- Ekin Kadir Selçuk
[email protected]
Yanlarında hep geri planda kalmak zorunda olduğunuz insanlar vardır. Onların kendilerini cümle aleme beğendirmek için her an ve her durumda sergilemekten kaçınmadıkları tek kişilik gösteriler yüzünden görünmez olursunuz çoğunlukla. Fark edilmemek için sessiz nefes alırsınız. Fark edilmeniz onlar için bir savaş ilanıdır çünkü. Kendilerinden başka biri zinhar dikkati çekmemeli, herkes büyük bir hayranlıkla onların ağızlarının içine bakmalıdır.
Bu kişiler ilgi çekmenin, beğenilmenin en kolay yolunun da espri yapmak olduğunu bilirler. Espri yapmak için kabiliyete, zekaya hacet yoktur; yeter ki özgüven mevcut olsun bünyede. Özgüven sihirli bir değnek gibidir. En klişe cümlelerden herkesi güldürmeye muktedir nükteler peydahlanır. Herkes güler onların esprilerine, çünkü yanlarında bulunmanın birinci şartı fark edilmemekse ikinci şartı bu tek kişilik gösterileri ayakta alkışlamaktır. Bu yüzden de her an kahkahaya, alkışa hazır izleyicilerle dolaşırlar. Ve nümayiş sırası efendilerine geldiğinde onlar da bu izleyici kitlesine karışır, yanaklarına sahte bir gülücük kondurup alkışa dururlar. İktidarın sonsuz sayıdaki çemberlerini çizen tebeşirlerden biri de espridir.
Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerini yürütmesi için tayin edilmiş Egemen Bağış beyefendi de bu gerçeği çok iyi bilenlerden. Politik kariyerini başkalarının yaptığı nüktelere gülmesine borçlu olan Egemen Bey’in son yıllarını bizi güldürmeye hasretmesi de bu yüzden. Çevresine toplanmış kudret sahibi adamların ve kadınların onun şakalarıyla, argo konuşmalarıyla kendilerinden geçmeleri ona yetmiyor. O biz fanilerin de kahkahasına talip. Esprilerinin neşelendirmek bir yana insanda derin bir mahcubiyet duygusu uyandırdığını söylediğinizde cevabı yapıştırıveriyor: Nankörler!
En son, İslam’a yönelik kötü sözler içerdiği söylenen bir kitabı kendisine uzatan Hollandalı milletvekiline son günlerin popüler videosuna atıfla, “oğlum bak git” diye karşılık vermiş. Hollandalı vekilin bu özlü sözü anlayıp anlamadığı bir muamma… Fakat mühim değil; daha önce yumurta atan öğrencilere sucuklu yumurta teklifi eden de kendisiydi. Sarkozy’e hak ettiği “kapak”lı tweeti göndermişliği de var CV’sinde. Dikkatinizi çekti mi; o bunları kendisi için yapmıyor. Bazen İslam’ı, bazen devletini koruma gayretinden başka bir niyeti yok. O ve onun gibiler böylesi ulvi değerler ve kurumlar için bunca gayrete girişirken bir türlü kendilerini biz nankörlere beğendiremiyorlar. Bu yüzden bütün öfkeleri… Hatırlarsınız, geçtiğimiz haftalarda Egemen’imizle aynı kabinede yer alan bir başka devletlû, İdris Naim beyefendi kendisini karşılamaya gelen bir adamcağızla şakalaşmıştı da yine nasıl da kıymetini anlayamamıştık Bakan’ın vatandaşıyla bu senli benli muhabbetini. Hep korkutucu yüzünü görmeye alıştığımızdan belki de, müstehzi bir edayla muhatabına “bir takla at da görelim” demesini muktedirliğin kibrine yormuştuk! Oysa bu cilveleşmeye tanık olanlar bıyıklarını oynatıp dişlerini göstererek sevgili Bakan’larının sempatikliğine kefil olmuşlardı.
Kameraları görünce zincirlerinden boşalıp sululuğun zirvelerine tırmanan bu adamlar kendilerini bize beğendiremiyorlar bir türlü; lakin beğenmesek ne fayda! Onların, şakalarına gülmeyenleri azarlarken öfkeden kızaran suratları her an ekranda. Bizi onlar yönetiyor, hayatımızın her alanına müdahale etme cüretlerini bir an olsun sorgulamıyorlar. Her yerde ve her zaman egemen olan onlar. Sahici kahkahaları güçleri yettiğince bastırmak istiyorlar ki onların gösterilerine bilet almaktan başka bir çaremiz kalmasın. Tüm yaşamı kendi sıkıcı, vasat performanslarından ibaret sanıyorlar. O noktaya kolay ulaşmadılar elbet. Yeri geldiğinde tüm yaşamı kendi sıkıcı, vasat performansından ibaret sanan başka birini alkışlamak, onun şakalarına gülmek zorunda kaldılar. Egemen Bey’i, Başbakan’ın yaptığı bir espriye gülerken gösteren herhangi bir fotoğraf karesine bakmanızı rica ederim. İktidar ilişkilerinin en saf halini o karede bulacağınıza eminim.
