Medya

Okan Bayülgen: Yeni talk show kahramanları var; eski albaylar, itirafçılar, pişman FETÖ'cüler...

''15 Temmuz sonrası siyasi bombardıman bilinçleri post Tarkan haline getirmesi lazım''

12 Eylül 2016 12:16

Okan Bayülgen, yeni progamına dair açıklamalarda bulundu. Bayülgen, 15 Temmuz'dan sonra televizyon dünyasında konuk profilin değiştiğini belirterek ''Bu seyircinin artık başka kahramanları var: Eski albaylar, filanca itirafçılar, filanca gazeteciler. Hatta bence eski, nedamet getirmiş FETÖ’cüler bile birer talk show kahramanı. Çünkü Didem Arslan’ın müthiş programcılığına bakıyorum; “Şöyle yaptık, böyle yaptık” diye anlatıyorlar orada. Bana bir show business tarihi gibi geliyor'' dedi. Bayülgen, 15 Temmuz sonrası hakkında ''Bu saatten sonra Demet Akalın’a bir dönüş olmaz. Çünkü bu kadar yoğun siyasi bombardımanın en azından bilinçleri bir post Tarkan haline getirmesi lazım. Tarkan kendini geliştirmedi diye siz de kendinizi geliştirmemek zorunda değilsiniz'' dedi. 

Cem Yılmaz ile Ebru Şallı'nın ilişkisi hakkında konuşan Bayülgen, ''Cem’le birkaç kere bir araya geldik sonra. Cem zaten bu yaz böyle bir şey yapacakmış gibi görünüyordu. Tahmin edilemez şeyler yapıyordu yazın'' dedi. Bayülgen, tahmin edilemez şeyler sözlüne açıklama getirirken ''Çok eğleniyor... Gidiyor sahneye çıkıyor, şarkıcılarla şarkı söylüyor, yani ben 5 dakika duramıyorum onun durduğu yerde'' dedi. 

Okan Bayülgen'in Kanal D'de haftada 4 gün yayınlanacak yeni programıyla ilgili olarak Hürriyet'ten Ömür Gedik, Cengiz Semercioğlu, Onur Baştürk ve Melike Karakartal'a verdiği söyleşi şöyle: 

Onur Baştürk: Haftada dört gece yayınlanacak bir programla ekrana dönüyorsun. Ne gibi değişiklikler var programda?

Kanepeye dönüş yapıyorum. Neden? Çünkü yuvarlak masadan sıkıldım. Yıllar önce herkes kanepeye bardak gibi dizilirken, “Ben onunla yan yana oturmam” diyen kaprisli sanatçılar yüzünden masaya geçmiştim. 

Onur Baştürk: Bunu yapıyorlar mıydı gerçekten?

Tabii canım, herkes yapıyordu. Çok çirkin şeyler oluyordu. Bu yüzden masaya geçtik ve 20 konuk çağırmaya başladık biliyorsunuz. Beşi onun bunun varlığını öğrenince vazgeçiyordu, 15’i bize kalıyordu. 30 konuk çağırdığımız oldu. 

Cengiz Semercioğlu: Doğru bir şey miydi bu peki?

E başka türlü kıramazdım “Ben şununla oturmam, şununla otururum” meselesini. Fakat bundan sıkıldım. Zor bir format. Stüdyoda 360 derece çekim yapılmasını gerektiriyor. Başka da bir babayiğit yapamadı zaten. Neyse yaptık. Şimdi kanepeye dönüş... Ama nasıl yapacağız? 15 Temmuz’dan sonra konuk profilinin değiştiğini düşünüyorum. Bu seyircinin artık başka kahramanları var: Eski albaylar, filanca itirafçılar, filanca gazeteciler. Hatta bence eski, nedamet getirmiş FETÖ’cüler bile birer talk show kahramanı. Çünkü Didem Arslan’ın müthiş programcılığına bakıyorum; “Şöyle yaptık, böyle yaptık” diye anlatıyorlar orada. Bana bir show business tarihi gibi geliyor. 

