Yeni kitabımı tanıtmak için son iki haftayı İstanbul’da geçirdim. Çok keyifliydi her şey. Televizyon programları, gazete söyleşileri.. Hiçbir kitabım için böyle planlı-programlı bir çabam olmadı benim.
Hemen hiçbir kitabım için daha fazla okura ulaşsın ve okunsun diye ciddi bir çaba göstermedim yani. İşi her defasında Allah’a emanet ettim desem yanlış olmaz.
Doğrusu, Ölümden Kalıma -Diyarbakır Cezaevinden Mektuplar kitabım bu bakımdan ayrıcalıklı bir muamele gördü benden.
Çok hoştu her şey. Gündüzleri yayınevinde, geceleri de dostlarla geçen iki kocaman hafta.
Buzlu rakı eşliğinde geleceğe dair ortak umutların paylaşıldığı İstanbul geceleri.
Bazen sımsıcak ve bunaltıcı bir havada, bazen yazın bittiğini hatırlatan bir serinlikte geçen zamanlar.
Ölümden Kalıma kitapçı raflarında yerini aldığında ise benden bu kadar deyip evime dönmek için 3 eylül günü saat 21:00’de Ankara uçağına bindim.
Atatürk Havalimanı’na gitmeden önce, İstanbul’da bir arkadaşımın ofisinde merakla beklenen Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasını dinlemiştim.
Bindiğim Uçak Esenboğa Havaalanı’na indiğinde benim aklım hâlâ bu konuşmadaydı.
HAVAŞ’ın şehre giden otobüsüne bindiğimde saat 10:45’i gösteriyordu.
Telefonum açıktı, 11:30’a kadar telefonum aranmadı..
Sonra Ankara Otobüs Terminali’ne varmıştık ki, telefonum çaldı. Ekranda bilinmeyen numara yazıyordu. Bilinmeyen numaralardan pek hazzetmem. Ama yurtdışından bazen gelebiliyor bu tür aramalar. Telefonumu açtım, ama konuşan olmadı.
Bunun yerine garip sesler duymaya başladım.
Hırıltılı, boğazı düğümlenmiş gibi sanki, can çekişen bir insanın çıkardığı seslere benziyordu bu sesler.
Çok korktum, bir tanıdığım, kötü bir şey, ne bileyim belki bir kaza geçiriyor diye düşündüm.
Arayan her kimse belki kaza geçirmiştir, yardıma ihtiyacı vardır ve bu kaza ânında aklına beni aramak gelmiştir diye hızla bir şeyler geçti aklımdan. O anda korku ve merak içinde ürperdiğimi hissettim. Birkaç kez heyecan içinde alo, alo dedim ve sonra gelecek cevabı bekledim. Otobüstekilerin de dikkatini çekti bu halim. Sonra kuvvetli gıcırtılar gelmeye başladı. Sanki bir şeyler kırılıyor gibiydi. Derken telefonun öbür ucundan bir ses duydum:
“Kendine çok dikkat et!” dedi bu ses.
Duyduğum ses ne tam kadın sesine ne de tam erkek sesine benziyordu. Çok tuhaf bir sesti ve belli ki konuşanın gerçek ses tonunu yansıtmıyordu. Kısa bir an bekledim, devam etsin, meramı nedir, bunu anlayayım diye.
O ise, “kendine dikkat et!” dedikten sonra sustu, yeniden can çekişen insan sesi duymaya başladım. “Kimsin sen?” dedim birkaç kez.
Bana neden böyle bir şey soruyorsun der gibi, gayet yumuşak bir tonda “sen kimsin” dedi o da. Telefonumu kapatmam en iyisiydi belki. Ama yapamadım. Açık kaldı telefon. Sonra çığlıklar duydum ve çığlıkları yayan cihazın sesi kısıldı yavaşça ve ardından yine o ses şöyle dedi:
“Her an ölebilirsin!”
Bu sözleri duyunca öfkelendim ve “Sen bir hayvansın” dedikten sonra telefonu kapattım..
Otobüsten indim ve bir taksiye atlayıp evime geldim.
Yazarı, çalışanı ve muhabiriyle Taraf kadrosunda olup da şimdiye kadar hakarete uğramayan, tehdit edilmeyen kimse belki de yoktur.
Zaman zaman o malum maillerden bana da gelir. Aklımı başıma almam,
Kürtlere eşit hak talep ederken iyice düşünmem tavsiye edilir. Bu tavsiyeler, genellikle bu ülkede binlerce Ogün Samast’ın olduğu hatırlatılarak yapılır filan.
Ama ölüm tehdidi, üstelik böyle efekt kullanarak ölümle tehdit etmek ilk kez oluyor.
Evdekilerle paylaşmasam, daha mı iyi olacaktı bilmiyorum, ama paylaşmak galiba en iyisiydi ve paylaştım.
Canan, “her şeyin iyiye gittiğini düşündüğümüz zamanlarda neden hep böyle uğursuz şeyler oluyor” dedi üzüntüyle..
Sonra oturup çocuklara, Hiwa ve Zerdeşt’e durumu anlattık.
Bütün aileyi ilgilendiren ortak konularda küçük meclisimizi toplar durumu paylaşırız.
Zerdeşt böyle hallerde merakla dinler bizi ve anladığını ifade eden davranışlarda bulunur.
Bu kez de öyle yaptı. Dinlerken olup biteni anladığını fark ettik; doğrusu her zamankinden farklı hüzün dolu bir yüz ifadesiyle baktı bize..
Yalnızca kod adıyla ve hep karanlıklarda yaşamaya mahkûm olmuş kimseler var.
Karanlıklar içinde yaşıyorlar.
Korkaklar ve herkesi kendileri gibi korkak ve zavallı sanıyorlar.
Bu ara sesim biraz fazla çıkmaya başladı ya, anlaşılan beni tehlikeli biri olarak görmeye başladılar.
Susmamı istiyorlar.
Bense çok bahtiyarım, yazılarımla dile gelen düşüncelere güvenen ve inanan insanlar çoğalıyor galiba.
Bu ölüm tehdidi bunu açıkça gösteriyor.
Ama 18 yıl önce, ölümden dönmüş birine yıllar sonra ölüm tehdidi neye yarar, hiç düşünmüyorlar bunu ve can çekişen insan sesi eşliğinde, beni her an öldürebilecekleri tehdidinde bulunuyorlar.
Böylece hayatımın her ânını, ne zaman gerçekleşeceğini bilmediğim ölüm anlarını bekleyen zavallı biri gibi yaşayacağımı sanıyorlar.
Ama hiçbir şey, bu korkakların beklediği ve umduğu gibi olmayacak.
Bulunduğum yerden geriye bir adım bile atmaya niyetim yok benim.
(Orhan Miroğlu - Taraf - 6 Eylül 2010)