Medya

"ODTÜ’den kafa kesen bir yobaz nasıl çıktı?"

"Ezidi kadınlar başta olmak üzere kadınların seks kölesi olarak kullanılmasını da savundu; bunu nasıl savundu?"

27 Aralık 2016 12:21

Hürriyet yazarı Fatih Çekirge, IŞİD'e katılan ODTÜ mezunu astrofizikçi Raşid Tuğral ile ilgili olarak "Gökyüzü biliminden yeryüzü yobazlığına nasıl düştü? Sorumuz işte budur. Raşid Tuğral. ODTÜ’yü bitirdi. Sonra Finlandiya’ya yüksek lisans için gitti. Ve 2 Ocak 2015’te Finlandiya’nın Oulu Tren İstasyonu’ndan Türkiye’ye doğru yola çıktı. Ankara’daki evine geldi. Babasına dedi ki: 'ODTÜ’den arkadaşlarla bir gece geçireceğim'. Sonra, sonrası yok" dedi.

Fatih Çekirge'nin "ODTÜ’den kafa kesen bir yobaz nasıl çıktı?" başlığıyla yayımlanan (27 Aralık 2016) yazısı şöyle:

Aslında  ODTÜ’den mi çıktı bilemiyorum.

Orada astrofizik okudu. Arkadaşlarıyla gökyüzü bilimine daldı.

Gökyüzü biliminden yeryüzü yobazlığına nasıl düştü?

Sorumuz işte budur.

Raşid Tuğral...

ODTÜ’yü bitirdi.

Sonra Finlandiya’ya yüksek lisans için gitti.

Ve 2 Ocak 2015’te Finlandiya’nın Oulu Tren İstasyonu’ndan Türkiye’ye doğru yola çıktı.

Ankara’daki evine geldi. Babasına dedi ki:

“ODTÜ’den arkadaşlarla bir gece geçireceğim.”

Sonra...

Sonrası yok.

Oradan Suriye’ye geçti.

Ve 27 yaşında Kürtlerle çatışırken öldü.

Ölmese belki bir Türk askerini infaz edecekti.

İşte buna şaşkınım.

Nasıl oluyor?

Aynı soruyu Astronomi Topluluğu’ndan arkadaşı Borataç da soruyor:

“Hâlâ Sorguluyorum... Bu noktaya nasıl geldi? Bir zamanlar esprili ve hiçbir şeyi ciddiye almayan biriydi. Aynı kişi kelle kesmeyi savunur hale geldi”

Nasıl geldi?

Ve daha da ötesinde...

Borataç soruyor:

“Ezidi kadınlar başta olmak üzere kadınların seks kölesi olarak kullanılmasını da savundu. Bunu nasıl savundu?”

Bu soruyu ben Berlin’de de duymuştum.

Alman İçişleri Bakanı Maiziere bir sohbetimizde şöyle demişti:

“Hâlâ anlamaya çalışıyoruz. Bu şehirde okuyan bir çocuk, nasıl oluyor da kafa kesmeyi normal buluyor?”

Bizim sorumuz da şu olmalıdır:

“ODTÜ’den çıkan bir çocuk, Finlandiya’dan kafa kesen bir yobaz sapık olarak nasıl dönebiliyor?”

Sormalıyız. Hem de en yüksek sesimizle sormalıyız.

Ve elbette bir konu daha var.

Acaba Avrupa’nın artık bu sömürge tarihini sorgulama zamanı gelmedi mi?

Dikkat edin...

Avrupa’daki eylemlerin ardından hep bir Tunuslu çıkıyor. Bir Cezayirli çocuk çıkıyor.

Çünkü onlar, sömürge vatandaşı olmuş Fransa’nın...

Ve bir sömürge çocuğu olarak, Paris’in arka sokaklarında büyümüşler.

Babaları ezik... Anneleri hizmetçi...

Üçüncü sınıf bir ezilmeyle... Nefretle... Öfkeyle gettolaşmışlar.

Amin Maalouf okumanın zamanı değil midir?

MERKEL’İN ÖNEMİ

İşte böylesine keskinleşen bir Avrupa’da...

Böylesine ırkçı eğilimlerin arttığı bir Avrupa’da...

Ulusalcılığın, Müslüman düşmanlığının oy getirdiği bir Avrupa’da...

Birleşik Avrupa’nın bir “insan hakları ideali” olduğunu savunan Merkel’in önemi daha da artmıyor mu?

Belki de yine aynı yere geliyoruz.

Stefan Zweig’ın 1932’de Floransa’da yaptığı şu konuşmaya:

“Bu nedenle bugün biri kalkıp da kendine bir Avrupalı olarak kimlik kartı çıkarırsa, kendini henüz var olmayan Avrupa devletinin bir yurttaşı olarak nitelendirirse, bugün var olan tüm sınırlara karşın çeşitlilik içerisindeki dünyamızı kardeşçe duygularla, bir bütün olarak duyumsarsa, bunu yapmasını kimse yasaklayamaz.”

Dikkatinizi çekerim.

Yıl 1932...

Hitler’in kasıp kavurduğu Avrupa...

Bütün mesele şudur arkadaşlar:

Avrupa yalnızca kendi sesini dinlerse, bugün DEAŞ... Yarın başkası olacaktır... Artık Avrupa’nın varoluş kültürüyle ilgili olarak bizim de konuşma zamanımız gelmiştir.

Avrupa’ya karşı değil, Avrupa için konuşma zamanıdır bu. Irklar için değil insanlık için konuşma zamanıdır.