Genç gazeteci arkadaşımız Zeynep (kendisi uzunca bir süredir hapistedir) etrafını saran polisler eşliğinde adliyeye götürülürken “gülmek ideolojik bir eylemdir” demişti. Egemen Bey gibileri, onların üsluplarını, taşkın özgüvenlerini ve elbette esprilerini, muhataplarıyla cilveleşme biçimlerini düşündükçe benim de içimden “gülmemek direniştir” demek geliyor.
Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü, Doktora
� b� o8ȟ`/�üyor. Çıkarsa da bunun konuya eleştirel yaklaşan siyasetçi ve gazetecilerin ağzına bir parmak bal sürmekten öteye gidemeyeceği meydanda. Anayasa Mahkemesi‘nin diğer kararları, mültecilere ödenen yardımın miktarını belirlemeyi siyasetçilere bırakmak yönünde olmuştu. Ayrıca mahkemenin AB normlarına uygun davranması, diğer AB ülkelerinin maliyeti düşürmeye çalıştığı bir uygulamayı daha pahalı dolayısıyla Almanya’yı daha cazip bir hale getirmemesi gerekiyor. Kaldı ki, Alman kamuoyunda hakim olan düşünce Almanya’nın mülteciler konusunda diğer AB ülkelerine oranla daha cömert ve insani olduğu yönünde. Geçen hafta, Leibzig Belediye Başkanı’nın kentteki mültecileri farklı semtlere dağıtma kararı protestolara neden oldu. Komşusunun mülteci olmasından endişe duyan sadece Leibzigliler değil, başka kentlerde de benzer tepkilere şahit olundu. Bütün veriler istese de Almanya’nın kapılarını daha fazla mülteciye açamayacağı, mültecilere daha insani koşullar sağlayamayacağını, sorunun AB çapında çözülmesi gerektiğini gösteriyor. Peki ya AB istekli mi?
AB kendi içinde vize mi koydu bile
Bu soruya kısaca „hayır“ yanıtını vermek için geçen haftalarda AB’nde çıkan Schengen tartışmasına bakmak yeterli. AB içişleri bakanları Schengen’e üye ülkelerin kendini mülteci akınından koruyamayan diğer Schengen ülkelerine olan sınırlarını iki yıl boyunca koruyabilmesini istiyor. Bu cümleden, Türkiye ile sınırını korumayan Yunanistan’a diğer AB ülkelerinin bir anlamda vize uygulamasının mümkün olabileceği anlaşılıyor. Ayrıca içişleri bakanları diğer ülkelerin Şengen anlaşmasına uyup uymadığını ülkelerin kendilerinin denetlemesini istiyor. Yani istediği zaman Almanya haber vermeden Yunanistan sınırını denetleyip Schengen’e uyduğuna karar verirken Fransa bunun tersine kanaat getirebilir. Sınır kontrollerinde AB’nin kurumlarını safdışı bırakmak isteyenler, elbette, mülteci başvurularının dörtte üçünün yapıldığı Almanya, Fransa, Avusturya ve Hollanda gibi ülkeler, Akdeniz ülkeleri ise, sınır güvenliğinde diğerlerinden yeterli destek alamadıklarından şikayet ediyorlar. İçişleri bakanlarının aldığı bu karar nedeniyle kendini aldatılmış hisseden Avrupa Parlamentosu ise yetki derdinde. Bu nedende konuyu mahkemeye taşımak istiyor. Anlayacağınız AB para birliğine evrilirken parlamento dünya üzerinde yaşanan insanlık dramını değil ciddiye alınıp alınmamayı dert ediniyor. Aslında AB sınır kontrolleriyle kendi içinde dolaylı olarak vize koydu bile. Sakın bunda mali krizin etkisi olmasın?
Kaddafi de geri kabul anlaşması imzalamıştı
Öte yandan Avrupa Adalet Divanın’da olan iki önemli konu var: Biri İtalya’nın başvurularını değerlendirmeden mültecileri Libya’ya göndermesi yani onları vatansız kılması. İkincisi de diğer AB ülkelerinin Yunanistan’daki insani olmayan koşulları bile bile mültecileri bu ülkeye geri göndermesi. Daha bunları çözmeden AB bir başka yılana daha sarıldı bence. Türkiye ile vize muafiyeti karşılığı imzalanan “geri kabul anlaşması”. Türkiye’deki insan, kadın ve azınlık hakları konusunda olumsuz raporlar yazıp duran AB’nin sırf kendi ülkelerine gelmesin diye mültecileri Türkiye’ye teslim etmesini anlamak mümkün mü? Avrupa kendi yarattığı ateş topunu Türkiye’ye atarak mülteci sorunundan uzak kalarak affedilmez bir insan hakları ihlalinde daha bulundu. Üstelik bunun hesabı hiçbir zaman sorulamayacak. Şimdi Türkiye’de hükümet, tıpkı bir zamanlar Libya Lideri Kaddafi gibi mültecilere karşı para yerine elde edeceği vize muafiyetini ön plana çıkarıyor. Kaddafi’nin aldığı yanıt belli. Üye ülkelerine bile dolaylı yoldan vize koymaya çalışan AB’nin üç yıl içinde Türkiye’ye vizeyi kaldıracağına siz inanıyor musunuz? Ya Türkiye’nin de Libya gibi davranıp mültecileri perişan etmeyeceğinin garantisini kim verecek?