepheleşmeden devşiriyor. Muktedirlerin arkasında duran mafyacı faşistlerin saldırıları da bunu gösteriyor. “Oluk oluk kanınızı akıtacağız, kanlarınızla duş alacağız” türünden iğrenç sözler pervasızca söylenebiliyor bu ülkede.
‘Ülkede savaş var farkında mısınız?' diye yazdınız. Toplum neden savaşın farkında değil? Nedir bizi bu kadar duyarsızlaştıran?
Birkaç nedenle: Birincisi “milleti hâkime” yani egemen ulus olan Türklerdeki kadim Kürt aşağılaması. Çocukken çevremde, “Kürtler sadık olur” dendiğini duyardım; sadık hizmetkâr kaldıkça Kürtler iyidir ama ne zaman ki tam eşitlik, özgürlük ve kimliklerinin tanınmasını isterler, o zaman ezilmeleri, susturulmaları gerekir. Hem çevremizden hem de eğitimimizden gelen öğrenilmiş bir ötekileştirmedir bu. Türklerdeki bu ruh hali “vatan bölünecek” korkusuyla pekiştirilir, vatanın bölünmemesi için Kürtlerin ve bütün “öteki”lerin susturulması, baskı altında tutulması, vatanseverlik sanılır. Batı'daki kişi bu nedenle duymamayı, görmemeyi tercih eder.
Doğu ve güneydoğu, yani Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgeler, kendini memleketin gerçek efendisi sayan Türk'ün gözünde medenileştirilip asimile edilmesi gereken insanlarla dolu vahşi topraklardır. Öte yandan; farkında olmayalım, orada neler oluyor bilmeyelim diye, gerçeklerin manipülasyonu, medya karartması, haber çarpıtması, iktidarın kontrolünde dev bir propaganda çarkı devrededir. Buna bir de “oluk oluk kanınızı akıtacağız” zihniyetindeki paramiliter faşizan güçleri ekleyin. Sorunun cevabına yaklaşırsınız.
Toplumsal bir vicdansızlık da yok mu yaşananların ardında?
Ben insanlarımızın vicdanına hâlâ inanıyorum. Bir örnek: Beyaz Show'a bağlanan bir izleyicinin “Çocuklar ölmesin, barış olsun” mealindeki sözlerini programa katılan çok sayıda insanımız içten alkışladı. Sonra ne oldu? Barış sözcüğü teröre destek sayılınca, barış dendiği için özür dilemeler mi istersiniz, yalvar yakar olmalar mı. Ne acı! İnsanımız toplumsal vicdansız değil, vicdansız siyasetin baskısıyla, korkutmasıyla ve gerçekleri çarpıtmasıyla vicdansızlaştırılıyor.
İktidarın propaganda aygıtlarına ve gücüne karşı barış isteyen aydınların, toplum kesimlerinin elinde ne var?
Ne yazık ki, birkaç istisna dışında geleneksel medya bütünüyle ele geçirilmiş, susturulmuş durumda. Ama yeni olanaklar var, milyonlara ulaşan sosyal medya var. Ve asıl, haklılıktan doğan cesaret var. Batıda da doğuda da bu savaş bitsin, barış istiyoruz çığlıkları her geçen gün daha güçlü duyuluyor. Akademisyenler bildirisi ve sonrasındaki destekler bu yüzden muktedirlerin kimyalarını bozdu zaten. Savaşa karşı ne kadar kalabalık çıkarsak o kadar güçlü oluruz.
"HDP'nin sivillere şiddetle imtihanda
sınavı geçmesini temenni ediyorum"
Kürt siyaseti çocukların da hayatını kaybettiği terör saldırılarını kınamadı. Sizce bölgedeki savaş sivillerin açıkça hedef olduğu yeni bir aşamaya mı geldi?
