Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Odatv davasında savcının mütalaasına karşı son sözlerini söyledi. Odatv iddianamesine karşı savunma yapmanın artık gereksiz hale geldiğini anlatan Terkoğlu, AKP'li eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında "Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olduğunu o gece öğrendim, bana ahmak diyebilirsiniz" şeklinde açıklamasını ve AKP'lilerin "Kandırıldık" açıklamalarını hatırlatarak “Size ne anlatayım? Çok afedersiniz, kendisi için kullandığı ifadeyi tekrar ettiğim için özür diliyorum, beni Bülent Arınç kadar ‘ahmak’ olmadığım için mi cezalandıracaksınız? Ya da devletin tepesinde ‘kandırılmaya bıkmamış’lardan olmadığım için mi suçlayacaksınız?” dedi.
Barış Terkoğlu'nun Oda TV davasındaki savunmasının tam metni şöyle:
"Sayın Başkan, Sayın Heyet,
"Bir sabah yatağımızdan alınıp sanık sandalyesine oturtulmamızın üzerinden 6 yıl geçti.
"Sizinle ilk kez karşılaşıyoruz. Sözüm bu nedenle şahsınıza değil. Lakin bu mahkeme, bu salon, bu dava hakkında iyi hisler beslemiyorum. Birikmiş bu cerahatin bendeki tasvirinde vereceğim rahatsızlık için şimdiden üzgün olduğumu söylemeliyim.
"Sayın Heyet, yıllardır bu salona gelip gidiyoruz.
"Bazen hapishane hücresinden geldik, kimi zaman kendi ayaklarımızla kapısından içeri girdik. Ömrümüzün sonunun nerede olacağını konuştuğumuz davaya bazen düğüne gelir gibi, bazen kutlu bir savaşa gelir gibi geldik.
"Son dönemdeyse sizin de malumunuz olan gelişmeler nedeniyle davetli olmadığımız bir toplantıya gelir gibi geldik. Zira bir gördüğümüz savcıyı bir daha göremez olduk, hakimlerimiz sabun gibi elimizden kaydı, mahkemelerin adı bile değişti.
"Bir biz kaldık. Teşbihte hata olmaz, biz bu mahkemenin eski müşterisiyiz.
"Sizi bu saatten sonra ne anlatayım"
"Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Neden yargılanıyordum, unutmuşum! Bir son söz söyleme ihtiyacı hasıl olur diye yıllar sonra açıp iddianameye baktım. Birkaç dakika sürdü. Kapattım.
"Size bu saatten sonra ne anlatayım? Ne söyleyeyim?
"Ben burada Ergenekon davasındaki kumpasları yazdığım için yargılanıyorum. Teğmen Çelebi’nin telefonuna yüklenen numaraları, Zir Vadisi’ne gömülen bombaları gösterdiğim için yargılanıyorum.
"Size bunları mı anlatayım?
"Ben burada Balyoz’un Türk ordusunun yurtsever mensuplarına kurulan komplo olduğunu yazdığım için yargılanıyorum. 'Darbe' diye önümüze attıkları bavuldan çıkan CD’lerdeki sahtekarlıkları Donanma’nın kalbine yerleştirdikleri dosyalardaki saçmalıkları anlattığım için yargılanıyorum.
"Size bunlardan mı bahsedeyim?
"Ben burada yargıda, poliste, orduda örgütlenmiş çeteyi yazdığım için yargılanıyorum. Beşiktaş Adliyesi’ndeki hakimlerin, savcıların, kumpasçı polislerle buluşma fotoğraflarını, Amerikan Büyükelçiliği’ne götürdükleri şantaj dosyalarını yayımladığım için yargılanıyorum.
"Size bir daha mı söz edeyim?
"Ben burada kendi topraklarına ihanet eden bu çeteyle siyasi iktidarın ortaklığını yazdığım için yargılanıyorum. Şimdi 'kandırıldık', 'ne istediler de vermedik', 'askere karşı Cemaat’le işbirliği yaptık', 'Cemaat’i Emniyet’e biz yerleştirdik' diyenler zaten bunu itiraf etmiyor mu?
"Size ne anlatayım? Çok afedersiniz, kendisi için kullandığı ifadeyi tekrar ettiğim için özür diliyorum, beni Bülent Arınç kadar 'ahmak' olmadığım için mi cezalandıracaksınız? Ya da devletin tepesinde “kandırılmaya bıkmamış”lardan olmadığım için mi suçlayacaksınız?
