Gündem

'Org. Saldıray Berk'in arkasındayız'

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, e-mail yoluyla bir ihbarcı tarafından polise ihbar edilen TSK'ya ait bomba yüklü araç ile ilgili konuştu.

15 Mart 2010 02:00

T24 - Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Erzurum'da hazırlanan Ergenekon iddianamesinde 1 numaralı sanık olarak yer alan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in arkasında olduklarını açıkladı. Berk'in Alevi köylerine yardım yönlendirmesini iddianameye suç gibi girmesini eleştiren Başbuğ, "3’üncü Ordu Komutanı, Ergenekon Terör Örgütü’nün Erzincan yapılanmasının yöneticisi olarak suçlanmaktadır. Bu çok ağır ve ciddi bir suçlamadır. Çok özel bir durum yaratmaktadır. Suçlanan ordu komutanı Genelkurmay Başkanı olarak bana ve Kara Kuvvetleri Komutanı’na karşı sorumlu ve bağlı olan en üst seviyedeki bir komutandır" dedi.

Hürriyet Gazetesi  Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu'nun, Genelkurmay Karargahı'nda  Genelkurmay Başkanı Başbuğ ve Ağustos ayında aynı koltuğa oturacak olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner ile görüştü. Berberoğlu'nun "Gerçeğin arkasındayız" başlığıyla
(15 Mart 2010) Hürriyet'in manşetinde yayımlanan söyleşisi şöyle


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner Hürriyet’e Erzincan dosyasını açtı. Başbuğ ve Koşaner, 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in isminin bir numaralı şüpheli olarak geçtiği iddianamede yer alan suçlamalara iki açıdan karşı çıktı: “Tamamen gizli tanık ifadelerine dayanıldı ve askeri yetkililere bilgi verilmedi, bilgi istenmedi.” İki komutan Hürriyet’e bu çerçevede bilgi aktardı, “Biz gerçekleri anlatıyoruz, gerçeğin arkasındayız, bu nedenle Saldıray Berk’in arkasındayız” mesajını verdi.


Koşaner’le birlikte

Orgeneral Başbuğ’un çalışma ofisinde yapılan görüşmeye Kara Kuvvetleri Komutanı Koşaner’in yanı sıra Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu da katıldı. Orgeneral Başbuğ, Erzincan olaylarında gelinen noktayı şöyle özetledi: “Savcılık tarafından hazırlanan iddianame, mahkeme tarafından da kabul edilmiştir. Dolayısıyla soruşturma safhası tamamlanmış, kovuşturma safhası başlamıştır.” Genelkurmay Başkanı’na yöneltilen soru ve yanıtları şöyle:

Ciddi suçlama

- Erzincan olayları ile ilgili iddianameyi sormak istiyorum önce...

Bu iddianame ile 9 askeri personel suçlanmaktadır. 9 personelin 6’sı ise tutukludur. Elbette bütün rütbe ve görevlerde bulunan personelin durumu bizim için önemlidir.

- Erzincan İl Alay Komutanı da tutuklular arasında.

Evet, ayrıca burada bir de çok özel bir durum vardır. Bu iddianame ile görevde bulunan bir ordu komutanı da suçlanmaktadır.

- Ordu Komutanı için Ergenekon iddiası var.

3’üncü Ordu Komutanı, “Ergenekon Terör Örgütü’nün Erzincan yapılanmasının yöneticisi olarak suçlanmaktadır. Bu çok ağır ve ciddi suçlamadır. Çok özel bir durum yaratmaktadır. Suçlanan Ordu Komutanı, Genelkurmay Başkanı olarak bana ve Kara Kuvvetleri Komutanı’na karşı sorumlu ve bağlı olan en üst seviyedeki bir komutandır.


Paylaşılmadı

- Peki sizde bu iddialarla ilgili herhangi bir bilgi var mı?

Bu olayın gelişme sürecinde, sorumluluklarımız kapsamında; çeşitli defalar, ilgili makamlarla yapılan görüşmelerde, bu konuya ilişkin bize intikal etmemiş, bilmediğimiz bazı bilgiler var ise bunların bizimle de paylaşılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. Bize bu kapsamda intikal eden bilgi olmamıştır.

