Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan'ın "Lider-Siyasi Liderlik ve Erdoğan" başlığıyla yayımlanan kitabı ile ilgili olarak "‘Lider’lik, ancak modern siyaset ve ‘kişisellik’ çerçevesinde karşılık bulabilecek bir kavram ve olgu. Bu nedenle, muhafazakâr ve dindarlık iddialı bir çevrenin, liderliğe geleneksel, dinsel bir anlam kazandırma çabası beyhude bir çaba" dedi.
Nuray Mert'in "‘Erdoğan ve liderlik’" başlığıyla yayımlanan (10 Mart 2017) yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski Başbakan Yardımcısı ve danışmanı Yalçın Akdoğan, Lider-Siyasi Liderlik ve Erdoğan başlıklı bir kitap neşretmiş, kitabın tanıtım yazılarına göz atarken, liderlik mevzuu üzerine bir kez daha değinme ihtiyacı duydum.
Malum, ‘liderlik’, otoriter ve dahi totaliter siyaset biçimi ile doğrudan bağlantılı bir mevzu. Kuşkusuz, lider veya liderlik denilince her durumda otoriter, totaliter rejimden söz edilemez. Nihayetinde, en demokratik rejimler çerçevesinde de ‘siyasi liderlik’ ve de onun ‘karizmatik’ boyutundan söz etmek mümkün. Ancak, hali hazırda yaygın olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atfedilen liderlik tanımı, sıradan bir siyasi liderlik ve bir siyasetçinin karizmatik vasıflarının çok ötesinde bir gönderme.
Siyasi liderlik ve onun bir adım ötesinde karizmatik liderlik dediğimiz olgu, birbirinin devamı olan iki aşamada inşa olunuyor. Birinci aşamada, özellikle krizli, çalkantılı dönemlerde, toplumun geniş bir kesimini etkileme, peşinden sürükleme gibi vasıflara sahip kişilerin öne çıkması, geniş toplumsal destek kazanması süreci. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi yürüyüşünün bu zeminde gerçekleştiği inkâr edilemez bir gerçek. İkinci aşamada, ise bu seyir içinde güçlenen ‘lider’in etrafında bir ‘liderlik kültü’nün ve iktidar yoğunlaşmasının oluşması, oluşturulması söz konusu oluyor. Bu süreçte, bir yandan karizmatik kişiliğin doğal çekim gücü, diğer yandan ise bu kişiliğin yüceltilmesi, yüceltiliş biçimi ile yeniden üretilmesi söz konusu oluyor. Erdoğan şahsı etrafında oluşan liderlik kültü, şimdi ikinci aşamasında, kimisi sahiden karizmatik kişiliğinin büyüsüne kapılmış olduğu için, kimisi gücü karşısında korkusundan, kimisi ise yeni oluşan siyasi gerçeklik çerçevesinde kendine yer açmak için ‘lider’i yüceltme çabasına girişiyor.
Malum, ‘lider’lik, ancak modern siyaset ve ‘kişisellik’ çerçevesinde karşılık bulabilecek bir kavram ve olgu. Bu nedenle, muhafazakâr ve dindarlık iddialı bir çevrenin, liderliğe geleneksel, dinsel bir anlam kazandırma çabası beyhude bir çaba. Geçmişe gönderme yapmak için ‘siyasetnameler’e müracaat etmenin faydası yok, zira siyasetnamelerde söz konusu edilen, toplumu etkileme gücü ile seçilmiş siyasetçiler değil, geleneksel yollar ile, mesela babadan kalma saltanat ile iktidar sahibi olan ‘idareci’de (hükümdar sultan, emir) olması gereken vasıflar. İkincisi, dini dünya görüşü, ‘kişiliğin’ öne çıkmasına yol veren bireysellik kültü ile taban tabana zıt bir istikamette. Tüm geleneksel idare biçimlerinde, ister Hıristiyan, ister Müslüman dünyada, ‘idareci’ isterse imparator olsun, kişiliği değil, konumu itibarıyla dini korumakla vazifeli ve bu vesile ile dinsel meşruiyete sahip sayılıyor. İstediğiniz kadar, ‘dava’ sahipliğini bu çerçeveye sıkıştırmaya çalışın, dava denilen modern ideolojiden ve onun açılımlarından başka bir şey değil. Nitekim, mezkur kitapta da, ‘ideoloji’, ‘devrimcilik’, hatta ‘protest karakter’ gibi kavramlara yer verilmiş.
Bu uzun mevzuyu, şu daracık yerde daha fazla dallandırıp budaklandırmak mümkün değil, izninizle, son zamanlarda çokça lafı geçen, iktidar çevresinin ‘Ulu Hakan’ı II. Abdülhamid döneminden bir örnek ile, Erdoğan’a ‘kişisel manevi ve mistik cazibe atfeden’ anlayışla, o dönemin zihniyet farkının altını çizmeye çalışarak noktalayayım.
II. Abdülhamid, Mısır’da İngilizlere karşı çıkan milliyetçi (‘devrimci’ veya protest de denebilir) ayaklanmanın önderi Urabi Paşa’ya isyandan vazgeçmesi için nasihat heyetleri ve mektuplar göndermiş idi. Bunlar arasında, Feraşet-i Şerife vekili Ahmet Esat Efendi’nin mektubunda, Urabi Paşa’yı şöyle uyarıyor: “Siz diyorsunuz ki, ‘biz hak üzerineyiz, kimsenin gücünden korkmayız, kalp sahipleri tarafından müjdelendik’. Fakat bunlar gizli sırlardır. Cenab-ı Hak’tan başka bu sırları kimse bilemez…. Diyorsunuz ki, ‘Mısır halkı benim bu kıtadan çıkacağımı bilseler beni parça parça ederler, beni bu kıtanın hayat sebebi biliyorlar.’ Bu söz yanlış ve günahtır. Zira Cenab-ı Hak her vücutta mevcuttur. Böyle bir vücut ise vücudu vahidle muammer olmadığı gibi birinin ademi ile harab olmaz.” (zik.Dr. Ramazan Balcı, II. Abdülhamid ve Mısır, İstanbul 2011, Ek VI)