Kültür-Sanat

Neşeli Hayat filmi vizyonda

Ylmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği "Neşeli Hayat" filmi 27 Kasım'da vizyona girdi.

27 Kasım 2009 02:00

T24 - Ylmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği "Neşeli Hayat" filmi 27 Kasım'da vizyona girdi. BKM Mutfak oyuncularının da rol aldığı film Radikal gazetesi yazarı Uğur Vardan "Sezonun merakla beklenen yapımlarından 'Neşeli Hayat', umutsuzluklar içinde umut yeşerten, hüzünle komedi arasında gidip gelen, oyunculukları, senaryosu, sınıfsal göndermeleriyle ve zarifçe halledilmiş finaliyle son derece başarılı bir çalışma. Yılmaz Erdoğan'ın da sinematografisindeki en iyi film" yorumunu yaptı.



NEŞELİ HAYAT FİLMİNİN FRAGMANI İÇİN TIKLAYINIZ



Uğur Vardan'ın Radikal gazetesinde (27.11.2009) tarihinde yayımlanan yazısı şöyle:




Sezonun merakla beklenen yapımlarından 'Neşeli Hayat', umutsuzluklar içinde umut yeşerten, hüzünle komedi arasında gidip gelen, oyunculukları, senaryosu, sınıfsal göndermeleriyle ve zarifçe halledilmiş finaliyle son derece başarılı bir çalışma. Yılmaz Erdoğan'ın da sinematografisindeki en iyi film.


Birçok soruşturmada ‘Sinema tarihinin en iyi yüz filmi’ arasında kendisine kolayca yer bulan ‘It’s A Wonderful Life’ta ünlü yönetmen Frank Capra, iyimser Amerikalının o kendine özgü orta sınıf değerleriyle hayat gailesinde karşılaştığı zorlukları anlatır. Yetenekli bir genç olan George Bailey, ailesi ve yaşadığı yöre halkı için hep umutlarını erteler ve bir tür ermiş tavrıyla hayatını sürdürür. Sonuçta bir türlü açılamadığı kadınla da evlenir ama yörenin kötü adamı Herry Potter (oysa Harry olanı ne kadar da iyi bir çocuk), onu köşeye sıkıştırır. O da bir ‘Christmas öncesi’ yaşadığı hayata lanet okurken gökten inen bir melek, Bailey’nin olmadığı bir dünyayı ona gösterir. Bailey’siz dünyada her şey daha da kötüleşmiştir. James Stewart ve Donna Reed’in sürüklediği bu filmde Capra, var olan değerlere sıkıca bağlanmanın öneminin altını çizer. Ve bize hatırlatır ki, ‘Christmas’lar böylesi hesaplaşmalar için en uygun zamandır.

Sinema tarihimizde daha önce ana ekseni, yılbaşı kavramı üzerinde odaklanmış bir film var mı pek hatırlamıyorum ama Yılmaz Erdoğan’ın ‘Neşeli Hayat’ı, öncelikle bu konuda bayrağı taşıyan yapım olma özelliğini barındırıyor. Öte yandan ‘yılbaşılar ve hesaplaşma’ meselesinde de, her bir şeyle bayağı bir hesaplaşıyor. Ana karakteri Rıza Şenyurt kendisiyle, karısı Ayla çocuk sahibi olma fikriyle, küçük kayınçosu Lokman yakın geleceğiyle, büyük kayınçosu Ahmet ağbi ecnebi örf ve âdetleriyle, kızını Bal ailesine kaptıran Ali Usta töreler karşısındaki ‘çağdaş’ duruşuyla, yönetmen ve senarist Yılmaz Erdoğan da, sinemasal geçmişiyle...



‘Hoh, hoh, hoh...’