- Ordu Komutanıyla görüştüğünüz biliniyor, kendisine de sordunuz mu?

Ordu Komutanı ile yaptığımız görüşmelerde de, konuya ilişkin olarak kendisinin de görüşleri sorulmuştur. Ordu Komutanı çeşitli defalar bizlere iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.

(Başbuğ, Işık Koşaner’e dönerek soruyor:

- Hiçbir tereddüt var mı?

- Hayır yok.)

Sorumluyuz

Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Erzincan ile ilgili değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı:

“Şimdi bu durumda Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı olarak bizim sorumluluklarımız var. 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’e karşı olan özel sorumluluklarımız var. Astlarımızın karşı karşıya kaldığı sorunlarla yakınen ilgilenmek mecburiyetindeyiz. TSK iç hizmet yasasında var bu görev, gerekirse aile sorunlarıyla bile ilgileniriz. Ayrıca Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı olarak konuya ilişkin sorumluluklarımız söz konusu.”


TSK’da farkları tartışmak değil düşünmek bile tehlikeli

TSK milli ordudur. TSK’nın yapısına baktığınız zaman Edirne’den Hakkâri’ye kadar vatanın her köşesinden TSK’ya gelen general, amiral, subay, astsubay, uzman çavuş, er ve erbaş ile sivil memurları görürsünüz. Bizim için Türk milletinin bütün bireyleri, hiçbir fark gözetilmeksizin, etnik köken, mezhep farklılığı gibi, çok değerlidir ve eşittir. Bizim ordu yapımızın sağlam oluşunun, milli ordu oluşumuzun temel nedeni de budur. TSK personelinin etnik farklılıkları ve mezhep farklılıkları üzerinde bırakın tartışılmasını, düşünülmesini bile çok tehlikeli ve zararlı buluruz. Bunu yapanların da farklı niyetli, art niyetli, kötü niyetli olduğunu düşünmekteyiz. Buna da müsaade edemeyiz.


Org. Berk’e yöneltilen suçlama

ORG. Saldıray Berk, Erzincan Ergenekon soruşturması kapsamında iki kez Erzurum Cumhuriyet Savcılığına davet edildi ancak, ifade vermeye gitmedi. İfade alınamamasına rağmen Org. Berk, hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, ‘silahlı örgüt yöneticisi olmak’ suçlamasıyla bir numaralı şüpheli olarak yer aldı.


Önyargıyla yazanı onurlandırmam

3’üncü Ordu Komutanı’na yönelik suçlamalar, esas itibarıyla bir gizli tanığın ifadesine dayanmaktadır. Bu konuya, özellikle 3’üncü Ordu Komutanı’nın durumuna ilişkin yazı yazanlar ve görüş ileri sürenlerin öncelikle iddianamede 3’üncü Ordu Komutanı’na ilişkin yer alan bölümü, ki esas itibarıyla bir sayfadır, okumalarını öneririm. Yeri gelmişken şunu da ifade edeyim. Önyargıya dayanmayan ve doğru bilgilere dayanarak yazan ve konuşan herkese saygı duyarım. Bugüne kadar, önyargılı ve doğru bilgiye dayanmadan yazan ve konuşan hiçbir kimseyi kişisel olarak muhatap almadım, bundan sonra da muhatap olarak o kişileri de onurlandırmak istemem. Ayrıca her yazanın ve söyleyenin, yazan veya söyleyen kişinin, kendi karakter yapısını, bilgisini ve seviyesini gösterdiğine de inanıyorum.


-------


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, e-mail yoluyla ihbarcı tarafından polise ihbar edilen TSK'ya ait bomba yüklü araç ile ilgili konuştu. Başbuğ, "mahalli emniyet birimleri bu intikalden haberdar edilmemiştir.kamyondaki mühimmatın askere ait olduğu ifade edilmesine rağmen ilgili savcının askeri makamlarla bir bilgi teatisi içine girme ihtiyacı duymamaları benim için çok önemlidir. Böyle bir ihbarın doğru olmasının düşünülmesini bile ben ürkütücü buluyorum." dedi.