Cengiz Semercioğlu: O zaman içerik siyasallaşıyor mu?

Yok, hayır, tam öyle değil. Didem Arslan’a bak, konukları ağlatıyor mesela. Bunlar siyasi tartışma programlarında olacak şeyler değil. Diğer siyasi tartışma programlarına bakıyorum, bayağı talk show yapılıyor. 

''Tarkan kendini geliştirmedi diye...''

İyi de Okan, bunlardan sıkılmadık mı? Son iki aydır hep bunlar televizyonda zaten...

Ama bu saatten sonra Demet Akalın’a bir dönüş olmaz. Çünkü bu kadar yoğun siyasi bombardımanın en azından bilinçleri bir post Tarkan haline getirmesi lazım. Ben hâlâ görüyorum, yazın kafalar fazla çalışmıyor, kafalar tatilde, cuppa cuppa tamam... Tarkan kendini geliştirmedi diye siz de kendinizi geliştirmemek zorunda değilsiniz. 

Onur Baştürk: Post Tarkan ne?

Yani şu; Murat Boz, Tarkan, Demet Akalın falandan sonrasına baktığın zaman, eğer bağımsızlar bunların yerini dolduracaksa, bunlar entelektüel tipler olacak. Aslında seyircinin talebi de bu. Dolayısıyla siyasi talk show yapmayacağım ama içinde doğal olarak siyaset olacak. Çünkü 15 Temmuz bence sokaktaki adamın inisiyatif aldığı ve politikacıları geride bıraktığı bir olaydı. Artık politikacının halka bir şey anlattığı değil, tam aksine politikacının halka yalakalık yaptığı bir dünyadayız. Herkeste şu an bir 15 Temmuz ruhu... Tamam abi, kültürel olarak yaşatalım o zaman. Dolu dolu yaşatalım. Sadece FETÖ’ye küfrederek olmaz. 

Cengiz: Haftanın bir gecesi mi böyle olacak yoksa her gece mi?

Tematik değil, her gece olabilir.

Ömür Gedik: Mesela ilk konukların kim olur?

15 Temmuz’un isimsiz kahramanlarından konuk almak isterim. Herkes talk show’culara baskı yapar, “Halktan kimseyi çıkarmıyorsunuz” diye. Biz de şunu söyleriz; “Çıkardığımız zaman bakıyor musunuz?” Ama artık bakar, çünkü o bizden biri. Ayrıca şunu unutmayalım, sosyal medyada herkes artık yayıncı. “Twitter’da da yazdığım gibi” cümleler kuruyor insanlar. Ana akım medyada biz sesimizi daha çok çıkarıyormuşuz gibi duruyor ama orada hiç tanımadığımız biri bir şey yazıyor mesela, çat Fatih Altaylı sinirleniyor, çat Murat Bardakçı sinirleniyor...

◊ Onur Baştürk: “Bu saatten sonra Demet Akalın’a dönülmez” dedin ya... Sen programa onları çağırsan ve bilinmeyen, başka bir yönlerini ortaya çıkarsan?

Onları Beyaz çıkarır ya. Hem öyle bir yönleri yok!

Onur Baştürk: Mesela Sıla?

Sıla evet, müthiş konuk. Ama o da bu açıklamalara devam etmek ister mi bilmiyorum. Ben olsam etmem.

Atilla Taş bile tutuklandı

Onur Baştürk: Oyuncular daha korkak diyorsun...

Evet... Müzisyenler daha manyaktır. Sıla mesela bir dizide başrol oyuncusu olsaydı öyle bir laf eder miydi? O laf yazıldıktan sonra hemen kaldırılırdı. Sıla kendi işini yapan bir müzisyen olduğu için cesur. Baksana Atilla Taş bile tutuklandı. Mesela Yenikapı’da kaç tane dizi oyuncusu, kaç tane müzisyen vardı? Yüzde 90’ı müzisyendi. 

Cengiz Semercioğlu: Müzisyenin derdi konser kapabilmek. Oyuncunun öyle bir derdi olmadığı için orada değildi...

