24 Eylül 2019 12:50
T24 Haber Merkezi
Kansere karşı verdiği mücadele neredeyse tüm Türkiye tarafından bilinen ve geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Neslican Tay’ın ardından sarf ettiği "Neslican kızımız seküler dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı, dinlerin teselli gücünden faydalansaydı hastalığı düşman gibi görmezdi!" ifadeleriyle tepki çeken Üsküdar Üniversitesi Rektörü Nevzat Tarhan’ın 12 Eylül döneminde cezaevlerindeki siyasi tutuklular üzerinde ilaç ve psikolojik denemeler yaptığı iddia edildi. Tarhan’ın, “İstanbul Mecidiyeköy’de Hafize Zekeriya İTİL (HZİ) Vakfı adına Ayhan Songar ve Turan İtil’le birlikte ‘cezaevlerinde araştırma’ adı altında, binlerce siyasi tutsak üzerinde ilaç denemesi yaptığı ve elde ettiği sonuçları Amerika’ya götürdüğü” öne sürüldü. Tarhan iddialara dair yaptığı açıklamada "Bu iddiaları kesinlikle kabul etmiyorum... İlgili kurum ve kişilerin belgelerini, bilgilerini göstermeye, ispat etmeye davet ediyorum" dedi.
Neslican Tay hakkındaki paylaşımı tepki gören Üsküdar Üniversitesi Rektörü Tarhan’ın geçmişi ile ilgili çok sayıda iddia dile getirildi. Tele 1 TV ve ABC gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, kişisel Twitter hesabı üzerinden “Üsküdar Üniversitesi Rektörü Nevzat Tarhan 1980 darbesinde Ayhan Songar ve Turan İtil’le beraber cezaevlerinde araştırma adı altıda binlerce siyasi tutuklu üzerinde -Askeri Cunta ile işbirliği içinde- ilaç denemesi yapıp, bunların sonuçlarını Amerika’ya götürmekle suçlanıyor” şeklinde bir mesaj paylaştı.
1980 Darbesi’nin hemen ardından tutuklanarak 11 yıl boyunca cezaevinde kalan yazar ve çevirmen Osman Akınhay söz konusu iddiaların gündeme getirilmesinin ardından Facebook hesabından şu mesajı paylaştı:
"Nevzat Tarhan deyince... 1980 Ekim'i olmalı; 12 Eylül'ün üstünden bir, bir buçuk ay geçmiş... Gece 3... Merdivenlerde, koridorlarda gök gürültüsü gibi gümbürdeyen postal sesleriyle A Blok'ta bütün koğuşlar basılıyor... 'Kalkın lann, içtimaa' bağırtılarıyla cop, tekme hepimiz koğuş içinde hepimiz ayağa dikiliyoruz... Ne olduğunu anlamıyoruz, soğuklar başlamış, pijamalı, eşofmanlı haldeyiz... Bir çavuş bağırıyor: 'Adını okuyacaklarım hemen havalandırmaya'... Nasıl yani?... İsimler okunmaya başlıyor... devrimci, MHP'li, MSP'li, karışık... İsimleri okunan tutukluların birbirleriyle hiç alakası, ilintisi yok... Anlaşılmaz, bilinmez, tuhaf... Aklımıza her türlü melanet geliyor: kurşuna dizmelerden askeri sorgulamalara, başka hapishanelere sevklere kadar her ihtimal mümkün...
Adana'dan itibaren idamlar başlamış; Mamak'ta Necdet asılmış, Erdal asılmış... On beş kişinin isminin okunacağını söylüyor bir başçavuş... 10, 11, 12... derken "Osman Akınhay"... adımı duyuyorum, dışarıdan çınlıyor, yankılanıyor sanki... Kulaklarım uğulduyor... Yanımdaki arkadaş dürtüyor... Kanım çekilmiş... Sıradan çıkıyor, koğuş kapısından yukarı, merdivenlere yöneliyorum... Maltalar tepeleme asker dolu, yeşil bir koridor oluşturmuşlar, coplar hızla inip kalkıyor... Canhıraş bağırışlar, 'Hadi lan, çabuk lan, koş lan'... Havalandırma asker ve tutuklu kaynıyor. Her koğuştan on, on beşer kişi getirilmiş, 100 kişi kadarız... Herkes duvar dibinde, iç içe halka şeklinde birkaç çember sıra... Kadınlar koğuşundan gelenler de var... Soğuk, ayaz, iliklerimize kadar titriyoruz... Askerler habire copluyor, 'Havaya bakın lan, gözler en yukarı'... 'Eller yanda, pantolon çizgisinde olacak!'... Öyle bir soğuk ki parmak uçlarımız hissetmiyor, çizgiyi nasıl tutturacaklar...
