Gündem

Osman Kavala: Çok geç olsa da, mahkemenizi olaylara ve olgulara siyasi söylemlerin empoze ettiği biçimde bakmamaya davet ediyorum

18 Şubat 2020 12:58

Gezi Parkı eylemleri gerekçesiyle 840 gündür tutuklu bulunan Osman Kavala ve tutuksuz 15 sanığın yargılandığı davanın Silivri'de İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen görülen duruşmada Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Yiğit Aksakoğlu'nun da aralarında bulunduğu 9 sanık beraat etti. 

Yurt dışında bulunan gazeteci Can Dündar, tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Mehmet Ali Alabora, Açık Toplum Vakfı Türkiye Temsilcisi Gökçe Yılmaz Handan, roman-araştırma-tiyatro yazarı Handan Meltem Arıkan ve Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Koordinatörü Hanzade Hikmet Germiyanoğlu ve İnanç Ekmekçi hakkındaki yakalama kararları kaldırılırken, mahkeme sanıkların dosyasını ayırma kararı aldı. 

Duruşmada, Kavala, mahkeme heyetinin AİHM kararlarının gereğinin yapılmasını geciktirmek ve kararı boşa çıkartmak için davanın sonlandırılma gayreti içinde olduğunu belirterek, "Her ne kadar çok geç olduğunu biliyorsam da Mahkemenizi olaylara ve olgulara siyasi söylemlerin empoze ettiği biçimde değil, tarafsız bir gözlemci gibi bakmaya davet ediyorum." ifadelerini kullandı.

Gezi Parkı davasının 6. duruşmasında söz alan Osman Kavala, Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesi kapsamında hükûmeti devirmeye teşebbüs suçunun makul biçimde şüphe oluşturmak için mümkün olmadığını ifade ederek, "İddianamedeki olgular başvurucunun cebir ve şiddetle hükûmete karşı bir ayaklanmayı organize ettiğine, finanse ettiğine dair şüphe geliştirmek için yeterli değildir." diye konuştu.

Osman Kavala'nın Gezi Parkı davasının 6. duruşmasında yaptığı konuşma şu şekilde: 

"Sayın Başkan, Sayın Heyet Üyeleri,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi derhal serbest bırakılmamı talep eden kararında, dava dosyasında ve iddianamede benim cebir ve şiddet kullandığım, şiddet eylemlerini başlattığım ya da yönlendirdiğim, ya da suç sayılan davranışlarda bulunanlara destek verdiğim yönünde hiçbir delil olmadığını belirtmiştir.

Kararda şu önemli tespitler yapılmıştır:
- Başvurucunun suç sayılan faaliyetlerde bulunduğunu gösteren olgu, bilgi ve delillerin yokluğunda başvurucunun TCK’nın 312. maddesi kapsamında hükûmeti devirmeye teşebbüs suçunu işlemiş olduğuna dair makul biçimde şüphe oluşturmak mümkün değildir.
- İddianamedeki olgular başvurucunun cebir ve şiddetle hükûmete karşı bir ayaklanmayı organize ettiğine, finanse ettiğine dair şüphe geliştirmek için yeterli değildir.
- Yetkililer başvurucunun ilk ve sonraki tutuklanmalarının söz konusu eylemlerin nesnel bir değerlendirilmesi temelinde oluşan makul şüpheyle gerekçelendirildiğini gösterememişlerdir.

AİHM kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmanın gerekçesi olabilecek şüphenin nesnel ölçülere uygun olması ve bunun gösterilebilir olması gerektiğini vurgulamaktadır. AYM Başkanı Zühtü Arslan da “olayların suç teşkil eden boyutu ile başvurucu arasındaki ilişkiyi gösteren kuvvetli belirtilerin gösterilmesi” gerektiğini, bunun yapılmadığını ifade etmiştir.