‘Neşeli Hayat’, küçük hayatlarını yırtma kaygılarıyla günlerini geçirirken her çırpınışta biraz daha batan ama tıpkı Capra’nın kahramanları gibi umutlarını asla yitirmeyenlerin öyküsünü, ‘hüzünbaz’ (sevişmeleri biraz eksik de olsa) bir dille anlatırken ‘komedi dükkânı’nı da çelişkiler üzerine kuruyor. Hikâyenin odağındaki Rıza Şenyurt, en iyi bildiği işi, yani aşçılığı yaparken iflas etmiş ve hayat gailesini bir tür saadet zinciri olan ‘Neşeli Hayat’ organizasyonunda devam ettirmeye karar vermiş, tipik bir kenar mahallelidir. Şirketin promosyonunda, iki yıllık bir üyenin “Bakın artık villam bile var” sözüne inanır, kahve arkadaşlarını da bu inanca ortak ederek sağlık ürünlerini pazarlamaya başlar. Ne var ki bakanlığın getirdiği yasak, hayallerini yok eder.

Mahalleli de, bu maceraya onun yüzünden atıldıkları gerekçesiyle Rıza’yı mahkemeye verir. Reşitpaşa’nın gecekondularında yaşayan Rıza, artık geleceğini ‘animasyon sektörü’nde aramaktadır. Önce ‘terlik’ olur, Beşiktaş’ın maçlarında, İnönü’de saha kenarında gezinir (ki bu seçim son derece isabetli bir metafor olmuş, malum geçen sezon takımın İbrahimleri, Üzülmez ve Toraman kendi aralarında ‘Terlik kavgası’na tutuşmuşlardı), sonra da yaklaşan yılbaşı nedeniyle bir alışveriş merkezinde Noel Baba... Rıza, aslında dini bütün bir Müslüman olmamasına karşın ‘Noel Baba kültürü’ne de uzaktır. Ama ekmek parası; geçer bir oyuncakçı dükkânının önüne miniklere sempatiklik yapar, elinden ve dilinden geldiğince “Hoh, hoh, hoh” der. Öte yandan karısı Ayla, incik boncuk işiyle aile ekonomisine katkıda bulunur, bir yandan da “Çocuk da çocuk” diye tutturur. Bu sırada, büyük kayınçonun yanından kovulan küçük kayınço da, evlerine postu serer. Lokman, işsiz güçsüzdür ve üstüne üstlük ‘gö-rüştüğü’ kızı hamile bırakmıştır. Kızın ailesi de, “Bizi rezil ettiniz, evlenin artık” der. Noel Baba’nın heybesi nedir ki, Rıza’nın asıl taşıması gereken bunca yüktür. Lig, Avrupa, Türkiye kupası derken her cephede ayakta kalması gerekmektedir. Ve hepsinde de rakipler son derece dişlidir.

Tiyatro ve televizyon derken sinemaya da geçen Yılmaz Erdoğan, ‘Vizontele’, ‘Vizontele Tuuba’ ve ‘Organize İşler’le malum, mizahını ve stilini beyazperdede de aksettirmişti. Geride kalan bu üç adıma bakarsak, heyecanı daha önde giden ama içerik, üslup ve tatminkârlık açısından paralel bir doluluk seyretmeyen işler izledik Erdoğan’dan. Ya da kendi adıma söyleyeyim, en azından benim için hal ve vaziyet böyleydi Erdoğan sinemasında.