Şarjör sesleri, tüfeklerin mekanizma şakırtıları, çatıya dizilmiş askerlerin G-3'lerini üstümüze doğrultmaları... Ne olacak, ne yapacaklar bize... 'Tarayacaklar simdi' diye fısıldıyor içimizden biri... Ölüm, yok oluş... Köşede bir hareketlenme, bayılan olmuş... Subaylar geliyor, 28 Ağustos'taki yıkımdan daha kalabalıklar, daha kararlılar...Bir saat bekletiliyoruz öyle, kıpırdamadan, kafalar tamamen gökyüzüne çevrili... Tek bir yıldız seçilmiyor... Zaman geçmek bilmiyor, dişlerimiz takırdıyor... Askerler coplarını göğsümüze dürterek, çenemizin altından bastırarak başlarımızı yukarda tutmaya devam ediyorlar... Tek bir askerle göz göze gelmek bile vahşice dövülme sebebi... Gece bile uğuldamıyor, öyle bir karanlık, öyle bir uğursuzluk... Bazı askerler şehvetle küfrediyorlar önümüzde aramızda dolanırken...
Neden sonra bir ses: 'Herkes otursun!'... Gene anlamıyoruz, gene bilmiyoruz... 'Baştan başlayın, sırayla!..' Hâlâ anlamıyoruz... Derken, hepimize birer kağıt dağıtıyorlar, bir de kurşun kalem... 'Bütün sorulara doğru cevap vereceksiniz' diye bağırıyor bir subay... Neymiş, psikolojik anket... Kurşuna dizme provalı psikolojik test... Amerika'dan getirtilme Turan İtil yönetiminde (ki Muazzez İlmiye Çığ'ın da kardeşi olur bu zat) 12 Eylül anarşistlerinin ('terörist'in o zamanki adı) psikolojik tahlilinin ilk adımıymış...
Gün boyu Nevzat Tarhan yazıldı... Bu adamın öncülerinden biri, Amerika'dan getirtilme akademisyen işte bu Turan İtil'dir ve Ayhan Songar'la beraber 12 Eylül'de sözde psikiyatrist/farmakolojik araştırmalara girişmişlerdir... Bu araştırmanın sonuçları ne oldu, bilinmiyor... Benim tek hatırladığım Turan İtil'in o meşum geceden bir-iki ay sonra bir gazetede okuduğum demeci:
"Bu silahlı militanların kanındaki anarşistliğin kaybolması için hepsinin en az 40 yaşlarına gelinceye kadar hapiste tutulmalarının şart olduğu!"
İyi gene, 11 sene sonra, 31 yaşımda tahliye olduğuma göre, erken sıyırmışız...
Söz konusu iddia daha önce de Evrensel gazetesi yazarı Ertuğrul Ünlütürk tarafından gündeme getirilmiş, iddiaların vakıf tarafından yalanlanmadığının altı çizilmişti. Ünlütürk, vakıfla ilgili şunları kaydetmişti:
“1984 yılında, ülkedeki bütün cezaevleri devrimci tutsaklarla tıka basa dolu durumdayken içeriden birtakım haberler almaya başladık. Metris cezaevinden bazı devrimciler, iradeleri dışında tıbbi muayeneye(!) götürülüyordu. Götürüldükleri yer, HZİ Nöropsikiyatri Vakfı’nın Gayrettepe’deki merkeziydi. Burada, devrimci tutsaklar üzerinde ABD’de piyasaya çıkacak olan bazı ilaçların denemesi yapıldı, devrimciler kobay olarak kullanıldı. Nazi Almanya’sında Dr. Mengele’in tutuklulara yaptığı tıbbi denek uygulamasının aynısı burada yapıldı. Bu vakıf, ülkedeki her vakıf gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kontrolü altında olması gerekirken, devletin cezaevlerinden devrimcileri alıp ilaç tekellerinin amaçları doğrultusunda kullandı.”
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ve genellikle irticai nedenlerle ordudan ilişiği kesilenlerin kurduğu bir dernek olan Adaleti Savunanlar Derneği'nin (ASDER) başkanlığını yapan Tarhan’ın kendilerini askeri danışmanlık şirketi olarak tanıtan SADAT A.Ş. ile ilişkileri de gündemde. Birgün yazarı Erk Acarer, dünkü (23 Eylül 2019) yazısında şunları kaleme aldı:
"‘Eğitimci’ Tarhan’ın, Erdoğan’a bağlı paramiliter güçler yetiştirdiği iddialarıyla gündeme gelen SADAT ile ilişkileri de eskiye dayanıyor. Sözleri, ordudan ‘emekliliğinin’ nedenini de açığa vuruyor: '…Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) var. 28 Şubat sürecinde kurduk…' ASDER, SADAT’ın altındaki yapılardan biri.