Kınadı ama geç gelen ve şimdilik Selahattin Demirtaş'la sınırlı kalan bir kınamaydı bu. Demirtaş, Çınar ilçesindeki terör saldırısının faillerinin toplumdan özür dilemelerini talep etti ve hiçbir ölümün, sivil halka yönelik hiçbir şiddetin kabul edilemeyeceğini açıkladı. Önümüzdeki günlerde, HDP'nin bu konuyla imtihanına şahit olacağız. Sınavı geçmesini temenni ediyorum.
Bu ülkenin aydınları, sanatçıları ve edebiyatçılarının yaşanan çatışmalara daha net tepki vermeleri gerekmez miydi?
Aydınlar, sanatçılar, yazarlar savaşa cesaretle tepki veriyorlar, sesleri boğulmak istense bile. Ama asıl tepki vermesi gereken, Müslüman muhafazakâr kitledir, o kesimin aydınlarıdır. Çok değerli birkaç kişi dışında, barış için çabalarımızda onlarla güçlü şekilde buluşamıyoruz. Barış sözcüğü bile sorun olabiliyor. Ama ben iyimserim, mütedeyyin insanın vicdanı toplumdaki erozyona, Kürt halkının acılarına, devlet şiddetine bir noktadan sonra isyan edecektir.
Akademisyenlerin bildirisi sizin dikkat çektiğiniz anlamda “Hiçbir suça ortak olmayacağız” duyarlılığı taşıyor mu? Ayrıca PKK'ye, KCK'ya uyarı neden yapılmadı?
Akademisyenler, asıl hitap edilmesi gereken yere, devlete sesleniyorlar. Biz yurttaşların gerçek muhatabı, taleplerimizi ve eleştirilerimizi ileteceğimiz merci devlettir, iktidardır. Bunda yanlış bir şey yok, suç muç da yok. Kürt hareketine uyarıyı da isteyen, sesini duyurabileceğine inanan yapar.
"Başbakan'ın elini kolunu bağlayan şeyler
olduğu izlenimi edindim"
Kimi yorumlara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan toplumu 'Ya ben ya da PKK' tercihi ile kaşı karşıya bırakmayı hedefliyor. Toplum gerçekten böyle bir tercihle karşı karşıya mı?
Ne toplum ne de kişi olarak biz yurttaşlar böyle bir tercihe mahkûm değiliz. Sadece iktidarın değil PKK'nın da yapmak istediği bu. Oysa aklıselimin gösterdiği başka bir yol var: Benzer zorluklar yaşamış ülkelerin örneklerinden de hareketle, silahların iki taraflı susturulması ve çözüm için müzakereye başlamak. Tabii barış ve çözüm gerçekten isteniyorsa… Ben gerek iktidarın gerekse Kürt silahlı hareketinin bu aşamada önkoşulsuz müzakereye ve barışa hazır olmadıklarını düşünüyorum. Bu savaşın kazananı olmaz. Ne “son terörist de temizlenene kadar” mantığıyla PKK veya benzeri yapıları yok edebilirsiniz ne de Türkiye'yi dağılmış Suriye sanıp bu aşamada özerk kantonlar ilan edebilirsiniz. Kürt halkı, ortak vatan toprakları üzerinde eşit yurttaşlık hakkıyla, devlet şiddetine maruz kalmadan barış içinde yaşamak istiyor. Bu kan dursun diyorsak barışa giden yolu tahkim etmekten başka hiçbir tercihimiz olamaz.
Siz bir süre önce barış girişimi olarak Başbakan Davutoğlu ile görüştünüz? İktidar blokunda barış için umut gördünüz mü?
Çok farklı kesimlerden gelen küçük bir heyet olarak HDP ile CHP ile ve Başbakan'la görüştük. Ben kendi payıma, Başbakan'ın bu kâbusun sona ermesini arzuladığı ama elini kolunu bağlayan şeyler olduğu izlenimi edindim. İktidar bloku güç kullanarak, güvenlikçi siyasetle bu konunun çözülemeyeceğini tam kavramamış görünüyor. Hendekleri burada kaparsınız yarın şurada açılır, bunu görüyorlarsa bile gerçek çözüme cesaretleri yok.