Milliyet gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila, Genelkurmay Karargâhı'nda,Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner ile yaptığı görüşmeyi köşesine taşıdı. Bila'nın Milliyet gazetesinde yayımlanan bugünkü (15 Mart 2010) yazısı şöyle:


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, bomba yüklü kamyona yapılan polis baskınını eleştirdi: Bizce mühimmatla ilgili olayda iki önemli nokta var. Bir, mahalli emniyet birimleri bu intikalden haberdar edilmemiştir. Yönetmelikler var. Bu konuda idari soruşturma yürüyor...

İkinci olarak da ihbarda, kamyondaki mühimmatın askere ait olduğu ifade edilmesine rağmen ilgili savcının askeri makamlarla bir bilgi teatisi içine girme ihtiyacı duymamaları benim için çok önemlidir. Böyle bir ihbarın doğru olmasının düşünülmesini bile ben ürkütücü buluyorum...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la söyleşimizin ikinci bölümünde ağırlıklı olarak Ankara’yı ayağa kaldıran “bomba yüklü kamyon” konusunu konuştuk. Başbuğ, ihbarda bile malzemenin askeri, araçtakilerin asker olduğunun belirtilmesine karşın emniyet ve savcılığın kendileriyle temas kurmamış olmalarına dikkati çekti. İhbardaki iddiaların doğru olabileceğinin düşünülmüş olmasını ürkütücü bulduğunu vurguladı. Olayla ilgili yaşanan sürecin “güven sarsıcı” nitelikte olduğunu söyledi.

Başbuğ, bu konudaki sorularımı yanıtlarken sözü önce Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner’e verdi.

Kamyonla Ankara’ya getirilen el bombaları nedeniyle gergin saatler, günler yaşandı. El bombaları Ankara’ya neden getirildi? Neden sivil kamyon kullanıldı?

Başbuğ: Mühimmat konusunu Aslan Güner Paşa’ya bırakalım

Güner: Sayın Bila, mühimmat olayında neden böyle bir intikal faaliyeti oldu oradan başlayalım. 29 Nisan 2009, yaklaşık bir yıl oluyor. Genelkurmay Başkanım bir basın toplantısında, bu mühimmat konularını sizlerle paylaşırken, mevcut düzende, NATO dahili sisteminde mühimmata kafile numaraları verildiği zaman, tek bir parçanın seri numarasının olmadığını altını çizerek söylemişti. Dolayısıyla aynı kafileden bazen 3 bin, 5 bin, belki 20 bin; cinsine göre, özellikleri noktasında lav mühimmatında aynı kafile numarası ile çıkıyor. Bunu dağıttığınız zaman, 25 - 30 ayrı birliğe, aynı kafile numaralı mühimmat gidiyor. Öyle olunca da farklı envanterini kontrol etmekte güçlükler oluyor.

Ve bildiğiniz mazideki bazı sıkıntılar yaşandı. Bunun üzerine Sayın Komutan emir verdi, ‘Bu eksikliği giderelim’ diye. Çalışmalar yapıldı TÜBİTAK’tan da teknik yardım alarak. Sonuçta iki şeye karar verildi. Bir, bundan sonra temin ve tedarik edeceğimiz bu tür mühimmatı, alacağımız yerlere sözleşmemize koyarak...

Başbuğ: Özellikle el bombası, lavlar. İkisi önemli.

Güner: En çok buralarda sorun olduğu için, bu ikisinin de mümkünse, sonra diğerleri tedarik edilirken sözleşmeye koyarak, seri numarası vurulmuş olarak her birine. Ama kafile numarası yine var. Ama her bombada bir numara yine olacak. Dolayısıyla yeni alacaklarımıza bu şartı getirdik. Ama elimizde çok miktarda eski numarasız olan var. Kafile numarası olan ancak seri numarası olmayan.