SADAT kurucusu Adnan Tanrıverdi ise ordudan kadrosuzluk gerekçesi ile emekli edilen eski bir paşa. Halen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı. Emekliği sonrası 5 yıl ASDER’de görev alıp sonra SADAT’ı kurdu. Kurum, ilginç bir tesadüf olarak 2012’nin 28 Şubat’ında faaliyetlerine başladı. Tarhan, ‘danışmanın, danışmanı’ çarkının içinde. 15 Temmuz darbesine ilişkin ASDER, dolayısı ile SADAT konusunda şunları anlatıyor:
'O derneğin üyeleri bu süreçte, binin üzerinde subay, astsubay. Bunlar ne yaptılar? Tankın paletini takozlamayı biliyorlardı. Periskopun üzerine çıkıp köreltmeyi biliyorlardı. Tankın mazot hortumunu kesmeyi biliyorlardı. Bunlar o gece hepsi sahaya çıktılar kendiliğinden. Çünkü geçmişin acısı var, güvensizlik var…'"
SADAT A.Ş.'nin kurucusu olan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanlığı'nı yürütüyor.
Nevzat Tarhan’ın dizi oyuncusu ve sunucu ve Defne Joy Foster’ın, 2 Şubat 2011’de Kerem Altan'ın Caddebostan’daki evinde ölü bulunması olayı ile ilgili Tanzimat, Cumhuriyet ve Atatürk devrimlerini suçlamıştı. Nevzat Tarhan, 7 Şubat 2011’de Haber 7’de kaleme aldığı yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye’de sistem Halkevleri’nin öncülüğünde bir yaşam öğretisi sundu. Evli ve 18 aylık çocuğu olan alkollü kadının başka bir erkeğin evinde kalmasını doğallaştıran anlayış sorgulanmayacak mı?
Modern yaşam tartışmaları Tanzimat’la birlikte bu toplumun hep gündeminde oldu.
Türkiye’de sistem Halkevleri’nin öncülüğünde bir yaşam öğretisi sundu. (...)
Resmi ideoloji öğretisinde ‘Rol kalıp’ olarak, kadın çağdaşlık adına modern giyimli, tercihan çalışır, balolara katılır, kocasıyla dans eder, bir yudum içkisini içer, zaman zaman frikik de verir ama çocuklarının annesi sadık bir eş olarak kalır. Erkek çalışır çocuklarının eğitimine önem verir, zaman zaman sadakatsiz yapar, fakat bunu ‘Erkeğin elinin kiri’ olarak görür, içkisiz eğlenemez, eşinin sadakatsizliğine ise kesinlikle tahammül edemez.
Bu anlayış şaman kültür ve pagan kültürden kalan ‘Evlilik baba evinden koca evine geçiştir’ anlayışının modern versiyonudur. Cumhuriyetin kadına değer vermesi bunun için sadece şekilde kalmıştır.
Kadının söz hakkının sınırlı olduğu çifte standardın dikkat çektiği bir anlayış son yaşanan olayda da gözüktü.”
Nevzat Tarhan bugün (24 Eylül) tüm bu tartışmalar üzerine kişisel sitesinden bir açıklama yayımladı. Tarhan "Hakkımda çıkan asılsız iddialar ve kirli propagandaya karşı cevabımdır" başlıklı açıklamada "Ölüm bilinci ve ölüm gerçeği ile ilgili görüşlerimi paylaştığım tweet üzerine elbette eleştiriler olacaktır. Bu eleştirilere her zaman açık oldum. Ancak bir takım kişilerin bu konuyu başka yere taşıma çabası, asılsız ve çok ciddi iddialar üzerinden ismimi karalama çalışmalarına sessiz kalamazdım. Bu durum bazı karanlık odakların linç kampanyasına dönüşmüştür" dedi.
Tarhan açıklamasının devamında üç başlıkta iddialara cevap verdi. Tarhan'ın iddialara yönelik açıklamaları şöyle:
TELE1 adlı internet portalında gazeteci Merdan Yanardağ’ın Twitter hesabı üzerinden: Neslican için, “Seküler dünyasallaşma rüzgârına kapılıp dinlerin teselli gücünden faydalanması için acı çektiği söyleyen Nevzat Tarhan’ın sicili de ilginç. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevlerinde Amerikan kimya şirketleri adına ilaç denemesi yaptığı iddia edilen biri şeklindeki paylaşımının ekran görüntüsünün altına, Askeri cuntayla işbirliği içinde olduğu bilinen Tarhan’ın, Ayhan Songar ve Turan İtil’le birlikte cezaevlerinde araştırma adı altında, binlerce siyasi tutsak üzerinde ilaç denemesi yaptığı ve elde ettiği sonuçları Amerika’ya götürdüğü ifade edildi” şeklinde yazılan çirkin iddia;
Hiçbir temeli, dayanağı olmayan bu iddiaları kesinlikle kabul etmiyorum. İddialar tamamen yalan ve uydurmadır. Hangi somut bilgi, kanıt ve veriye dayanarak ortaya atıldığını da merak ediyorum, ilgili kurum ve kişilerin belgelerini, bilgilerini göstermeye, ispat etmeye davet ediyorum. İspat sorumluluğu iddia sahibine aittir. Asılsız bu iddiaları geri almalarını, aksi halde hukuki haklarımı kullanacağımın da bilinmesini istiyorum.
