Doç. Dr. Osman Can, anayasa değişmedikçe özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının bir anlam ifade etmeyeceğini söyledi. Can, "kaldırsanız da bu anayasal düzen sürdüğü sürece normal mahkemeler de aynı işi görmeye, biz de kendimizi kandırmaya devam ederiz" dedi.
Can, adalet sistemindeki bozukluklara da değinerek, "Bir siyasi partiyi seçip Ankara’ya gönderdiğiniz zaman oradaki insanlar bu araçları görüp demokratik bakıştan uzaklaşmaya başlıyor. Siz oraya demokrasinin araçlarıyla gitseniz bile çok hızlı bir şekilde demokrasiye gereksinim duymayan bir noktaya geliyorsunuz. Çünkü araçlar tamamen elinizde. Anayasal düzenin anti-demokratik, azınlık hegemonyasına el veren hali bizi bu noktaya getiriyor. AK Parti için de bu böyle" diye konuştu.
Radikal gazetesinden Ayça Örer'in "Bu anayasal düzende muhalefet erdemdir" başlığıyla yayımlanan (1 Temmuz 2012) Osman Can söyleşisi şöyle:
Bu anayasal düzende muhalefet erdemdir
‘Özel Yetkili Mahkemeler’in yetkilerinin düzenlenmesi, “Ayrıcalıklı mahkemeler ne zaman kalkacak?” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Osman Can’la ÖYM’lerin kaldırılması tartışmalarını yeni anayasa çalışmaları bağlamında konuştuk.
Hukuktaki yeni düzenlemeler ‘mahkemeler arasında ayrıcalık var’ duygusunu ortadan kaldırıyor mu?
ÖYM’ler olağan mahkemelerle aynı statüde mahkemeler değil. Politik tercihi hukuki araçlarla kurmanın yoludur bunlar. Bu yüzden İstiklal Mahkemeleri’nin, DGM ’lerin devamıdır. Aslında olağan dönem görüntüsü altında olağanüstülüğün sürdürülmesine imkân sağlayan mahkemelerdir. İkinci nokta şu; demokratik temelde ortak paydasını üretememiş, sağlayamamış, sınıflar arası mücadelenin belirli bir dengeye ulaşmadığı ya da ekonomik barışın tesis edilmediği ülkelerde bu mahkemelere hep ihtiyaç vardır. Bu mahkemeler bir grubun diğer grup üzerindeki hâkimiyetini tesis etmesinin araçlarıdır çünkü. Bu mahkemelerin aslında ontolojik olarak mahkeme olduğu bile tartışılır. Mahkemeler toplum ve bireyin eşitlik ve adalet beklentilerine karşılık veren kurumlardır. Bu mahkemelerdeyse adalet tartışması yoktur. “Efendim bunlar çok adaletsiz mahkemeler” demiyorum. Görev alanları politiktir.
Türkiye ’de 12 Eylül ’den bu yana kesintisiz olarak özel mahkemeler varlığını korudu. Bu bir ihtiyaç mı?
Bir kesintisizlik vardır doğru, düşünün, 1926’da İstiklal Mahkemeleri kaldırıldı. Ama bu mahkemelerin kurulmasına imkân sağlayan kanun 1949’a kadar vardı. Dersim İsyanı’nda Seyit Rıza hakkında kararı veren İstiklal Mahkemesi miydi? Değil. Menderes dönemindeki mahkemeler... 27 Mayıs ve sonrası dönemindeki mahkemeler... DGM’ler 1973’te anayasaya girdi. Sıkıyönetimi dışarıda bıraktığımız zaman normal mahkemelerin de benzer pratiklere imza attığını görürüz. 1973’te DGM’ler kurulunca mı daha kötü oldu? Süreklilik bu mahkemelerin varlığı ya da yokluğuyla ilgili değil. Başka yerde bir süreklilik işliyor. Türkiye’nin 100 yıllık anayasal düzeni, onun ideolojik tercihlerinde süreklilik devam ediyor. ÖYM’lerin görev tanımına baktığımızda ‘Anayasal düzene karşı suçlar’ var. Nedir bu suçlar? Dersim’de Seyit Rıza’nın idamına yol açan şey neyse bugün hâlâ geçerli. ÖYM’lerin kaldırsanız da bu anayasal düzen sürdüğü sürece normal mahkemeler de aynı işi görmeye, biz de kendimizi kandırmaya devam ederiz.