"Fethullahçı çeteyi de destekçilerini de unutmayacağız"
"Fethullahçı çeteyi unutmadık, unutmayacağız, asla da unutturmayacağız!
"Ama 'Ben bu davanın savcısıyım" diyenleri, biz içerdeyken Avrupa’ya koşup devlet içindeki Fethullahçı örgütlenmeyi anlatan kitapları bombaya benzetenleri, "Devlet içinde Cemaat, olur mu öyle şey" diyenleri, Fethullahçı polislerin -savcıların - hakimlerin sırtını sıvazlayıp her gün bize öfke kusanları da unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız!
Ömür var… Bu baş, hep bu omuzda durmaz. Lakin toprağa düşsek dahi bir tohuma karışıp yukarı çıkacağız, bizden sonrakilere hatırlatacağız. Uzatmayayım… Kararınız ne olur bilmiyorum. Dürüst olmalıyım, merak da etmiyorum. Hatta beni bağışlayın, ilgilenmiyorum. Zira bu dava çoktan bitti. Bu defter çoktan kapandı.
"Salonun bu yanı şahit: Defalarca 'Biz bu iddianameden daha uzun ömürlü olacağız' dedik. Salonun bu yanı şahit: Yazdığımız, yaptığımız, söylediğimiz her şeyin arkasında durduk. 'Burada suç yok' dedik. Salonun bu yanı şahit: Sizin oturduğunuz sandalyede oturan hakimlere, savcılara 'Cübbenizi kimseye kiralamayın' dedik. Bugün geldiğimiz nokta ortada.
"Yargı - polis savunma yapsın"
"Diğer arkadaşlar defalarca hatırlattı. Bu operasyonu yapan polisler, savcılar, hakimler ya hapiste ya firarda. Odatv’yi ilgilendiren itirafları onları sanık sandalyesine oturtacağımız davanın konusu, ancak atamaları yapan HSYK üyeleri de içerde. Bu dosyaya rapor yazan bilirkişiler bile kaçtı.
"Bu baş aşağı duran trajikomik tabloda, hala aynı salonda yargılanıyoruz. Yine de eksik bıraktığımız bir şey var. Sayın heyet, bu koşullarda artık sanıklar savunma yapmaz, bir şey anlatmaya çalışmaz. Yargı, polis savunma yapar.
(Bundan sonra bu salonu bir kez bile görmeden öldürülen Kaşif Kozinoğlu’nun sesiyle konuşmama izin verin. Ali Tatar’ın gözleriyle bakmama müsaade edin. Türkan Saylan sessizliğiyle bağırmamı anlayın.)
"Sayın heyet, bu baş aşağı duran tabloda savcılara şu soru sorulur: İçinizde bir tane daha İlhan Cihaner yok muydu? Bu tabloda hakimlere sorulur: İçinizde bir tane daha Şeref Akçay, bir tane daha Köksal Şengün, Oktay Kuban, Yılmaz Alp yok muydu? Bu tabloda polise sorulur: İçinizde bir tane daha Hanefi Avcı yok muydu? Keşke olsaydı! Olsaydı da Türkiye bu noktaya gelmeseydi! Hukuk; cemaatlerin fahişesi, iktidarların fedaisi olmasaydı!"
"Mütalaayı katlayıp katlayıp kaçak savcılara gönderin"
"Vaktimiz dar uzatmayayım. Bu dava, sizinle bu salonda tanışmadan çok daha önce çökmüş bir davadır. İddianamesi, bu sandalyelerde oturanlar tarafından lime lime edilmiştir. Savcıları, kollukları, hakimleri nereye kaçarsa kaçsın artık sanık sandalyesindedir.
"Bu savaş aylar, yıllar önce bitti, ama duruşmaları bitmedi. Sayın heyet, bu dava 2. Dünya Savaşı bittikten sonra savaşın bittiğinden habersiz ormanda yıllarca talim yapan Japon askerlerini hatırlatıyor. İşgali bitirdik, biz Bekirağa Bölüğünde kaldık. Albay Henry’nin kumpası ortaya çıktı ama Yüzbaşı Dreyfus’un duruşmaları devam etti.
"Savcı mütalaasını verdi, öyle görünüyor ki bu dava bugün fiilen bitecek. Ancak şunu bilmenizi isterim, bizim mütalaalık bir işimiz yoktur. Eğer yazıldıysa, zarfa konulup devletin bizi yıllarca insafına bıraktığı polislere postalanmayı hak ediyor.