AİHM şüphe duymanın, iyi niyetle de olsa, tutuklama için yeterli olmayacağını, şüphenin makul şüphe olması gerektiğini, makul şüphe sayılabilmesi için ise suçlanan kişinin suçu işlemiş olabileceği hususunda nesnel bir gözlemciyi tatmin edecek olgu ve bilginin var olması gerektiğini vurgulamıştır.

"AİHM'in tespitlerinin dikkate alınması gerekir"

Yani, iddia makamının ya da mahkeme heyetinin, suç sayılan eylemlerle suçlanan arasındaki ilişkiyi gösterme yükümlülüğünü yerine getirmesi için, kendisini nesnel bir gözlemci yerine koyması gerekir. Ancak böyle bir perspektiften olgulara bakabilirse duyduğu şüphenin makul şüphe olduğuna emin olabilir. Bu olmadan savcı ya da yargıcın kuvvetli bir şüphe duygusu geliştirmesi ve bunda haklı olduğunu düşünmesi şüpheyi makul şüphe haline getirmeye yeterli olmaz. AİHM yargıçları dosyadaki olguları, bilgileri ve delilleri bu perspektifle, nesnel bir gözlemcinin bakışıyla incelemiştir ve az önce aktardığım sonuçları çıkarmışlardır. AİHM kararının isabetli oluşunun tek nedeni Anayasamızca da tanınan en yüksek yargı merci olmasından ileri gelmiyor; AİHM davaya doğrudan bakan merci olmadığı için ve dava dosyası dışındaki faktörlerden, örneğin hükûmetin ya da suçlananın siyasi görüşlerinden etkilenmediği için, nesnel bakabilen gözlemci gibi değerlendirme yapabilmeye ehildir ve yetkilidir. AİHM’in sırf bu niteliğinden dolayı dahi tespitlerinin dikkate alınması gerekir.

"Hiçbir belge, bilgi iddianamede yoktur"

Gezi olaylarının bir kalkışma olduğu, bu kalkışmanın bir odak tarafından planlanıp yönetildiğine dair komplo kurgusu iddianamedeki olgulardan çıkarılmış değildir. Nesnel bakan bir gözlemciyi buna ikna edecek hiçbir bilgi, belge iddianamede yoktur. Bu kurgunun temelini oluşturan KOM dairesince hazırlanmış Analiz Raporu’nda bu iddia hiçbir delil olmadan, sadece internette çıkan bir yazı kullanılarak öne sürülmüştür.

"Kişisel olarak birine yakın olabilirsiniz"

İddia makamı, Gezi olaylarına katılanların iradelerini hiçe sayarak Gezi protestolarını itibarsızlaştırmaya hizmet eden, siyasi niteliğe sahip bu komplo teorisini mutlak gerçeklik olarak kabul etmekte ve bu kurguyu kullanarak olgu ve bulgulara nesnel bir gözlemcinin bakışıyla anlaşılması mümkün olmayacak gizli anlamlar yüklemektedir.
Kişisel olarak toplumsal olaylarla ilgili yapılan açıklamalardan birine yakın olabilirsiniz. Gezi olaylarının hükûmeti devirmeye yönelik bir komplo olduğuna dair söylem size makul gelmiş de olabilir.

Ancak bu doğrultuda düşünüyor olmanız dahi olayları ve olguları nesnel gözlemcinin bakışıyla inceleme yükümlülüğünüzü ortadan kaldırmaz. Zira bu yükümlülük kamuya karşı bir yükümlülüktür.

"İddianamedeki hemen hemen bütün konuşmalar anlam yüklemelerine maruz kalmıştır"

Komplo teorisinin somut olguları nasıl çarpıttığını en açık biçimde ortaya koyan Mütalaa’da da kullanılan, benim Memet Ali Alabora ile konuşmamın yorumlanmasıdır. İletişim tespit tutanakları hakkındaki itirazlarımız saklı kalma kaydıyla bu örneği irdelemek istiyorum. 