ÖYM’ler Ergenekon , KCK gibi tartışmalı davalara baktıktan sonra kaldırılacak. Burada bir hukuki sorun yok mu?
Anayasal düzen ideolojik suçların varlığına imkân sağlıyorsa, ister olağan, ister ÖYM olsun devletin anayasal düzenini korumaya devam eder. Sonuçlar çok değişmez. Yüz yıllık politik tercihler yerinde duracaksa, devletin bölünmez bütünlüğü üzerinden Kürt muhalefetinin yok edilmesi tablosu değişmeyecektir. Türk yargı geleneğinde, politik muhalefet ile kriminal muhalefeti ayırma anlayışı yerleşmemiş. Bu nedenle de ciddi sıkıntı yaratabiliyorlar.
Teknik olarak suç denmez
Ne gibi sıkıntılar?
Mesela Büşra Ersanlı Hoca politik bir muhalefet yapıyor. Ama teknik ceza hukuku buna suç demez. Ama Ceza Kanunu, anayasal düzenin korunmasından söz ediyorsa, anayasaya bakacağız. Onun başlangıç kısmını okumaya başladığımızda, hiçbir faaliyetin devletin ideolojik tercihleri karşısında koruma göremeyeceğini görürüz. E bunu hâkimler ve savcılar da görür. Üstelik orada etnik milliyetçilik de anayasal düzenin temel esası olarak tayin edilmişse, Büşra Ersanlı’nın karşılaştığı muamele normalleşmeye başlar. Olağan mahkemeler olsa da bu sonuç değişmez. Yarın öbür gün ben de siz de tutuklanabilirsiniz. Çünkü konuşacağız ve eleştireceğiz. Zira yüz yıllık anti-demokratik düzenin normlarına muhalefet etmek bir erdemdir.
CHP ’ye demokrasi gerek
Tarif ettiğiniz tablo, toplumun atardamarlarına basmasına rağmen hâlâ bu konu çözülmüş değil...
Çözülecek, yoksa Türkiye yoluna devam edemez. Sadece yeni anayasaya giden süreci kolaylaştırması açısından bir anlam ifade etmesi nedeniyle bile ÖYM’lerin kaldırılması gerekiyor. Kürt muhalefeti açısından da ÖYM’lerin kaldırılması çok önemli. Anayasa yapım sürecine katkı sağlama ihtimali dahi kaldırmanın meşru gerekçesini oluşturmakta. Türkiye ’de yeni bir anayasayı zorlayan ekonomik nedenler de var. Kürt sorununu çözmek için, devleti işlevselleştirmek, ekonomik olarak büyütmek için, toplumsal, entelektüel katılımı sağlayabilmek için , adem-i merkeziyetçi bir anayasal düzen şarttır. CHP için de demokratik bir anayasal düzen şart. Çünkü herşey kontrol eden, denge sistemi olmayan bir anayasal düzen şu andaki düzen ve bu düzeni yaratan aktörlerin başında CHP geliyor ve nasıl zararlı olduğunu daha iyi biliyor. Ama artık onlara da zarar veriyor.. CHP ’nin geleneksel tabanının en çok demokrasiye gerek duyduğu dönemdeyiz. Hem onay hem katkı vermek zorundalar.
Tekrar yargıya dönecek olursak, biraz önce bahsettiğimiz davaların ( Ergenekon , Balyoz, KCK vs.) yarattığı kaygıyı hesapladığımızda yargıya toplumsal inanç nasıl tesis edilecek?
