Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Almanya Parlamentosu'nda oylanan 1915 olaylarını 'soykırım' olarak niteleyen tasarı oy çokluğuyla kabul edilmesine ilişkin iktidarın verdiği tepkileri eleştirdi. "Geçmişi ile yüzleşemeyen her ulus devlet, kendisine yöneltilen iddialara karşı ergen tepkileri verir" diyen Mert, "‘Ermeni soykırımı’ meselesine ilişkin tavrımızın hep aynı çizgide kalması ‘ergenlik’te ısrar eden bir toplum olmamızla ilişkili olsa gerek" ifadesini kullandı.
Mert’in Cumhuriyet’te “‘Büyük felaket’ mi, ‘büyük iftira’ mı?” başlığıyla bugün (06.06.2015) yayımlanan yazısı şöyle:
Kurucu ‘mit’lerini sorgulayamayan, geçmişi ile yüzleşemeyen, bu yolla kendini dönüştüremeyen her ulus devlet, kendisine yöneltilen iddialara karşı ergen tepkileri verir. ‘Ermeni soykırımı’ meselesine ilişkin tavrımızın hep aynı çizgide kalması ‘ergenlik’te ısrar eden bir toplum olmamızla ilişkili olsa gerek. Tam da bu nedenle, hiçbir konuda anlaşamayan iki siyasi gelenek, yani laik Cumhuriyetçi ekol ile, İslamcı Milliyetçilik, bu konuda ortak tepki veriyor. “Milli bir konuda, doğal olan ortak tepki verilmesi değil mi” denilebilir. İşte asıl sorun burada; hangi ortaklık aidiyeti söz konusu olursa olsun, ‘aidiyet’, her konuda aynı tepkiyi vermek değildir veya artık değildir, olmamalıdır.
Doğrusu, ‘ulus devlet’ler ve ‘ulus veya millet’lerin oluşma sürecinde ‘türdeşlik’ esastır ve ‘ortak geçmiş’ birleştirici ‘mit’tir. Ancak, siyasal ve toplumsal demokratikleşme, yani farklılıkların ve özgürlüklerin baskıdan kurtulması, bu siyasal kurgunun, bu istikametinde aşılması ile mümkün olur. Türkiye’de Cumhuriyet rejimi ile kurulan veya kurgulanan ulus devlet yerini, ‘Yeni Türkiye’ denilen yeni bir rejime bırakma süreci yaşıyor. Ancak, bu yukarıda sözünü ettiğim türden bir dönüşme süreci değil, söz konusu olan; laik, Batıcı ulusçuluğun ve devletin yerini, İslamcımilliyetçiliğe ve devlete bırakması. Kürt ve Ermeni meseleleri eski ve yeni ulus-millet kurgularının ortak kalkış noktaları; biri seküler, diğeri İslami çıkışlı iki milliyetçililik ve bu temelde yükselen devletçilik anlayışının bu konularda çatışması zaten beklenemezdi.
‘Kanı bozuklar’
AK Parti’nin otoriter ulus devlet, yani eski statükoya karşı çıktığı noktada önümüze açılan demokratik imkân alanında, her iki konuda da dönüşme çabaları öne çıktı, ama maalesef ömürleri çok kısa sürdü. Kürt meselesinde ‘terörle mücadele’, Ermeni meselesinde “Asıl Ermeniler Müslümanları kırdı”, sonraları ise “Hocalı katliamını kınayın” anlayışı geri geldi. Komploculuk ve içe kapanışın yükseldiği son zamanlarda, ‘Batılıların kurduğu tuzaklar’, yaptığı ‘operasyonlar’, ‘üst akıl’lar, ‘iç ve dış düşmanlar’, ‘kanı bozuklar’ dili ve zihniyeti daha da tazelenmiş vaziyette.
Tabii ki, ‘tarihi gerçekler’in tartışma alanı parlamentolar değil, tabii ki Alman parlamentosunun verdiği karar siyasi. Ama işin orası da ayrı bir sorun; çünkü, bir yandan içinde olduğumuz ‘Batı ittifak sistemi’nin dışında kalmak gibi bir seçenek yok gibi görünüyor, ama diğer yandan ‘Batı emperyalizmine isyan bayrağı çeken bir lider ülke’ olma havasında, müttefikler ile ilişkilerin bozulmasının sonuçlarına katlanılamıyor. Dahası, Batı ittifak sisteminin üzerinde anlaştığı ‘değer’ler, ön kabuller, iddialar, Yeni Türkiye’nin işine geliyorsa kabul görüyor, değilse muhalefet etmek de değil, Batı ve değerleri yerden yere vuruluyor. Bu gidiş, ucuz pragmatizmden ağır şizofreniye doğru seyrediyor.
Utandırma yarışı
Son olarak, hiçbir toplum diğeri ile soykırım, katliam yarıştıracak kadar temiz bir geçmişe sahip değil, Almanlara ‘Yahudi soykırımı’nı hatırlatmanın lüzumu yok, zaten Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu tarihle yüzleşme iddiası temelinde inşa edildi. Dahası, son yıllarda, Almanya’nın Ermeni katliamlarındaki sorumluluğu çokça tartışılıyor ve parlamentoda oylanan soykırım metninde de bu sorumluluk kabul ediliyor. Özetle, adına ister ‘soykırım’, ister başka bir şey deyin, Türkiye’nin Ermeni meselesi ile yüzleşmesi, kendi ‘ruh sağlığı’ açısından şart, yoksa bu tür yüzleşmelerin hiçbir toplumu karalamak, utandırmak, damgalamak gibi bir hedefi veya sonucu olmamalı. Ama birileri için ‘büyük felaket’ olan, diğerleri için ‘büyük iftira’ olarak kalmamalı.
Tam da bu nedenle, karşılıklı utandırma yarışı üslubunda ‘açtırmayın geçmiş defterleri’ dili bana çok rahatsız edici geliyor. Ancak, geçmişi daha iyi anlamlandırabilmek için o defterleri açmalı, konuşmalı. Açılmışken o defterler; Birinci Dünya Savaşı dönemi Alman emperyal siyasetlerinin bu ülkedeki karşılığı ile de, İkinci Dünya Savaşı atmosferinde, İslamcıların, sağ milliyetçiliğin geçmişte Nazi Almanyası ile ilişkileri de tartışılmalı, yok yaftalamak için değil, geçmişle sağlıklı ilişki kurmak için.