Ceren Sözeri*
John Keane ’90’ların başında yazdığı Medya ve Demokrasi adlı kitabında Demokratik Leviathan dönemine girdiğimizden bahsederken saydığı sansür biçimleri arasında olağanüstü hal erkleri de bulunur. Devlet böyle dönemlerde ön engelleme ya da yayın sonrası sansür, tehdit, yasaklama ve tutuklama yöntemleriyle gazetecileri kendi politikaları doğrultusunda yayın yapmaya zorlar. Her türlü aykırı görüş, eleştiri “vatan hainliği” ile yaftalanır. Bunlar Türkiye’de ’90’ların çok öncesinde de uygulanan yöntemler. ’90’lardaki sansür biçimlerine çoğumuz tanıklık ettik zaten. Şu sıralar yaşadığımız ise bunun bir ileri aşaması.
Özgür Gündem ’90’ların devamını yaşadığımızın kanıtı olarak 16 Ağustos’ta 8. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından geçici olarak kapatıldı. Ardından bildiğiniz üzere polis baskınıyla gazeteciler gözaltına alındı. O gün yaşananları, eğer okumadıysanız, Kemal Bozkurt’un kaleminden mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Sendika10.org’da yayımlanan “Özgür Gündem’in saçları” başlıklı yazı, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumunun en iyi tasvirlerinden biri. Üzerine söylenecek pek bir şey yok ama yine de çabalamaya devam ediyoruz. Özgür Gündem’in kapatılması ciddi bir tepkiyle karşılandı. Geneli kastedemiyorum elbette. “Demokrasilerde terör örgütlerinin gazetesi olmaz” diye yazabilen, Tahir Elçi’yi ölüme götüren soruları soran fırsatçıları görmezden gelmenin en iyisi olduğunu düşündüğümden, dayanışmaya odaklanmayı seçiyorum.
Gazetenin kapanmasının ertesinde gazeteciler gerek haberleriyle gerekse gazete dağıtımı gibi eylemlerle meslektaşlarının yanında durdu. Bunlardan biri de Atılım gazetesi, Özgür Gündem’e sayfalarını açtı, ek olarak verdi. Karşılığında 9. Sulh Ceza Hakimliği tarafından toplatma kararı ile yüz yüze geldi. Buraya kadar alışıldık şeyler ancak söz konusu kararın gelecek sayıları da kapsadığı görüldü. Bilen varsa hatırlatsın ama ben böyle bir sansür biçimine rastladığımı hatırlamıyorum. Basın Kanunu’nun 11. maddesi “Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur” der. Basılmadık yayımın sansürünü Keane’in dahi hayal edebildiğini sanmıyorum. Onun ön engellemeden kastı hükümet yetkililerinin haber yayımlanmadan kurmaya çalıştığı baskı mekanizması ki bizim buralarda rutin uygulama zaten. Zamanında cezalardan yılan Ahmet Emin Yalman Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’ya “Madem eleştiriden hoşlanmıyorsunuz neden sansür uygulamıyorsunuz” diye sorar Saraçoğlu “Ben sansür koymam, Anayasa’nın emri dışına çıkmam. Fakat sen haddini bileceksin, bunu aşmayacaksın, aşarsan cezanı göreceksin!” der. Kimse açıktan sansürcü görünmek istemez, 9. Sulh Ceza hakimliği bunu düşünemedi herhalde.
Olağanüstü hal baskısından en çok etkilenenlerin başında gazeteciler geliyor. Her gün gözaltındaki gazeteciler için adalet talep eder hale geldik. Tutuklu gazetecilerin sayısı cuma akşamı itibariyle 97’yi buldu. Ülkenin basın özgürlüğü gündemini günlerce avukatları ile bile görüştürülmeden gözaltına tutulan gazeteciler oluşturuyor. DİHA Muhabiri Engin Eren 16, Cemil Uğur ve Halil İbrahim Polat 6 gündür gözaltında. Gazeteci arkadaşımız Tuğba Tekerek 21 Ağustos’ta perde değiştirmek üzere yola çıkıp geceyi Gayrettepe’de gözaltında geçirdi. ‘Suç’u gözaltındaki yakınlarını bekleyenlerin fotoğrafını çekmek. Gözaltına alındığında attığı “tweet”lere bakıp gelmişken yanına bir de cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ekleyiverdiler. Tuğba Tekerek titiz ve çok iyi bir gazetecidir, kendisinden beklendiği üzere o geceyi ve nezarethanede karşılaştığı manzarayı P24 Blog’da kaleme aldı. Masaya yumruğunu vurarak “OHAL var, istersek evraksız sabaha kadar tutarız, her şeyi yaparız” diyen polis istemeden bir habercilik başarısına vesile oldu.
Gazetecilik böyle bir meslek, baskı altına almaya çalıştıkça haberi ulaştırmanın, habere ulaşmanın yeni yolları hep bulunuyor. Baskılar dayanışmayı büyütüyor. Yalman gibi ironiye başvurup “Gazeteciliği yasaklamak istemez misiniz?” diye sorabiliriz, cevabı en azından kayıtlara geçsin. Susturmaya çalıştıkça gazetecilerin sesi daha gür çıkıyor, sansür dünya çapında daha görünür oluyor. İktidarsa kafkaesk öykü başlıklarını andıran “Özgür Gündem’in saçları”, “OHAL’de Perde Değiştirmek” gibi haber hikayelerinin karanlık kahramanlarına dönüşüyor her geçen gün. Zaten ne zamandır Kafka’nın Dava romanının içinde yaşıyor gibi değil miyiz?
Bu yazı Evrensel'den alınmıştır