Mevcut anayasal düzenin varsayımlarından hareketle konuşursak bunun çözümü yok. Bir yeri düzeltseniz başka yer bozuluyor. Yargısal irade demokratik olarak teşekkül etmeyince siz istediğiniz değişikliği yapın. 2010 yılında Anayasa Mahkemesi’nin yapısı değişti, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısı değişti. Yargının teşkilatlanma biçiminde değişiklik meydana geldi mi? Adem-i merkeziyetçilik ortadan kalktı mı? Hayır. Yine Ankara ’daki yargının ne yapması gerektiği konusunda merkezden direktifler gönderilmeye devam etti. Her bir yargıç karar verirken merkezin direktiflerine baktı. Çözüm mahkemelerin teşkilat yapısını toplumsal çoğulculuğa dayandırmak. Toplumsal dengenin kurumların içinde de tesis edilmesini sağlamak. Ortak paydanın bir zihniyet olarak kurumların içinde de oluşmasının imkânlarını yaratmaktır.
Tam bu noktada kadrolaşma tartışmaları başlıyor.
Yargı demokratik bir düzene kavuşturulamadı. Kavuşturulamadığı sürece “benden” bile olsa benim düşüncelerime göre şekillendirilse bile yine bana bir tehdittir. Aslında bu konuda bir avantajımız var. Toplum 100 yıllık asimilasyona rağmen homojenleştirilemedi. Heterojenlik devlet aygıtına da yansırsa, başka bir Türkiye yaratabiliriz. Gruplar ne kendilerini korumak için ne de ayrıcalık elde etmek için kadrolaşma ihtiyacı hissetmeyebilirler. Zira denge ve kontrol sistemi güven yaratır, ayrıca serbest rekabet içinde herkesin çıkarını optimize etmesine imkân sağlar. O yüzden HSYK çoğulculaşmak zorunda. Anayasa Mahkemesi çoğulculaşmak zorunda. Belki eskisi kadar kötü olmaz ama sadre şifa da olmaz.
Kâğıt üstünde özgürlük anlamlı değil
1924 Anayasası’nda da herkes ifade özgürlüğüne sahipti, kimse ağzını açıp konuşamazdı. Kâğıt üzerindeki özgürlüğün hayatta bir karşılığı yok. Devlet aygıtının o özgürlüklere zarar vermeyecek şekilde yapılandırılması gerekir. Anayasa yazıldığı zaman bu sorun çözülecek mi? Özgürlüklere ilişkin herkesin şu hakkı vardır, şu hakkı vardır gibi ifadeler konmasının eğer bunu sağlayacak toplumsal dinamikler yoksa bir karşılığı olmaz. Ben bunu öğrendim hayatta. Özgürlükler ancak onu savunabilecek toplumsal dinamikler varsa bir karşılığı vardır. Bugün artık oluyor.
AK Parti de demokrasiden uzaklaştı
Kamuoyu, bu anayasanın değişmesine dair tavrını koydu ve üzerinden iki yıl geçti. Hâlâ somut bir zemine oturmadı anayasa çalışmaları...
Bu anayasal düzen demokratik meşruiyete sahip değildir. Bölücü, dışlayıcı bir anayasadır. Kürtleri dışarda tutar, kabul etmez, işine geldiği zaman dindarları, işine gelmediği zaman Alevileri dışarda tutar. İşine hiçbir zaman gelmemiştir, gayrimüslimler hep dışardadır. İdeolojik tercihi vardır. Bunu böyle koruyup savunduğunuz sürece sizin hep ötekileriniz olacaktır. Toplum artık bir anayasal düzenine dair tasavvurunu ortaya koyuyor. Devletin meşruiyeti başka yerlere dayandığı için devlet o noktaya gelmek istemiyor. Devletin elindeki bütün araçlar küçük bir azınlığın hegemonyasını devam ettirdiği araçlar. Yargı, emniyet, bürokrasi… Bir siyasi partiyi seçip Ankara’ya gönderdiğiniz zaman oradaki insanlar bu araçları görüp demokratik bakıştan uzaklaşmaya başlıyor. Siz oraya demokrasinin araçlarıyla gitseniz bile çok hızlı bir şekilde demokrasiye gereksinim duymayan bir noktaya geliyorsunuz. Çünkü araçlar tamamen elinizde. Anayasal düzenin anti-demokratik, azınlık hegemonyasına el veren hali bizi bu noktaya getiriyor. AK Parti için de bu böyle. Türkiye merkeziyetçi yapısı nedeniyle Kürt sorunu bu kadar uzun sürmüştür, polis devleti/militarist devlet yapısından kurtulamamıştır, darbelere açık hale gelmiştir.