Dolayısıyla milyonlarca el bombası varsa, hepsini bir anda alıp, boyacı küpü gibi koyup seri numarası çıkaramayacağınıza göre, parti parti, yapan yerin imkânına bağlı olarak toplanıyor. Numara vuruluyor ve tekrar envantere alınarak, bu sefer hangi numaralı mühimmat, kime verildi kaydedilerek tekrar dağıtılıyor. Bu faaliyet kapsamında özel kuvvetlerin Güllük’teki birliğindeki 958 adet seri numarası olmayan bomba da numara basılmak üzere Ankara’ya getirildi.

Başbuğ: ‘Seri numarası olmayan deyince’ bazılarında var anlamı çıkıyor. Hiçbirinde yok yani. Sadece kafile numarası var hepsinde. Bunlara seri numarası vurmak amaç.

Bombalar 1953 üretimi

Güner: Ta 1953 yılında imal edilmiş, Amerikan malı el bombaları bunlar. Orada olan 958 adetin Ankara’ya getirilmesi için Özel Kuvvetler Komutanlığı 4 Mart’ta bir emir çıkarıyor. Bu görevi kimin yapacağı bir astsubay ve muhafız onbaşının adını da belirterek emri yayımlıyor. Taşımayı yapmak için ihale yapılıyor. İhale sonucu da ulaştırma hizmeti almak için bir firmanın bir aracı bu iş için kiralanıyor.

İlk defa yapılmış bir uygulama değil anlaşılan.

Güner: Özellikle Güneydoğu dahil pek çok intikalimizde, son zamanlarda hem personel intikalimizde otobüs tutuluyor, hem malzeme intikalimiz çoğunlukla bu tür araçlarla yapılıyor. Bunun güvenlik boyutu var, ekonomik boyutu var. Diyelim özel kuvvet askeri araç çıkarsaydı Ankara’dan bir boş araç gidecek birliğe, o yolu kat edecek yükleyip geri getirecek. İki kez olacak. Öbüründe belirli bir fiyata kiralıyorsunuz şoförü ve yakıtı ona ait. Dolduruyor, getiriyor, işi bitiriyor. Selamını verip gidiyor. Onun için dünyada çok uygulanan bir yöntemdir. Bizim bu konudaki yönergemiz buna cevaz veriyor. Yönergemizin ismi de milli yayın 55-4. MY 55-4.

İntikal sürecinde geçeceği yerlerde kimlere bilgi veriliyor?

Güner: Yine bu yönergeye bağlı olarak zaman içinde çıkarılan uygulama emirleri var. O diyor ki; “Böyle bir mühimmat naklini önceden geçeceğimiz güzergâhtaki ilgili askeri ve mülki makamlara bildirin.” Özel Kuvvetler Komutanlığı da yönergenin bu hükmünü yerine getiriyor. 9 Mart 2010’da, intikalden bir gün evvel bir mesaj çekerek, kimlere, güzergâh boyundaki jandarmalara ve Ankara içinden geçeceği için, büyük bir meskun mahal olduğu için Ankara Merkez Komutanlığı’na mesajı çekiyor ve bu kamyonun numarası, cinsi, araç komutanları, ne zaman yola çıkacağı ve hangi güzergâh takip ederek Ankara’ya geleceği yazılı.

Ya mülki amirler?

Güner: Özel Kuvvet’in mesajını alan jandarma, il jandarma komutanlıkları ve Ankara Merkez Komutanlığı da ikisi, bir nedenle, Ankara Jandarma ve Ankara Merkez Komutanlığı, muhafız ve eskort talebini mülki ve mahalli emniyet birimlerine iletmek durumunda olmuyorlar, iletemiyorlar bir nedenle. Başbuğ: Muhafız ve eskort onlarla ilgili değil. Yani burada Ankara İl Jandarma ve Merkez Komutanlığı’nın bu intikali mülki makamlara, emniyete bildirme sorunu var.

Güner: Eskort isteme hakkı var.

Polisten?

