Kültür-Sanat

Nobel'i kazanmasının ardındaki sır

Ünlü Alman yazar Herta Müller'in 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmasının ardındaki sır...

12 Ekim 2009 03:00

Ünlü Alman yazar Herta Müller'in 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmasının ardındaki sır...

1919’da yapılan barış antlaşmalarından sonra Avusturya Macaristan’ın eyaleti olan Banat, bir kısmı  Macaristan’da kalmak üzere, Romanya ve yeni devlet Yugoslavya arasında bölünmüştü. Bölgedeki küçüklü büyüklü köyler birbirinin aynı görünüyordu. Çoğu Türk savaşlarından sonra boş olan bu büyük bahçeli, küçük evli köylerde oturanların Macar, Romen, Sırp, Alman, Bulgar hatta Doğu ve merkez Avrupa’dan buraya davet edilen Ruthenianlar olduklarını anlamak için tek gösterge bahçe ve ev kapılarının üzerindeki kilise işlemeleriydi.

Herta Müller işte bu köylerden biri olan, Romanya’ya bağlı  Nitzkydorf (Timeşvar)  köyünde büyüdü. Sürgünde doğmak, hatta sürgün doğmaktı onunki. Şiirlerinden birinde  “Saat dörttü/akşamüstüydü/ve ben beş yaşındaydım/Çocukken bile otuzumun ortalarında gibiydim” der. Bir ergenin veya hatta bir çocuğun köy hayatının yasaklarına karşı isyanı çok da şaşılacak bir şey olmasa gerek, ama 50lerde Nitzkydorf köyüne taze yaşanmış olaylar karşısında gerçekten de alışılmışın dışında bir sessizlik hakimdi.

Herta Müller iki kere sürgün yaşadı; ilki köydeki evinden ve ikincisi 1987’de Almanya’ya gitmeden önce anavatanı  olan Romanya’dan. Daha önce verdiği bir ropörtajda kuzey Romanya’ya yaptığı bir gezide karşısına çıkan ve bölgedeki Yahudilere ithaf edilen heykel  önünde şöyle der: “Hiçbir rehber kitap bu heykelden bahsetmez. Alman olan babamdan utanıyorum ve kendimi sessiz kalmış Romanya tarihinden ötürü küçük düşürülmüş ve aldatılmış hissediyorum.”

Müller’in eserlerinden biri  olan “Maramuresh’e Yaz Yolculuğu”nda geçen bir cümle şöyledir: “Birilerinin öldüğü her yerde, birileri de kendini evinde hisseder.” Müllerin hikaye ve denemelerinde açık seçik, huzursuz bir bakış vardır. Ama günümüz yazarlarından çok azı onun totaliter ve bölücü diktatör düşüncelere yaklaşımını, şiirsel, kişinin tenine işleyen, hafızalara kazınan anlatımını yakalayabilmiştir.

Müller’i Edebiyat dalında 2009 Nobel  Ödülüne layık gören İsveç akademisi kanımca iki şey yapmaya çalışıyor: ilk olarak, bir kere daha, “güzel yazma”’nın dar açılımı ile ne demek istediğini anlatmaya çalışan ve İngiliz dilini pazarlamayı güçlendiren İngiliz merkeziyetçiliğine meydan okuma. Ve belki de -İngiliz dilinin tüm evrenselliğine rağmen - Avrupa edebiyatı ile yıldızı bir türlü barışamayan İngiliz kültürünün karşısında akademi kendine en yakın yansımayı, en taşralı, en yöresel alanda görüyor.