E sen şimdi dizi oyuncusuyla talk show yapmaya kalkarsan ne olacak? Olmuyor işte. Zavallı müzisyenlere olan oluyor. 

Cengiz Semercioğlu: Anlamadığım şu: Çok güzel program yapıyordun Kanal D’de. Birden çektin gittin. Giderken de “Ana akım medyadan bir şey olmaz, alternatif şeyler düşünmek lazım” dedin ve TV8’e kapağı attın. Şimdi ayrıldığın yere geri dönüyorsun...

Evet, erken öten horozum çünkü. Ben TV8’e Mehmet Nazif Günal’la bir şey yapmaya gittim. O günlerde anlattığım şeylerin hepsi çıktı. Biraz gecikmeli olarak. Mesela bütün reklamcılar internet reklamcılığı ile konvansiyonel reklamcılık arasındaki paylaşımın çok daha önce internet lehine döneceğini düşünüyordu. Bu olmadı. Birçok medya gurusunun söylediği şey geç gerçekleşiyor bu ülkede. Ben de bu konuda erken öten horozum. Sonra Mehmet Nazif Günal’ın çekileceği tuttu. Yine de orada enteresan işler yaptık ve reytingleri zıplattık biliyorsun. Ki bunu Acun’un yaptıklarını yapmadan yapmıştık üstelik. Asıl başarı odur. 

Cengiz Semercioğlu: Hâlâ beğenmiyor musun Acun Ilıcalı’yı?

Ben Acun’a bayılırım, çok tatlı adam. Hiçbir sorunum yok. Tabii ki bazı adamların yaptıklarını beğenmeyeceğiz. Özellikle bize hitap etmiyorsa, yanlış etikle, yanlış yayıncılık yapılıyorsa...

Onur Baştürk: Yanlış etik derken? “Survivor” gibi mi? 

Ya televizyon kesinlikle bir eğlencedir, hiçbir şey öğretemez. Bunu yıllardır söylüyorum. Bir şey öğrenmek için çabalaman lazım. Fikir ediniyorsunuz programlarda. Bir şey öğrenmiyorsunuz...

Ama bu kadar da lümpen bir eğlence yapmanın anlamı yok. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, ben böyle yoğurt yiyorum, o öyle yoğurt yiyor.

Para bitti

◊ Ömür Gedik: En sevmediğin format hangisi şu anda televizyonda?

Evlilik programları 1 numara. Bunun niye böyle olduğunu anlamıyorum, çünkü televizyoncular “denizin bittiğini” çok iyi gördüler. Deniz bitti. Mesela ben artık prime time 3’ün, hatta prime time 2’nin de reklam geliri açısından bitmiş olduğunu görerek geliyorum. Her zaman söylenen “Yıllardır Beyaz’dan ve Okan’dan başka adam yetişmiyor” lafı, safsatadır. Bu yalandır, çünkü artık PT3’te birisine program yaptırmanın alemi yok, çünkü PT3’ün reklam gelirleri neredeyse bölgesel radyo fiyatlarına düşmüş durumda. 

Melike Karakartal: Niye böyle oldu?

Çünkü geç saatlerdeki kuşakların gelirlerini dizilere aktarmak zorunda kalıyoruz. Kadın programlarında biraz advertorial desteğiyle, yani kuşak reklam dışı gelirlerle bir şey yapıyoruz, o da bitiyor. Sadece prime time 1’imiz kaldı. PT2 ve PT3 duman... Ee? Yani kanallar, kendi alanının ne kadar daraldığını görüyor, buna rağmen bu çirkinlikleri yarıştırmanın bir alemi var mı? Madem para kazanmıyoruz, bari haysiyetli duralım. Yani Türkiye’de Okan’ın kazandığı paranın azaldığı kadar, Acun’un kazandığı para da azalıyor. Herkesin kazandığı para azalıyor. 

Cengiz Semercioğlu: Dizi oyuncuları için aynı şey geçerli değil ama...