Güner: Tabii, polis eskort isteme hakkı da var.

İhmal ve unutkanlık anlamında bir şey mi?

Güner: Burada bir eksiklik olduğunu herhalde kabul etmemiz gerekiyor.

Bu Muğla’dan çıktığına göre yol üzerinde Denizli ve Afyon valiliklerine bildirildi mi?

Güner: Oralara yapmış, kodlamış .

Valiliğe bildirmiş mi oralar da?

Güner: Hayır, jandarma kendi yapmış.


Yani jandarmanın koruması altında geliyor. Tek başına değil.

Güner: Ta Sivrihisar’a kadar. Ondan sonra bir kesiklik, kopukluk oluyor. O şu anda soruşturuluyor. Ve sonuçta bu kamyon eskortsuz bir şekilde -korumasız diyemeyiz çünkü silahlı muhafızı var- ama eskortsuz bir şekilde Eskişehir yolundan gelirken Gölbaşı’na doğru döndüğü yerde durduruluyor. Ve bu durdurulma işlemi de bir ihbar e-mailine bağlı. E-mailde bazı detaylar verilmiş. Seferberlik Bölge Başkanlığı’na ait olduğu, muhafız durumundaki asker kişinin asker kimliğinden yararlanarak polis noktalarını kolayca geçeceği falan gibi. Hatta ilaveler var. İçinde uzun namlulu silahların da olduğu iddia ediliyor.

Terörle mücadele polislerimiz konuyu yetkili savcıya aktarıyorlar. Savcımız bunu kendine göre değerlendiriyor ve ilgili mahkemeden; aracın durdurulması, şahısların üstlerinin dahi aranması ve gerekli işlemin yapılması yetkisini alıyor. Ve bu yetki ile bu araç 18.00 civarında durduruluyor. İhbardan 2 saat sonra.

Buradaki önemli nokta; saat 16.00’dan 18.00’e kadar, ihbar mektubunda bunun askeri malzeme olduğu, içindeki şahısların asker olduğu söylenmesine rağmen askerle temas kurulmuyor. Ne Merkez Komutanlığı’na ne de Garnizon Komutanlığı’na; “Böyle bir ihbar var, bu sizin midir, bilginiz var mı?” vs. hiçbir şey sorulmuyor.


‘Telefona izin bile verilmemiş’

Sorulmadığı gibi, araç durdurulduktan sonra araç komutanı astsubay; “Ben asker kişiyim” deyip kimliğini göstermesine rağmen ve “Bana müsaade edin, durumu üstlerime, Merkez Komutanlığı’na haber vereyim” diye ısrarla söylemesine rağmen buna müsaade edilmiyor.
Belge gösteriyor, kimlik gösteriyor ve bir telefon hakkı istiyor. Bunlara müsaade edilmiyor. Hadi buna müsaade edilmiyor, kendileri de Merkez Komutanlığı’na haber vermiyor. Ve ondan sonra bunun askeri özellikleri biline biline araç Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyor. Bu konuda daha önce çıkarılmış genelgeler var biliyorsunuz. Adalet Bakanlığı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü’nün var. Çünkü daha önce de olaylar oldu, asker kişiye yapılacak işlemleri açıklayan çok sayıda genelge var. İlgili bakanlıkların ve makamların. Ama bunlara uyulmuyor. Uyulmuyor gözüküyor burada.

Şuna değinmeden geçemeyeceğim ben. TRT’nin durumu. Olay bir şekilde medyaya duyuruluyor veya medya duyuyor. Pek çok televizyon kanalı bu konuda son dakika, son dakika diye habere basıyor. Bunlara söyleyeceğimiz hiçbir şey yok. Yani haberci veya televizyonların en doğal hakkıdır. Ama TRT bir devlet televizyonu ve haber verirken el bombalarının seri numaralarının bilinçli olarak silindiği anlamına gelen, dolayısıyla ihbardaki o karışık, ajite edici bilgileri doğrular nitelikte haberler vermeye başlıyor. “Maksat sanki çok farklı” gibi polemik yaratacak haberler geçmeye başlıyor. Sonradan bu sorulduğunda bir kurum yetkilisi, “muhabirlerimiz aldıkları duyumları doğrulatarak haber yapar” dediler. Seri numaraları silinmiş gibi kafa karıştıran bir bilgiyi kime doğrulattılar doğrusu onu biz merak ediyoruz.