Yine TELE 1 adlı internet portalındaki asılsız iddiaların yer aldığı aynı haberin devamında “İstanbul Mecidiyeköy’de Hafize Zekeriya İTİL (HZİ) vakfı adına yapıldığı, tutsakların onayı dışında yapılan bu denemelerin ardından Tarhan’ın birçok ilaç patenti de aldığı ortaya çıktı.” Şeklindeki çirkin iftira;
Bu iddialar da asılsız, temelsiz, kesinlikle yalan ve uydurmadır. Tüm bu iddiaların da belgelerini, somut verileriyle tarafıma sunulmasını bekliyorum. İddia sahipleri, iddia edilen patentleri ortaya koymak zorundalar. İspat sorumluluğu iddia sahiplerine aittir. İddiaları hiçbir şekilde kabul etmiyorum. Gizli odaklar ve gerçek dışı hesaplar üzerinden yapılan bu karalama kampanyalarını kamuoyunun takdirine bırakıyorum, bu kişi ve kurumların üzerinden tüm hukuki haklarımı arayacağımı da yinelemek istiyorum.
ODA TV adlı internet haber portalında 'FETÖ ilişkileri’ başlığıyla “Nevzat Tarhan, 2012 yılında FETÖ’nün Ergenekon kumpası davasında tanık olarak dinlenmişti. Ergenekon Örgütü” nün varlığını uzun süre savunan Tarhan, FETÖ’nün düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’na da destek vermişti. YAŞ kararlarıyla ve genellikle irticai nedenlerle ordudan ilişiği kesilenlerin kurduğu bir dernek olan ASDER’in başkanlığını da yapmıştı” şeklindeki FETÖ iması;
Ergenekon davasının resmi tanıklarından biriyim. 28 Şubat davasında mahkeme kararıyla onaylanan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki BÇG (Batı Çalışma Gurubu) varlığıyla ilgili bilgilerimi mahkemeye sunmuştum.
2013 yılının Haziran ayında bir öğrenci kulübümüz, Türkçe Olimpiyatlarına katılan yarışmacıları üniversitemize davet etmiştir, mevcut görüntüler ona aittir. Ancak iddia edildiği üzere ben hiçbir Türkçe Olimpiyatı'na ve Abant toplantısına katılmadım. Ne Türkçe Olimpiyatları ne de Abant toplantılarına katıldığıma dair herhangi bir belge, bilgi veya görüntü de bulunmamaktadır. İddia sahiplerini bu iddialarını da ispat etmeye davet ediyorum, ispat sorumluluğu yine onlara aittir. Bu asılsız iddialarını geri almalarını, hukuki haklarımı kullanacağımın da bilinmesini istiyorum.
ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) başkanlığını yapıyorum, silahlı kuvvetlerden kendi isteğimle emekli oldum. 18 Ekim 2016’da TBMM’de oluşturulan komisyonda 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesi ile ilgi uzun bir görüş verdim. Tespitlerimi merak edenler ilgili tutanaklardan öğrenebilirler.
Ölüm bilinci ve ölüm gerçeğini vurgulamak üzere paylaştığım bir tweet üzerine konunun farklı alanlara çekilerek hakkımda çıkarılan asılsız ve çirkin iftiralara cevabım bu şekildedir. Bütün bunlarla birlikte ismimi kirletmek için yapılmış hiçbir dayanağı olmayan bu asılsız ve mesnetsiz, iftira mahiyetindeki iddialarla ilgili hukuki haklarımı kullanacağımı yeniden bildirerek, tüm bu kişi ve kurumlar hakkında adli merciler nezdinde yasal işlemleri başlattığımı da yinelemek istiyorum.
Bazı odakların linç kültüründen yararlanarak, bilinçli bir kampanya ile organize şekilde saldırdıkları ortadadır.
Tamamen art niyetli, gizli odaklar ve sahte hesaplar tarafından yapılan karalama kampanyasını kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
© Tüm hakları saklıdır.