Neşeli ol ki yeniden doğasın


‘Neşeli Hayat’, 1966 doğumlu sanatçının beyazperde serüveninde, bir anlamda ‘yeniden doğuş’ olmuş. Film, bana kalırsa Erdoğan’ın şu ana kadarki en olgun işi. Kuşkusuz hem roller iyi dağıtılmış, hem de iyi oynanmış (bu cepheye yeniden döneriz), ama özellikle öykü çok iyi yazılmış. Senaryonun matematiği gayet iyi; metindeki her bir vaka, her bir hamle, bir ya da birkaç sahne sonra yerini de, göndermesini de buluyor ve her bir parantez, mantıklı, inandırıcı ve işlevsel bir şekilde kapanıyor. Her şeyden önemlisi ‘gereksiz taramalar’dan (ki buna ‘süslemeler’ de diyebiliriz) kaçınılmış. Mesela geçmişteki çalışmalarda (ki o zaman da bu filmlere ilişkin eleştiri yazılarımda altını çizmiştim) ‘Popüler kültür kontenjanı’ndan kadroda yer alan Tuba Ünsal, Ebru Akel ve Berrak Tüzünataç benzeri isimlerden uzak bir kadroyla sahaya çıkılmış. Zaten ‘Neşeli Hayat’, gerçek gücünü fikrinden, zikrinden ve de kendine olan özgüveninden alıyor, dolayısıyla bu türden ‘yamalara’ ihtiyacı yok. Ama filmin bence asıl vurucu yanı, tıpkı Yılmaz’ın o eski zamanlarındaki (‘Bir Demet Tiyatro’ dönemini kastediyorum) keskin gözlemleri ve içi dolu sınıfsal dokundurmaları. Bu da filmin onca detay görüntüsünde kıyıya vuruyor: Mesela Reşitpaşa’nın az ötesindeki İstinye Park’ın bambaşka hayat modelinde, ekmek parası uğruna Noel Baba kılığına giren Rıza tamam da, önünde bekleştiği dükkânın personelinin de en az onun kadar başka bir sınıfın koridorlarında gezindiği aşikâr. Mesela Duran ağbinin, kasap önünde veresiye alınmış ete bakışındaki ‘sınıfsal derinlik’. Mesela dindar olan büyük kayınço Ahmet’in deyimiyle ‘Noel efendi’ tanımı vs. vs. Bir de final bölümünün son derece zarifçe ve mantık kuralları içinde halledildiğini belirtmek lazım, ki günümüz sinemasında malum, birçok başarılı film finalde tökezliyor.



‘Çok güzel’ oyunculuklar


Oyunculuklara değinmenin zamanı: Erdoğan, yazma ve yönetmenin dışında Rıza’ya da özel bir ruh katıyor, kendine özgü bir yürüme biçimi bile veriyor. Yani karakterinin hüznünü de sevincini de gayet iyi aktarıyor. Ama bu zaten Erdoğan’dan beklediğimiz bir şey. Asıl ‘güzellikler’, ‘Çok Güzel Hareketler’ ekibinin üyelerinden de olan kayınço Lokman’da Ersin Korkut, Rıza’nın karısı Ayla’da Büşra Pekin ve şiddet yanlısı ağbi Ekber’de Metin Keçeci’den geliyor. Bu film itibarıyla Erdoğan’ın, geride kalan üç işindeki ‘çekirdek kadro’nun yerine (eskilerden sadece Erdal Tosun, Sinan Bengier ve Cezmi Baskın var, yanılmıyorsam) başka ve genç isimlerle yola çıkması, ‘usta-çırak ilişkileri’ adına da doğru bir tercih olmuş (bu arada oyuncakçı dükkânının yöneticisi Serkan da, yılbaşı akşamındaki yalnızlığıyla Charles Dickens’ın ‘A Cristmas Carol’ındaki Ebenezer Scrooge’u öyküye taşıyordu).



‘Çam devirmeden’


‘Neşeli Hayat’, öyküsü yılbaşında geçmesine karşın ‘Kurban Bayramı’nda vizyona giriyor. Bu tıpkı, ana karakterinin, ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satma’ misali Noel Baba’lığa soyunmasına benziyor. Bu tercih, umarız gişede karşılığını bulur. Sonuç olarak ‘Neşeli Hayat’ elbette bir başyapıt değil ama kaydadeğer bir çalışma. Üstelik ‘çam devirmeden’, sinema tarihimizin ilk yılbaşı filmi olmayı başarıyor. Bu aşamadan sonra da bize düşen, ‘Umarız doğru seyircisini bulur’ temennisinden başka bir şey değil.