‘Tüm kurumlar zarar görür’

Başbuğ: 17 Aralık 2009’da, Trabzon’da bir konuşma yapmıştım. Okuyorum aynen oradan: Adli makamlarımıza da bazı sorumluluklar düşmektedir. Adli makamlar, ihbar mektuplarına, özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidirler. Özellikle TCK 250. madde kapsamındaki özel mahkemeler, bu kapsamda savcının yürüttüğü şeye baktığımız zaman genellikle iddianamelerde üç nokta öne çıkıyor. Bir, ihbar mektupları var çoğunda, itirafçılar var, gizli tanıklar var ağırlıklı olarak.
O zaman da bizim dediğimiz konu şu idi; bunlara karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmek lazım. Dedim ki; böyle durumlarda adli makamlar TSK’yı ilgilendiren bir durum varsa bizimle bilgi teatisinde ve işbirliğinde bulunmalı. Bu ilerde, aksi durumlarda kurumlararası çatışmaya neden olabilir dedim. Ne zaman dedim? 17 Aralık 2009’da dedim. Şimdi bu tip olayları maalesef son dönemlerde yaşıyoruz sık sık.

Bizce mühimmatla ilgili olayda iki önemli nokta var. Bir, mahalli emniyet birimleri bu intikalden haberdar edilmemiştir. Kim edecekti? Silahlı kuvvetler, yani ilgili silahlı kuvvetlerin sorumluları. Bu eksiklik. Tabii bunu doğal karşılamamız söz konusu değil. Sonuçta bu konuda sorumluluğu olan varsa ki soruşturma devam ediyor, elbette sorumlu olanlar varsa sorumluluğunun karşısında ne gerekiyorsa...

Askeri soruşturma yürüyor mu?

Başbuğ: Gayet tabii yürüyor, çünkü yönetmelikler açık. Uygulanması lazım. Bu idari soruşturma. İkinci olarak 10 Mart 2010 saat 15.57. İhbarı alıyor, kim, emniyet yetkilileri. İhbarda, kamyon üzerindeki mühimmatın askere ait olduğu ifade ediliyor. Araçta da askeri personel var. Askeri personel bulunduğu ifade ediliyor. Ve askeri birlikte de ilişki kuruluyor. Şimdi bizim beklentimiz şu. 17 Aralık’ta söylediğimin aynen burada bir uygulamasını görüyorum. Böyle bir durumda aslında emniyet yetkililerinin, ilgili savcının bu ihbara ilişkin askeri makamlarla bir bilgi teatisi içine girme ihtiyacı duymamaları benim için çok önemlidir. Bakın bu e-mail ile yapılan ihbar direkt olarak TSK’yı itham ediyor. Ve eğer içeriğini görürseniz, okuyun, ben böyle bir ihbarın doğru olabileceğinin düşünülmesini bile ürkütücü buluyorum. Çok ürkütücü. Bakın böyle bir ihbarın doğru olmasının düşünülmesini bile ben ürkütücü buluyorum.


“Bu davranışlar güveni zedeler”

Bu şekildeki davranışlar kurumlar arasındaki karşılıklı güven duygusunu zedeler. Toplumda gereksiz yere gerginlik yaratır. Gereksiz yere de toplumu işgal ediyor. Gereksiz yere günlerdir bu konular üzerinde konuşuluyor. Ne oluyor, sonuçta da ilgili bütün kurumlara zarar veriyor.

Bakın burada zarar gören Türk Silahlı Kuvvetleri nihayetinde. Türk Silahlı Kuvvetleri de zarar görüyor bana göre, Emniyetimiz de zarar görüyor. Adli makamlar da zarar görüyor. Bu devletin zarar görmesi demek. Bu kadar açık.