"Bizim mütalaalık bir yerimiz yoktur. Eğer getirildiyse, katlanıp katlanıp kaçak savcılara, hakimlere gönderilmeyi hak ediyor.
"Biz bu iddianameye sığmadık. Kendi mütalaamızı kendimiz yazdık. Göbeğimizi kendimiz kestik fakat içimiz yanıyor.
"İçimiz yanıyor"
"Yoldaşlığı bize bu davanın armağanıdır, Ahmet Şık yine yazdığından, yine söylediğinden hapiste. İçindeki yaprak düşse yer titreyecek Ahmet Şıklara hala eza reva görülüyor. Sağ yanımda oturan, müvekkilinden önce adaleti savunan avukatlar Silivri’de. Hücrede sesimiz duyulmazken bizi hep savunan Kadri Gürsel, bugün bizim olduğumuz hücrede. Salonda bir duruşmayı bile kaçırmamış Murat Sabuncu mahpus. Hangi birini söyleyeyim, Musa Kart’ı mı Güray Öz’ü mü? Yarın bizim gibi çıkacaklar biliyoruz, bilsek de içimiz yanıyor…
"İşgalcilerin de savcısı hakimi vardı"
"Sayın Heyet; Bizim ülkemiz işgal gördü, işgalciler için zabit yazılanları da gördü. Bizim ülkemiz darbeler gördü, darbeler için savcılık yapanları da gördü. Bizim ülkemiz istibdatlar gördü, istibdatlar için hakimlik edenleri de gördü.
"Bu zabitleri, savcıları, hakimleri bir hatırlayan yoktur. Bunların çocukları, torunları dedelerinden bahsetmeye utanırlar. Adlarını hatırlayan yoktur.
"Lakin bizim ülkemizin ölüme de sürgüne de hapse de başı dik giden ve hiç tükenmeyen bir aydın geleneği de vardır. İşgaller, darbeler, istibdatlar yenilir; onlar yenilmez. Güneş söner, ay yarılır onlar cumhuriyetten, hürriyetten, bağımsızlıktan, ilerlemekten vazgeçmez. Bayrağımızı bin kez düşürseler, onlar daha yükseğe asar. Biz, kendimizi o aydınların devamcıları sayıyoruz.
"'Tövbe' diyerek kaçmadık"
"Bugün Fethullahçılar gider, birbirinden farkı yok, öbür tarikatlar, cemaatler gelir. Yine bu ülkenin yurttaşlarına kumpas kurar, biz ortaya çıkarırız.
"Bu iktidar gider, öbürü gelir. Biz yine yolsuzluğunu, hukuksuzluğunu yazarız. Bizim topraklarımıza yine harita çizerler, biz yırtarız. Dalkavuklar, saray soytarıları, Cemaat biatçileri her zaman bulunur. Rüzgara karşı yürümek ise zordur. Çünkü zor, yalnız devrimcilere verilmiş bir ayrıcalıktır.
"Sayın Heyet;
"Bir ülkeyi sevmek yalnız dalındaki zeytinini, kıyıya vuran dalgasını, damındaki kiremitleri sevmek değildir. Bir ülkeyi sevmek gerektiğinde hapishanelerini sevmektir. Sırtınıza giren kurşunu sevmektir. Çekilen çileleri, parmaktaki nasırlarını sevmektir.
"Biz bedeli ne olursa olsun ayağımızı bastığımız toprağa bağlılıktan vazgeçmeyeceğiz. Bu iddianameyi madalya diye göğsümüze takacağız. Bizi yatırdıkları hücreleri başımıza taç yapacağız.
"Biz Silivri’den “tövbe” diyerek çıkmadık, “yine yapacağız” şarkısını söyleyerek çıktık.
"Yine bu kürsülerden hakim savcı kovalayacağız"
"Keşke mütalaanın da kararın da bir hükmü olsaydı. Size dürüst olmak zorundayım, yok! Tarih hepsinden hızlı davrandı. Biz dün olduğumuz yerdeyiz, yarın da burada olacağız. Adı ne olur bilmem. Lakin bildiğim bir şey var ki bu düzen böyle sürdükçe yarın bu mahkemelerde yine biz yargılanacağız. Yine aynı şekilde suçlanacağız. Yine bu kürsülerden hakim, savcı kovalayacağız. Biz buradayız, burada olacağız. Mahkemeniz, artık bizden geçti. Bizden sonrakiler için, dilerim adalet sizden olsun."