Televizyonculukta bir tek prensibe inanırım: Kaç para aldığın değil, o parayı kaç defa aldığın önemli. Eskiden bir oyuncunun dizisi 3-4 sene devam ediyordu. Şimdi bak başlayan dizilere... 8 bölüm sonra kalkıyor. Eğer o dizi dayanıyorsa her şeye rağmen, ya destekle reyting aldırılıyor ya da rakiplerden kaçırılarak reyting aldırılıyor...

Ömür Gedik: Nasıl destekle yani?

Türlü numara var. Artık diziler, genel yayın yönetmenlerinin namusu haline geliyor. Çünkü bir genel yayın yönetmeni sezona şu kadar adet diziyle, şu kadar adet programla başlıyor. Bakıyoruz, daha sezonun ortası gelmeden hepsi kaldırılmış. O zaman biz demez miyiz o genel yayın yönetmenine, “Arkadaş, oyuncu değiştireceğine biz mi teknik direktörü değiştirsek acaba?” diye. Dolayısıyla bazı işler, hele hele büyük işler, hele hele kanalın, herkesin desteğini almış büyük işlerde, artık yiğitliğe b.k sürdürmemek söz konusu. Sonuçta, dizilerden ve diğer her şeyden kazanılan para, çok azaldı artık.

Kanal hep zarar etmek zorunda

Cengiz Semercioğlu: Sen 10 yıl öncesine göre daha mı az kazanıyorsun?

Hayır. Neden olduğunu söyleyeyim. Çünkü ben, yaptığım işte benim kuşağımın ayakta kalması için uğraşıyorum. Bu sene de göreceksin, kuşak dışındaki reklam enstrümanlarını değerlendirerek hem kendim para kazanacağım, hem o kuşağa bir proje koyarak o kuşağın tükenmesini engelleyeceğim. Çünkü biz artık, ben ve Beyazıt, “Bizim kanalımızın yüzü olsunlar ama zarar etsinler” diye çalışamayız. Çünkü artık bizim ücretimizi ödeyecek para kazanılmıyor televizyonlarda. 

Cengiz Semercioğlu: Star’da da aynı şey mi oldu?

Orada da aynı şey. 

Cengiz Semercioğlu: Sen kazandın, kanal zarar etti...

Evet... Kanal zarar etti. Kanal, hep zarar etmek zorunda. 

◊ Cengiz Semercioğlu: Üçüncü kuşakta olduğunuz için tabii. Ama reyting olarak da “3 Adam”ın gerisinde kalıyordun...

“Survivor”dan yayın yapıyor, “Survivor”dan reklamsız olarak yayına geçiyor da o yüzden. Yani geçtikleri bütün programlar, adadan yayın yaptıkları ya da “Survivor”ı çıkardıkları bölümler.

◊ Melike Karakartal: Okan, 90’lardan bugüne kadar kaç farklı jenerasyona yönelik program yaptın ve hâlâ buradasın. Silinmek bir kenara, düşmüyorsun bile. İlla izleniyorsun. Neyi doğru yaptığını düşünüyorsun?

Çok güzel soru, teşekkür ederim. Böyle baktığın için de teşekkür ederim. Burada “Gelen adamla birlikte gelişmek” diye bir şey var. Söylediğim de o yani, Tarkan çocuk kalmış ama dinleyenlerin de çocuk kalması gerekmiyor. Çünkü birisi çıkıyor mesela, kürsüdeki hocaya; “Hoca ya o öyle değil ama” diyebiliyor.  Zaten o adama bakıyoruz, ileride ya bilim adamı oluyor, ya sanatkâr oluyor, ya siyasetçi oluyor. E o tiplerle aram iyi. Deli meli falan... Mesela o uzun saçlı olan çocuk. Diğer çocuklar arasında “bir kızla ilk çıkan” o. İlk önce o sigara içmiş. Eh, bu çocuklar, bu aklıevvel çocuklar diğer çocuklara da beni söylüyorlar. “Ya, bak şurada bir herif var” falan filan gibilerden. Yani, bağlantı öyle kuruluyor. Çünkü ben başladığım zaman mesela öyle birkaç tane laf etmiştim. Hatta kendimle dalga geçmek için söyledim. “Ben, kavruk Türk delikanlısının uzun boylu mankenlerle çıkabileceğini gösteren bir adamım” dedim falan filan... Çünkü benim İbrahim Tatlıses gibi bir hikayem yoktu yani...