‘TSK bildirim hakkını saklı tutuyor’

Güner: Garnizon ve Merkez Komutanımız çok geç olarak öğrendikleri kamyon olayına ancak Emniyet Müdürlüğü’nde müdahil oluyorlar. Orada da bizzat sayın savcı ile, ilgili görevlilerle konuşuyorlar. Belgeleri ibraz ediyorlar. İlave belgelerle konuyu anlatıyorlar. Ama durum değişmiyor, sayın savcımız o bildiğimiz prosedürü yönetiyor. Ve tek tek kontrol ettiriyor ve sonunda sabaha karşı bırakıyor. Ertesi gün de biliyorsunuz kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi. Medyaya yansıdı. TSK hem adli açıdan, hem idari açıdan yapılan bu uygulamadaki noksanlıkları herhalde ilgili makamlara bildirme hakkını saklı tutmaktadır.


‘Kucaklaşma görüntüsü bizi mutlu eder’

Deprem felaketi yaşadık Elazığ’da. Sayın Başbakan da ziyaret etti. Halk 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Korkut Özaslan’a teşekkür edince Başbakan da teşekkür anlamında komutana sarıldı. Son günlerde asker sivil ilişkilerinde gerginlik yaşandığı için böyle bir görüntünün yansıması haber değeri taşır ve medyada yer aldı. Siz o görüntüyü görünce ne hissettiniz?

Başbuğ: Öncelikle, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Geride kalan bütün vatandaşlarımızın acısını paylaşıyorum. Onların acılarının azaltılması için hizmet etmek, TSK’nın asli görevlerinden bir tanesidir. Elazığ’daki deprem olayında da, 8. Kolordu Komutanlığı’na bağlı birliklerimiz bütün imkânlarını seferber etti. Orada Mehmetçiğimiz, subayımız, generalimiz vatandaşlarımıza yapabileceklerinin en iyisini, en uygun zamanda yapmışlardır. Tabii bundan sonra Sayın Başbakan’ın bölgeyi ziyareti sırasında Kolordu Komutanı ile kucaklaşması doğal bir durum. Doğal, güzel bir durum. Tabii ki o görüntüler bizi mutlu eder. Doğal, doğru ve güzel olan bir şey.


‘İhbarcıyı savcı umarım bulur’

İhbarın izlediği yolla ilgili haberler vardı.

Başbuğ: Bizim beklentimiz şu, ilgili savcılık bu ihbarı yapanı umarım bulur. Bu birinci ihbar değil, daha çok ihbarlar var. Madem ki geldi onu da söyleyeyim. İlgili savcılık da, kendilerine gelen bu ihbarların kimler tarafından yapıldığını umarım ki bulur.

Albay Dursun Çiçek olayında da, “ihbarcıyı bulun” demiştiniz.  Bulundu mu? 

Başbuğ: O konu bizim konumuz değil. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın konusu.

Dursun Çiçek olayında, ihbar eden subayın, “Gerekirse ben gider ifade de veririm” beyanı vardı.

Başbuğ: O bizim konumuz değil. Dolayısıyla temennimiz, beklentimiz, umudumuz bulunması.


‘Eşimin ağlaması güzel ve doğal’

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü. Tüm komutanların eşlerinin ziyareti sırasında, eşiniz Sevil Hanım’ın duygulandığını gördük. Ağladı. Bu duygularını sizinle paylaştı mı, siz sordunuz mu?

Başbuğ: Her yıl olduğu gibi komuta kademesinin, diğer subayların eşlerinin katılımıyla, her zaman ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk Anıtkabir’de ziyaret ediliyor. O gün de yine işlerim yoğundu eve geç döndüm. Anıtkabir’deki defteri yazdıktan sonra, okurken son cümleye kadar gayet iyi, son cümleye geldiği zaman bir duygusal an yaşamış. Ben de kendisine şunu söyledim. Anıtkabir’de, Ata’nın huzurunda duygusal anlar yaşamak güzel ve doğal bir şey.