Gezi süreci ve sonrası, 4 ve 5 Ekim tarihlerinde New York’ta “Talk Turkey – Geziden Bu Yana Hayatı Yeniden Düşünüş” konferansında tartışıldı. Talk Turkey konferans komitesi ve GEZIniyoruz ekibi tarafından ortaklaşa düzenlenen ve The New School for Social Research’ün ev sahipliği yaptığı konferans insan haklarından sanata, barış sürecinden medya sansürüne pek çok konuya değinen sekiz panel içeriyordu. Konferansın açılış konuşmasını yapan Dekan Will S. Milberg, okulun özgürlükçü ve eleştirel geçmişinden bahsederek, böyle bir konferansın parçası olmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi. Öğretim Görevlisi John VanderLippe ise konuşmasında Gezi Direnişi’ne katılanların gelecek nesile olan sorumluluklarını bilerek baskıya karşı çıktıklarını belirtti.
‘Gezi’de bir ütopya gerçekleştirildi’
Konferansın ilk konuşmacısı, “Barış Süreci ve Gezi” panelinden söz alan BDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Gezi Direnişi’nin başlangıcında neler yaşandığına dikkat çekerek şöyle devam etti:
“Bu ülkede 40 yıldır süren bir savaş var. Bu savaş halkları birbirine düşman etme konusunda çeşitli taktikler uyguladı. Bir kısmında da başarılı oldu. Gezi Parkı, Türkiye’de halkların kardeşliği anlamında, barışın esas olarak halklar üzerinden sağlanabilmesi anlamında çok önemli bir pratik oluşturdu. İlk karşılaşmadan kaynaklanan birkaç kıvılcım çıktı, herkes bunu büyük bir olgunlukla karşıladı. Buna gayret etti en azından. Yönetenler açısından en korktukları şey buydu, en tedirgin oldukları şey buydu.
…
Sistem bundan çok korktu. Bir de bu insanların Gezi direnişçilerinin öfkesinden değil neşesinden çok korktu. Orada ilk defa dünya halklarına da umut verecek bir ütopya gerçekleştirildi.”
“Gezi Protestolarında İnsan Hakları İhlalleri” panelinde direniş süresince polis ve devlet nezdinde uygulanan şiddetin uluslararası hukuk normlarında insanlığa karşı işlenmiş suç olduğunun altı çizilerek doktorlara ve avukatlara yönelik hak ihlalleri irdelendi. Panele İnsan Hakları Savunucusu Hekimler (Physicians for Human Rights, PHR) adına katılan Vesna Jaksic Lowe, 25 Eylül’de yayınlanan PHR raporundaki bulgulari özetledi. Sunumunun sonunda, Türkiye hükümetini biber gazı kullanımına son vermeye ve biber gazının yanlış ve kasti kullanıldığı mevcut vakaları araştırmaya davet etti. Diğer yandan, Türkiye biber gazının kurallara uygun kullanıldığını ispatlayana kadar ABD ve diğer ülkeleri Türkiye’ye biber gazı satışını durdurmaya çağırdı. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de üyesi olduğu Uluslarası Demokratik Avukatlar Derneği (International
Association of Demcratic Lawyers, IADL) başkanı Av. Jeanne Mirer ise Gezi sürecinde avukatlara yapılan baskı ve hukuksuz uygulamalardan bahsetti ve Türkiye hükümetini IADL adına bu ihlallere son vermeye çağırdı. Son olarak, Av. Kerem Gülay, uluslararası hukuk düzeyinde nasıl bir tutum izlenebileceği ve ne gibi adımların atıldığı hakkında bilgi verdi.
İlk günün üçüncü paneli olan “Sanat ve Gezi”de dramaturg Sündüz Haşar neoliberal politikalar ve sanat ilişkisinden bahsetti. Bu politikalar sonucunda son on yılda Türkiye’deki muhafazakarlaşmanın ve hükümetin “muhafazakar sanat” yaratma çabasının sanata ve sanatçılara nasıl yansıdığını anlatan Haşar'ın ardından sanatçı Nazım Hikmet Richard Dikbaş, Gezi’nin sanatı, sanatın da Gezi’yi nasıl etkilediği üzerinde durduktan sonra sanatçı Burak Arıkan’ın Mülksüzleştirme Ağları sunumu ile sanat paneli son buldu.
İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel’in önceden kaydedilmiş konuşmasıyla açılan ikinci günün ilk paneli, Türkiye feminist hareketinin tarihsel gelişimi, kadın ve LGBT hareketinin Gezi sürecindeki rolü üzerine yapılan sunumların ardından Tuncel’in canlı bağlantıda katılımcıların sorularını yanıtlamasıyla son buldu.