Benim Memet Ali Alabora ile “Avrupalılar her gördüğümde Gezi olaylarının siyasi durumu nasıl değiştireceğini soruyorlar, bir ara birkaç kişi oturup konuşsak mı?” şeklinde konuşmamla ilgili “bu görüşmeden de anlaşılacağı üzere yapılan eylemlerin tamamıyla önceden hazırlanmış bir plan dahilinde gerçekleştirildiği, nihai amacın ise Arap ülkelerinde olduğu gibi kaos ve kargaşa çıkartarak bir hükûmet değişikliği olduğu açıkça görülecektir” iddiasında bulunulmuştur. Bu sözlerden iddia makamının çıkardığı sonuçları çıkarmak mümkün değildir. Gelecekle ilgili bir sorunun geçmişte olanları açıkladığının iddia edilmesi, sadece nesnel bakıştan değil, mantığa uygun akıl yürütmeden de uzaklaşıldığının çarpıcı bir örneğidir. Konuşmanın sonunda Alabora müsait olmadığını söyleyerek randevu talebini geri çevirmektedir. Kalkışma planını yürürlüğe koymakta olan birisi talimat aldığı kişinin toplanma talebini bu şekilde geri çevirebilir mi?

Maalesef iddianamedeki hemen hemen bütün konuşmalar bu tür anlam yüklemelerine, anlam tahrifatlarına maruz kalmıştır.

AYM Başkanı ve Başkan Vekili’nin karşı oy yazılarında lehte delil örnekleri olarak aktardıkları, Gezi olaylarında ortaya çıkan enerjinin demokratik baskı unsuru olarak işlev görmeye devam etmesini ümit ettiğime dair sözlerim ve ekonomik kriz yaratarak hükûmeti sıkıştırma çabası olarak algılanacak yöntemleri doğru bulmadığıma dair sözlerim de yok sayılarak delil değerlendirilmesine dahil edilmemiştir.

İddianamedeki hiçbir olgu ve olayla suç sayılan eylemler arasında doğrudan ilişki kurulamamış olduğundan iddia makamı, Mütalaa’da yazıldığı gibi “delillere genel olarak bakıldığında” suçlu olduğum sonucuna varıldığını ifade etmektedir. Sübjektif bir değerlendirme genel bakışla yetinir. Nesnel bakış ise olgu ve olayların tek tek değerlendirilmesini de gerektirir. Delil vasfı taşımayan bilgi ve bulguların sayısının arttırılması onları delil haline getirmez.

Önceki duruşmada AİHM kararını ve karardaki AİHS normlarını yansıtan içtihat niteliğindeki hukuki tespitleri dikkate almama tavrının, heyetinize AİHS normlarını ihlal etmekte direnen bir merci görünümünü vereceğini ve bu davranışın davanın adilane biçimde sonuçlanacağına dair güven duymamızı imkansız hale getirdiğini ifade etmiştim.

Karşılaştığımız sorun Mahkemenizin prosedürel gerekçeler öne sürerek AİHM kararının gereğinin yapılmasını geciktirme ve bu kararı boşa çıkaracak şekilde davayı sonlandırma gayreti içerisinde olmasından ibaret değildir.

Asıl sorun, iddia makamının ve heyetinizin olayları ve olguları nesnel bir gözlemcinin bakışıyla değerlendirmeye isteksiz olması ve makul şüphe olduğu açıklıkla gösterilemeden kimsenin özgürlüğünden mahrum bırakılmayacağı kuralını bağlayıcı olarak görmemenizle ilgilidir.

Davanın adil bir şekilde yürütüldüğünün anlaşılması için usul kurallarına uyulmasının yanı sıra
temel önemdeki hukuk normlarına bağlı olunduğunun da görülebilmesi gerekir.

Her ne kadar çok geç olduğunu biliyorsam da Mahkemenizi olaylara ve olgulara siyasi söylemlerin empoze ettiği biçimde değil, tarafsız bir gözlemci gibi bakmaya davet ediyorum."