Onur Baştürk: Ne dinledin bu yaz, Türkçe poptan bir şeyler dinledin mi?

Hiçbir şey dinlemedim, çok mutluyum. Bütün dünyada ne varsa dinliyorum ama “Türkiye’de Tarkan, yurtdışında Justin Bieber” diyorsan zaten başka boyutlarda yaşıyoruz. Evet, yurtdışında da işte Taylor Swift, Justin Bieber görülebilir ama dünya o kadar değil yani.

Cengiz Semercioğlu: O eski hızlı günlerin kalmadı. O yüzden magazinle de kavga etmene gerek yok artık. Eskiden bütün modeller, mankenler sevgilindi...

Yeteri kadar seviştim. Ve yeteri kadar fazla kişiyle seviştim. Yeni genç kızlar var ortalıkta, çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Belki de yaşlanmışımdır. Yani “Şu kız ne kadar hoş, bir yerlerde tanışsak” falan dediğim kimse yok. Biliyorsun, bir kere dünyanın en seksi erkeği seçildim. Birkaç kere Türkiye’nin seksi erkeği seçildim. Sonra yıllar geçtikçe, yaşlandıkça hâlâ ilk 100’e girmeyi başarıyordum. Sonunda çıktım. Çıkınca bana bir huzur çöktü. Mesela bilmem ne dergisi, en seksi 10 erkeği seçiyor. Hemen koşup dergiyi alıyorsun “Ya ben yoksam?” diye. Anlatabildim mi? Bu kulvardan düştükten sonra rahatsın. Yani artık yaşının olimpiyatlara katılmaya müsaade etmemesi gibi bir şey bu da...

''Yılın magazin olayı Cem'le Ebru'yu almaya gelen minibüs''

◊ Onur Baştürk: Yazın en büyük magazin olayı nedir sence?

Bence yılın magazin olayı, Cem Yılmaz ve Ebru Şallı’yı almaya gelen minibüsün, benim açacağım barın sokağına sokulmaya çalışılmasıdır. Çünkü oraya araba giremiyor. Bence olay odur. Oraya araba giremiyor ve araba giremediği için de çok mutluyum. Hani kapıda Ferrari’den bıkmış gibi valeye Ferrari veren adamlar var ya, “Al şunu gözüm görmesin” diye böyle, işte o adamlar benim barıma gelemeyecek diye seviniyorum. 

Cengiz Semercioğlu: Şaşırdın mı Cem’le Ebru’nun ilişkisine?

Hayır. Cem’le birkaç kere bir araya geldik sonra. Cem zaten bu yaz böyle bir şey yapacakmış gibi görünüyordu.

Cengiz Semercioğlu: Bir gözü dışarıda mı dolanıyordu, ne yapıyordu?

Tahmin edilemez şeyler yapıyordu yazın.

◊ Melike Karakartal: Cem Yılmaz, ne gibi tahmin edilemez şeyler yapıyordu?

- Okan Bayülgen: Çok eğleniyor... Gidiyor sahneye çıkıyor, şarkıcılarla şarkı söylüyor, yani ben 5 dakika duramıyorum onun durduğu yerde. Ben daha yaşlıyım tabii... Bence yılın magazin olayı da ünlülerin teknelere doluşup, ikramlı teknelerle Yenikapı’ya gidip bayrak sallamaları ve bunları çekmeleriydi.

Onur Baştürk: Sence samimiler miydi?