Gezi’de ölenlerin kanları medyanın da eline bulaştı
“Gezi ve Gazetecilik” panelinde, gazeteci Ahmet Şık, konuşmasına Eskişehir Valisi tarafından tehdit edilen meslektaşı Radikal Gazetesi muhabiri İsmail Saymaz’dan söz ederek başladı.
Saymaz’ın yaşadıklarının Türkiye’de askeri vesayetten sivil vesayete geçildiğinin bir kanıtı olduğunu dile getiren Şık, anaakım medyanın kamuoyuna doğruları aktarmaktansa egemenlerin otoritesini sağlamlaştırmak için kullanılan bir araç olduğundan bahsetti:
“Türkiye ana akım medyası ve malesef bu medya içinde yönetici, yazar, haberci gibi değişik sıfatlarla görev alan birçok kişi krallarına dalkavukluk yapan saray soytarılarının misyonunu üstlenmiş durumda. Ama o soytarılardan farkları bir cinayet şebekesi gibi çalışan devletin katliamlarına da ortak olmalarıdır. Kürt sorununun çözümsüzlüğe mahkum edilerek binlerce insanın canını yitirmesinden sorumlu olan Türkiye medyasının katil olduğu Gezi direnişleriyle bir kez daha tescillendi artık. Her bir cinayetin emrini AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan vermiş olsa da Gezi Direnişlerinde ölenlerin kanları, gerçekleri gizleyen, halkın değil sahibinin sesi olmayı tercih eden, kamu çıkarını değil egemenlerin çıkarlarını gözeten Türkiye medyasının eline de bulaştı.”
Siyaset Bilimi ve Felsefe Profesörü Şeyla Benhabib (Yale Üniversitesi), New York Üniversitesi’nde misafir araştırmacı Dr. Ümit Akçay, Ertuğ Tombuş (The New School) ve İktisat Profesörü Ahmet Tonak’ın (İstanbul Bilgi Üniversitesi) da katıldığı “Türkiye’nin Siyasi ve Ekonomik Geleceği” panelinde demokrasi, ekonomik büyüme ve otoriterleşme konularına değinildi. Türkiye’de AKP hükümetleriyle özdeşleştirilen ekonomik büyümenin kişi başına düşen milli gelire bakıldığında benzer ülkelerden farklılık göstermediğini ve hatta 2007’den itibaren düşüşe geçtiğini söyleyen Tonak, mevcut büyümenin daha iyi anlaşılması için sektörel büyümeye ve sektörler arası ekonomik eşitsizliklere bakılmasının daha sağlıklı bir değerlendirme yapılmasını sağlayacağını vurguladı.
“Kentsel demokrasi ve Gezi” panelinde Esra Akcan (University of Illinois at Chicago), Neil Korostoff (Penn State University) ve Nidhi Srinivas (The New School) mega projeler, kamusal alanın özelleştirilmesi, bunların sosyal ve ekolojik sonuçlarını masaya yatırdılar.
Gezi direnişini, 2010’dan bu yana süregelen küresel direniş hareketleriyle karşılaştırıldığı son panelde, ünlü edebiyat kuramcısı ve siyaset felsefecisi Michael Hardt, The New School sosyoloji profesörü Jeffrey Goldfarb, aktivist Despina Lalaki ve Lucky Tran konuşmacı olarak yer aldı. Hardt, direniş hareketlerinin ortak özelliğini, kentsel alanın müşterekleştirilmesi ve yeni bir kamusallık tanımı ile herkesin eşit ve özgürce yer alabilme ve söz sahibi olma mücadelesi olarak tanımladı.
Hardt ayrıca, protestocuların ‘gerçek demokrasi’ talebi ile meydanları doldurduğunu, direnişin çoğulcu ve eşitlikçi bir yapısı olduğunu ancak bu tür protestoların politik devamlılık ve dönüştürme potansiyeli üzerine iyi düşünülmesi ve yeni modeller üretilmesi gerektiğini belirtti.
Despina Lalaki, yaşanan krizlerin de göstermiş olduğu gibi Türkiye ve Yunanistan halklarının aynı kaderi paylaştığını, New York’da beraber örgütlenen protesto gösterilerinde iki ülkenin halklarına çok önemli mesajlar gönderildiğini belirtti.
İki gün süren ve internet üzerinden canlı olarak da yayınlanan konferans, yoğun ilgiyle karşılandı.
Sosyal medya üzerinden haberi yayılan konferansa Occupy Wall Street hareketi ile birlikte dünyanın çeşitli yerlerinden birçok dayanışma grubu da sosyal medya aracılığıyla destek verdi.Konferansın tamamı http://www.talkturkeyconference.com/ adresinde ve Youtube'da GEZIniyoruz kanalında izlenebilir.