Medya

Nuray Mert: Ali Bulaç'a ters kelepçe takılması, tutuklanması, ayıptır, günahtır; vefa İstanbul'da bir semtmiş!

"Öfke içinde çıkılan yolda, yanınızda bulacaklarınız bu tehlikeli yoldaşlar olur"

01 Ağustos 2016 11:38

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik başlatılan operasyon kapsamında tutuklanan Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan ile ilgili olarak, "Katiyyen, “iktidar bari zamanında kendine yakın duran isimleri sakınsın, öbürleri ile uğraşsın, ne olursa olsun dostluklar da düşmanlıklar da baki kalsın” demiyorum. Dahası, siyasette yolların ayrılması doğaldır, fikir ayrılığı olduğu noktada dostluklar bozulabilir, ama bir zamanlar birlikte hak mücadelesi yapılan insanlara bu denli aşırı ithamlar yapılması, siyasetin, fikir ayrılığının ötesinde, bir insanlık zaafı" dedi.,

Nuray Mert'in "Vefa İstanbul'da bir semtmiş" başlığıyla yayımlanan (1 Ağustos 2016) yazısı şöyle:

İlkesel olarak, insanların fikirlerinden dolayı cezalandırılmasına tabii ki karşıyız, lamı cimi yok! Dün, benzer şeyler başkalarının başına gelince, “Gazetecilikten yargılanmıyorlar, hukuki süreci bekleyelim” diyenler için dahi geçerli olmak üzere bu ilkeden uzaklaştığımız sürece her türden cadı avlarının parçaları oluruz. Tüm bunlar iki kere iki dört! Ama son gazeteci tutuklamalarına dair daha fazlası var. 
Olayın ilkesel yanına dair söylediklerimiz, tüm gazeteciler için geçerli ama içerinde bazıları daha fazlasını söylemeyi gerektiriyor. Başta Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan! Ali Bulaç, bir zamanlar İslamcıların en sevgili abisi, hocası, rehberi idi. Kemalizm eleştirilerini, seksen sonrası İslamcılığı ondan öğrenenler, yönettiği dergilerde yayımladıkları yazılarla bu çevrede unvan alanlar, sonradan bakan, müşavir, danışman, kısacası “büyük adam” oldu. O, bu işlerden uzak durdu, “Kendine yer bulamadı da ondan dışarda kaldı” diyenler oldu, ama nasıl oldu da bu iktidarda hevesli olan hemen herkes, hatta Erdoğan’a hakaretler savuranlar kendine yer buldu da o bulamadı, izahı zor. Cemaat gazetesinde yazmaya başladığında Cemaat ile iktidar arasında sorun yoktu, tam tersine can ciğer kuzu sarması idiler. Dahası, Bulaç, cemaat gazetesinde yazdığı dönemde, İran ve Suriye konularında gazetesi ile ters düşmekten kaçınmadı, barışçıl çözüm doğrultusunda yazılar yazdı. Gülen ile ne kadar yakınlık kurdu, neden onun görüşlerine yakınlaştı bilemem, ama darbe işlerine aklı yatacak, içinde bulunacak insan olmadığını hepimiz biliyoruz. Ters kelepçe takılması, tutuklanması, ayıptır, günahtır, zulumdür. 
Nazlı Ilıcak, 28 Şubat döneminin kahramanlarından biridir, bu uğurda sosyal çevresinden dışlandı. Fazilet Partisi’nde milletvekili iken, Meclis’e ilk başörtülü milletvekilinin girmesi esnasında ona cesaretle eşlik eden isimdir. Şimdilerde bu olayı dahi “cemaatin bir provokasyonu” olarak yorumlayanlara yazıklar olsun! O adım demokrasi açısından bir kilometre taşıdır, nitekim o taş üzerinden atlayıp milletvekili olundu. Zamanında, KADER’in, Meclis’e daha fazla kadın milletvekili girmesi için başlattığı kampanyaya ilişkin olarak, “daha fazla kadın milletvekili isteyenler, bunu sadece bazı kadınlar için istiyor, öyle değilse başörtülü kadınların milletvekilliğini de savunmalılar” diyerek itiraz etmiştim. Bu fikri destekleyen kadınların, başörtüsü ile resim çektirip dikkat çekmesi için kampanya düzenlemek fikrini ileri sürdüm, Yeni Şafak gazetesi önerimi olumlu karşıladı, ama başı açık kadınlar olarak, hatırladığım kadarıyla bu kampanyaya destek veren sadece beş kişi bulunabildi, bunlardan biri Nazlı Ilıcak’tı. O zamanlar iyi tanışmaz, hatta pek anlaşamaz idik, ama cesaretli duruşu bende saygı uyandırmıştı. Fikir ayrılıklarımız Soğuk Savaş dönemine kadar gider. NTV’de yaptığımız siyaset programında hep ters fikirde idik, iktidarı inatla savunurdu. Yine de bu esnada dost olduk ve dostluğumuz her şeye rağmen devam etti. Fikirlerinde inatçı olduğu doğru, Gülengrubu içinde bu böyle idi, ama bir darbe teşekkülünün içinde yer alacak insan olmadığını hepimiz biliyoruz. Şimdi, zamanında yazarı olduğu gazetede tutukluluk fotoğrafları teşhir havasında veriliyor. Kim ne derse desin, utanç verici işler bunlar. 
Ahmet Turan Alkan, benim için her zaman fazla sağcı, fazla milliyetçi idi, onunla da, benzer düşüncelerde olanlarla da zamanında çok tartıştık, dövüştük. Ama hep beyefendi ve çıkar peşinde koşmaktan uzak bir yazar olarak kaldı, muhafazakâr çevrede hep saygı duyulan bir fikir adamı olarak görüldü. Bir dönem iktidarın yanındaydı, sonra Gülen grubuna yakın durdu, onların gazetelerinde yazdı, ama kimseyi kazığa oturtmaktan söz etmedi, zaten öyle biri değildi, eleştirilerinin seviyesi karanlık sulara düşmedi. Hepimiz, darbecilik yapacak, darbe heveslisi olacak biri olmadığını biliyoruz. 
Katiyyen, “iktidar bari zamanında kendine yakın duran isimleri sakınsın, öbürleri ile uğraşsın, ne olursa olsun dostluklar da düşmanlıklar da baki kalsın” demiyorum. Dahası, siyasette yolların ayrılması doğaldır, fikir ayrılığı olduğu noktada dostluklar bozulabilir, ama bir zamanlar birlikte hak mücadelesi yapılan insanlara bu denli aşırı ithamlar yapılması, siyasetin, fikir ayrılığının ötesinde, bir insanlık zaafı. Bana kalırsa, bu ülkede fikir ayrılıklarının düşmanlık, kin, intikam boyutlarına varması zaten büyük felaket, bu yetmiyormuş gibi haklı mücadelelere destek vermiş insanların aniden düşmanlaştırılması toplumsal yozlaşma işareti. Böyle koşullar, iktidar meftunu oportünistler ile fanatik intikamcıların ön aldığı/alacağı ortamlardır. Öfke içinde çıkılan yolda, yanınızda bulacaklarınız bu tehlikeli yoldaşlar olur, yol da nereye varır bilinmez.