Bence samimiydiler. Yani insan samimi olarak talepkârdır, samimi olarak korkaktır, samimi olarak milliyetçidir, samimi olarak “evde yok”tur... Ama benim için gerçek kahramanlar Yenikapı’daki halktır, teknelerle götürülen sanatçılar değil. 

Onur Baştürk: Sen Paris’teydin. Burada olsan gitmez miydin? 

Tabii ki gitmezdim. Gitsem de o teknelerle gitmezdim. Kimse de gittiğimi bilmezdi.

Cengiz Semercioğlu: Sanatçıların yaptığı gösteriş miydi yani?

Büyük gösteriş yani.

Ömür Gedik: Teknenin ne sakıncası var?

Cengiz Semercioğlu: Bak, tekneyle giden Ömür itiraz ediyor sana!

Ben orada fazlaca “Öyle yapılması gerektiği için” hissi görüyorum. Bana samimi gelmiyor.

Onur Baştürk: Sıla’nın düşüncesindesin gibi geldi bana...

Hayır, Sıla’nın düşüncesinde değilim... Ama tekneye binenler buna mecburlardı. Belki de Sıla çok daha keskin bir şekilde ifade etti bunu. Sıla dedi ki; “Şov yapmaya gitmeye gerek yok”. Kapsayıcı bir laf. Ben diyorum ki, herkesin farklı talepleri vardır. 

Ama bana göre samimi olan halktır. Çünkü yaşlı bir adamın, hamile bir kadının güneşin alnında o kadar yolu tepip de Yenikapı’ya kadar gitmesinin kendisi için hiçbir çıkarı yoktur. Bu yüzden ben Yenikapı’ya gitmezdim, başka bir şey yapardım.

Melike Karakartal: Ne yapardın...

Şimdi programlarda yapacağımı yapardım. Benim işim gidip kalabalığı artırmak değil. Eğer bana deselerdi ki, “Yenikapı’da konuşma yapacaksınız” ya da “Birbirinizin üzerine tırmanacaksınız, en üste çıkan Türk bayrağını kaldıracak”, bunun için giderdim. Çünkü orada bir işe yarayacağım Okan olarak...

Onur Baştürk: Bu olaylardan sonra belli bir kesim “Artık gideceğim bu ülkeden, burada yaşama hevesim kalmadı” diyor...

Onlara çok kızıyorum. Giden tanıdıklarıma da kızıyorum. Yani millet de açmış seni bekliyor! Bir ülkenin vatandaşı olmaktan bahsettiğinde, “O ülke benim ülkem” dediğinde aslında birkaç yüz metrekareden bahsediyorsun. Mesela ben Galata’da bir sokaktayım. Gittiğim yerler belli. Günlük hareket alanım, hele İstanbul gibi yollarında yürünemeyen bir şehirde, 1 kilometrekare bile değil. Cebimde param olmasa da yaşadığım alan bana bir konfor sağlar. Bazen bakıyorum, 40-50 yaşında tipler “Memleketten gidelim, başka bir hayat kuralım” diyorlar. Bir kere o konforu kaybettiğin anda, hele hele sıraya bile girmeyi beceremeyen bir Türk olarak, zaten orada o kadar konforsuz bir hayata başlayacaksın ki, geri döneceksin.

Ömür Gedik: Küsler barışır ya bayramda, küs olduğun kimse var mı?

Hayır. Kimseyle ilgili bir problemim yok. Ben artık çok tek başımayım.

Cengiz: Beşinci evliliği de yaparsın...

Hayır. Kesinlikle evlilik yok. Şimdi artık biz evlilikten azadeyiz. Nasıl sigarayı, şekerli yemeyi bırakıyorsun, onun gibi evliliği de bıraktık.

Ömür Gedik: Onları kötü alışkanlık diye bırakıyorsun. Kötü alışkanlık mı evlilik?

Evliliği de bırakacaksın belli bir yaştan sonra. Çocuklar var, çocuklara karşı sorumluluğumuz var. Çocuklara olabildiği kadar anne-baba-çocuk üçgeninin bozulmadan, deforme olmadan yaşatılması gerekir.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız