Kültür-Sanat

Nejat İşler: Bu film kayıp yılların fotoğrafı

Cuma günü vizyona giren 'Kaybedenler Kulübü'nün başrol oyuncuları Nejat İşler ve Yiğit Özşener, 1980'lerle 2000'li yılları kıyasladı.

27 Mart 2011 02:00

T24 - Cuma günü vizyona giren 'Kaybedenler Kulübü'nün başrol oyuncuları Nejat İşler ve Yiğit Özşener, 1980'lerle 2000'li yılları kıyasladı.

Akşam gazetesinden Sibel Ateş Yengin'in "Nejat İşler: Bu film kayıp yılların fotoğrafı Yiğit Özşener: Herkes bir kaybedendir" başlığıyla yayımlanan (27 Mart 2011) yazısı şöyle: 


Nejat İşler: Bu film kayıp yılların fotoğrafı
Yiğit Özşener: Herkes bir kaybedendir



Alışılmışın dışında bir radyo programı yapan Kaan ve Mete'nin hikayesini anlatıyor 'Kaybedenler Kulübü'. 90'lı yıllarda fenomen olan ikiliyi oynayan Nejat İşler ve Yiğit Özşener'le kendilerinin de ilk gençlik yılları olan o dönemden bugüne uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

Beklenen gün geldi ve 'Kaybedenler Kulübü', cuma günü vizyona girdi. Eleştirmenlerden tam not alan filmin başrol oyuncularıyla film vesilesiyle bir araya geldik. Bir döneme damgasını vuran radyo programının yayınlandığı 90'lara döndük ve sohbetimize o yıllardan başladık. Genç kızların gözdesi iki oyuncuyla bir araya gelmişken aşk hayatlarını, niye bir erkeğe tek kadının yetmediğini de konuştuk.    




- Film bitti, nasılsınız? Filmdeki gibi 'Standart' demenizi bekliyorum...

Yiğit Özşener: Same.
Nejat İşler: Absolutely, same.
Yiğit Ö.: Biz iyiyiz, değişiklik olmadı. 
Nejat İ.: Bilmiyorum. Yok olmadı. 


- 90'lı yıllara dönersek o zamanlar neler yapıyordunuz. Biz o dönem Nejat'la Teşvikiye'de tezgah açıyorduk mesela...

Nejat İ.: Sen takı satıyordun, ben de kitap. O zamanlar rock'n roll'daydım işte. 20'li yaşlarını süren bir genç için mükemmel zamanlardı. Dışarıda, açık havada bir dükkanın var, istediğin zaman açıyorsun, istediğin zaman kapatıyorsun ve bu dükkan Türkiye'nin en havalı caddesinde aslında. Dizide rock'çı bir çocuğu oynuyordum. Rock grubu kurma hayallerim vardı, oyunlar yazıyordum. Gayet iyi hissediyordum  kendimi.
Yiğit Ö.: İzmir'den üniversitede okumak için gelmiştim İstanbul'a. İzmir daha kolay, daha yavaş, ehli keyif bir şehirdir. Roka, balık, rakıdır. Aileden kopup gelmişim, burada bocaladığımı hatırlıyorum.


- Tezgah açtığımız dönemler Açıkhava Tiyatrosu'nda Jethro Tull konserleri vardı ve bir müşteriye 'Satın alırsanız konsere gidebileceğim' dediğimi hatırlıyorum...

Nejat İ.: Üç konserdi, beşe çıkarmışlardı ve beşinde de bira satıp hepsini izlemiştim. 


- O yıllardan en çok neyi özlüyorsunuz?

Yiğit Ö.: O zamanki yavaşlığı özlüyorum. Her şey daha basitti. Yeni arkadaşlar edinmek gibiydi... Üniversiteye gelene kadar rock'n roll'muş, takılmakmış gibi bir hayatım yoktu. Basit bir hayatım vardı. İstanbul bazı şeylerin ilkini, evden uzakta ilk arkadaşlıkları gösterdi. Hani, kendini matah zannedip aileye meydan okursun ya, onu gösterdi. Duygusal olarak da her şeyin merak uyandırdığı bir dönemdi. Bu kayboldu. Şimdi kimse hiçbir şeyi merak etmiyor. Açlığın yönü değişti.


İlişkiler tüketiliyor

- Ne yöne gitti bu açlık?

Yiğit Ö.: Açlık Bahamalar'da tatile, 650 metrekarelik bir eve, belirsizlikle mücadele etmeye gitti. İşin eğlencesi kaçtı yani...
Nejat İ.: O aralar biri kaç yaşında olduğumu sormuştu, 'Yirmi' demiştim. Onun üzerine 'Hadi ya, kaç doğumlusun ki?' diye sorunca '72'liyim' dediğimi hatırlıyorum. O da 'Oğlum yirmi üç yaşındasın' demişti. O üç sene 92-95 arası yoktu bende. Bunu özlüyorum mesela.


- 90'lı yılların arkadaşlıklarıyla 2011'inkileri kıyaslarsak arada dağlar kadar fark var mı, bana mı öyle geliyor?

Nejat İ.: Bu kadar hızlı tüketilmiyordu ama ilişkiler.
Yiğit Ö.: Bir de şimdi 'O beni sattı, bu beni sattı' cümlesi yerleşti dilimize.
Nejat İ.: Cep telefonları gibi iletişimi kolaylaştıracağı söylenen aletler çıkınca mertlik bozuldu işte. 'Saat üçte Mc Donalds'ın önünde buluşacağız' derdik, buluşurduk. Telefon açıp da 'işim çıkmalar, yalanlar, vazgeçmeler' yoktu yani.
Yiğit Ö.: Nejat'la buluşacaksam o sırada konuşurken 'O zaman bakarız, acaba o sırada başka bir şey yapar mıyım' diye düşünmüyorduk. 
Nejat İ.: 'Yerine daha değerli bir şey koyar mıyım' demiyorduk. Şimdi herkes son ana kadar fırsat peşinde.
Yiğit Ö.: Bekletme düğmesi var ve hemen ona basılıyor. O da beklesin, bu da beklesin. Alternatifleri değerlendirelim gibi bir durum var.
Nejat İ.: Yalan da çoğaldı. 


- Şimdilerde eskiye göre arkadaşlıklar da zor kuruluyor galiba, ne dersiniz?

Nejat İ.: Biz bununla karşılaşan ilk kuşağız. Film aslında bunu da anlatıyor bir yandan. Geçiş kuşağı aslında... 'Kaybedenler Kulübü' kayıp yılların fotoğrafını önden çekmiş ve anlatmış işte. Onun da dalgasını geçiyor zaten.
Yiğit Ö.: 80 sonrası hamburger jenerasyonu diyorum bazen. 
Nejat İ.: Bize 'Özal çocukları, 80 kuşağı' diyorlardı. Filmdeki karakterler radyodaki programlarında bununla da dalga geçiyorlar. İkisi de okumuş adamlar, yurtdışını görmüşler, biliyorlar yani. Aralarında 'Apolitik miyiz? Marks diye bir arkadaş vardı, geçenlerde geldi ve 'zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var' dedi ve gitti' diyerek bununla da kafayı buluyorlar. Farkındalar aslında.
Yiğit Ö.: Bir de o dönemler kafa bulmak da başka bir şeydi. Kendinle dalga geçebilme yeteneği de ortadan kalktı. Her şey ciddi oldu. Herkes kendini o kadar çok önemsiyor ve başarının da bundan geçtiğine inanıyor ki. Onun için de her şeyi beklemede tutup kendisi için maksimum  fayda nereden gelir diye bakıyor. 
Nejat İ.: Bir arkadaşın 'Söylediğin yalana inan, sen inanırsan herkes inanır'  sözünü çok beğeniyorum.


Sonunda öleceğiz

- Sizin kaybeden tanımınız nedir?

Yiğit Ö.: Kaybeden tarafından değil de, kazanmak isteyenlerin ne kazandıklarıyla ve ne pahasına kazandıklarıyla ölçüyorum bunu. Sonuçta oyunun parçasıysak, oyun sonlandığında hepimiz aynı kutunun içine gireceğiz. Ne bedelle kazandığınız, kazanırken birinin sırtına basıp basmadığınız da önemli. Herkes bence bir kaybeden. En kaybetmediğini düşünen bile bir kaybedendir aslında.
Nejat İ.: Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki? Milyar doların da olsa öleceksin. Öleceğini biliyorsun bir kere.
Yiğit Ö.: Oyunun sonu belli.
Nejat İ.: Dün de bir röportajda buna benzer bir soruda aklıma bir şey geldi, en ilkelini düşün; şehirler yokken mağaralar varken gün sonunda bir erkek tamamen doymuş olarak nasıl yatağına rahat gider? Yemiştir, içmiştir, sevişmiştir... Onları yapıyorsan tamamdır, bitmiştir.
Yiğit Ö.: O zamandan bu zamana mönü değişmedi ki. Para aracılığıyla ulaşabileceğin şeyler değişti.
Nejat İ.: Dürtülerini gidermişsen bence yeter ama dışarıdan öyle görmüyorlar. 


- O zaman olmak istediğiniz halle bugün geldiğiniz hal ne kadar uzak ya da ne kadar yakın birbirine?

Yiğit Ö.: Bir şeyi sevmeden, menfaat için yapan insanların daha çok zarar verdiğini düşünüyorum. Gerçekten işini sevmeyen avukat ya da doktor kötü yapıyor işini. Geçmişte ne olacağıma dair hayal kurduğumu hatırlamıyorum. Ama iyi ki oyunculuk yapıyorum diyorum.
Nejat İ.: 16 yaşımda bir karar verdim ve kendime de bir çizgi çizdim. Bu böyle düz bir çizgi, A ile B noktası arasındaki en kısa yol da değil, B noktasının ne olduğunu biliyorum zaten; taklaya gelip öleceğiz. Kafama göre çizdiğim bu yolda da şu ana kadar ufak tefek aksaklıkların dışında çok bir değişiklik olmadı, o yolda ilerliyorum.

Sarılıp uyumaya da sevişmeye de doymadım

- Filmde Kaan karakteri yeni tanıştığı kız için 'O diğerlerinden farklı' diyordu ya, neydi o kızı diğerlerinden ayrı kılan?

Nejat İ.: O kızı sevdi çünkü. 


- Peki, ilk gecenin sabahında o kadın 'Ne yapalım' diye sorduğunda erkeğin de 'Kahvaltı edelim' diye cevap veriyor olması ne anlama gelir?

Nejat İ.: Karnı acıkmıştır. Kadının ya da adamın karnı acıkmışsa ama birlikte kahvaltı etmiyorlarsa birbirlerini görmek istemiyorlardır. Ama beraber kahvaltı edeceklerse iyi bir gece geçmiştir ve karınları acıkmıştır. Bu kadar. Başka bir manası yok. 


- Mete karakteri de  'İnsan karar vererek aşık olmaz. Bir bakar ki olmuş. Renkler daha parlak gelir, yemekler bile güzel olur' diyordu. Peki, size ne olur?

Yiğit Ö.:
 Bir hoş olurum ben. 
Nejat İ.: Her şey standart -iyi anlamında- olur.
Yiğit Ö.: Güzel olur. Hele bir akışın içinde oluyorsa tadından yenmez.
(Bu arada filmdeki karakterlerine bürünüp radyo programındaki gibi konuşuyorlar)
Yiğit Ö.: Görmek istemez misin?
Nejat İ.: Gitmez.
Yiğit Ö.: Belki gider, kısa süreliğine de olsa gider. Çağırmak istemez misin?
Nejat İ.: Gelir. 
Yiğit Ö.: Sen de gidersin.
Nejat İ.: Ben de giderim. 
Yiğit Ö.: Özlersin.
Nejat İ.: O da özler.
Yiğit Ö.: Ya aşıksan?
Nejat İ.: Yan yana gelirsiniz. 
Yiğit Ö.: Bazen de ayrılırsın yan yana gelebilmek için.
Nejat İ.: İyi olur, güzel olur. Standart yani...



Aşk hep olsun

- Sizin de aşk hayatınızı sormasam olmaz...

Nejat İ.: Karışık. 
Yiğit Ö.: Mutedil dalgalı. 


- Peki, aşk olsun mu, aşk ölsün mü?

Yiğit Ö.: Hep olsun.
Nejat İ.: Olsun tabii.


- Filmde karakterlerden biri Mete'ye 'Niye bir kadın size yetmiyor?' diye soruyordu. Ben de size sorsam niye erkeklere bir kadın yetmiyor?

Nejat İ.: Eğer hayatımda bir kadın varsa, bir beraberlik olmuşsa, hemen hemen her gün sıklıkla görüşüyorsak başka birine ihtiyaç duymam. Ama birine angaje değilsem, bir kadın niye iki, niye beş kadın olmasın?
 Yiğit Ö.:Macera ruhu...
 Nejat İ.:Erkeklerin doğasında çok eşlilik vardır demiyorum ama. 


- Bu zaten erkeklerin uydurduğu bir şey...

Nejat İ.: Şimdiye kadar biriyle birlikteyken kimseye ihtiyaç duymadım. Açıkçası olanları da anlamıyorum. 'Hayatta da böyle bir şey olmaz' demeyeyim. Sonrasında ne olur, bilmem.
Yiğit Ö.: Her şey yolundaysa zaten böyle bir şeye ihtiyaç duymam. Böyle bir durum ya problem ortaya çıktığında başlar ya da hayatında belli ve adı konulmuş biri yoksa. 
Nejat İ.: Birkaç sene önce birisi 'Hala doymadın mı?' diye sorunca 'Neye?' demiştim. Sarılıp uyumaya mı, sevişmeye mi? Doyulur mu buna? Doymadım, evet, ama bir kadınla ama çok kadınla.


- İki başarılı, yakışıklı oyuncu dolayısıyla ilgi de fazla. Bize mi yoksa şöhretimize mi bu ilgi diye paranoya yaşıyor musunuz?

Yiğit Ö.: Bunu ayırt etmen mümkün değil ki. Şöhretten gelen sağ tarafa, şöhretten gelmeyen sol tarafa doluyor diye bir şey yok ki. Her şey birbirine karıştı artık hayat öyle ilerliyor. Ayırmak mümkün değil.
Nejat İ.: Düşünüyorum, bir şey söyleyemedim. 
Yiğit Ö.: (Sesini kısarak) Gel gel, kim olursan ol, yine gel (kahkahalar)...


İşimizi doğru yaptığımızı düşünüyoruz


- Filmin fragmanında 'Ekip film tedirginlikle sunar' yazıyordu, siz de oyuncu olarak filmin beğenilip beğenilmeyeceği konusunda bir tedirginlik hissediyor musunuz?

Yiğit Ö.: Hiç hissetmiyorum.
Nejat İ.: İşimizi doğru yaptığımızı düşünüyoruz. Biz işimizi bitirdik. 


- Gerisi yapımcıyı mı bağlar?

Yiğit Ö.:
Bizi bağlamaz (kahkahalar).
Nejat İ.: Biz işi teslim ettik, ondan sonrasını başkalarını bağlar. Film iş yapsın, herkes gitsin istiyoruz tabii. O karakterler bizim için değerli karakterler. Çalışırken de çok dikkat ettik ve hep saygı duyduk.
Yiğit Ö.: Halel gelsin istemeyiz.



90'larda delikanlı hatunlar da vardı

- Serra Yılmaz filmde 'Ben hep istediğimi yaptım ama bedelini de ödedim' diyordu...

Yiğit Ö.: Şimdi kimse bedel ödemek istemiyor ki. 
Nejat İ.: Ne fena değil mi?
Yiğit Ö.: Bunun hiç zararsız ziyansız, yara almadan, kalp kırılmadan olmasını istiyor herkes. Kusmadan olsun istiyorlar. Çünkü neden? Kusmak ayıp! Beni kusarken görmesin insanlar diye düşünüyor. Yok ki öyle bir şey! Bunun için kahraman da olmak gerekmiyor. Filmde bahsettiğimiz, konu ettiğimiz insanlar da normal hayatın içindeki basit karakterler. İdealize edilmiş kahramanlar da değil. Burada insanın günlük hayatı gösteriliyor.
Nejat İ.: Yaşamayı bu şekilde seven ve tercih eden insanlar. 


- Sizler de sistemin dayattığı şekilde değil de, kendi istekleriniz doğrultusunda yol almışsınız...

Nejat İ.: Oynadığımız karakterlere bu kadar yakın olmasaydık ne bu kadar eğlenir ne de bu kadar severdik. Sen izledin mesela filmi ve bu duygumuz büyük bir ihtimalle geçmiştir sana. 


- Bu söyledikleriniz fark ediliyor ama beni erkek dilinin fazla kullanılması biraz rahatsız etti açıkçası. Hoş iki erkeğin hikayesi anlatılıyor ama...

Nejat İ.:
 Futbol filmi çeksek ne olacaktı? İki erkeğin hikayesi bu. Bir de adamlar hayata öyle bodoslama dalmışlar. Biri de çıkıp 'Thelma and Louise' yapsın. 
Yiğit Ö.: Böyle kadın hikayeleri de var.
Nejat İ.: Tezgah açtığımız dönemlerden arkadaşları hatırlasana, siz de öyle zımba gibi kızlardınız. Kadınların hikayesini niye kimse yazmıyor? Bu arada 90'larda böyle delikanlı hatunlar da vardı.


'Çok yalnızım' sözü slogan olacak

- Arayan radyo dinleyicilerine 'Biz sizinle yatmış mıydık' sözünüz slogan olacakmış gibi...

Nejat İ.: Bence en çok 'Çok yalnızım' sözü slogan olacak. 
 

- O yıllarda hep yalnız hissederdim, sizde de aynısı olur muydu?

Nejat İ.: Ben birkaç tane oyun yazmıştım ve ilk oyunun adı 'Yalnızlık Benim Gizli Sevgilim'di. Yalnızlık bir de güzel bir oltadır. Kanca yapar işte adamı. (Filmden bir replik)
Yiğit Ö.: Bence yalnızlık şimdi çok daha trajik bir şekilde hissediliyor. Çünkü o yalnızlığı bastırabilmek için daha fazla araç var şu anda. Önceki yıllara göre çok daha büyük bir yalnızlık var. 


- Öncesini yaşamadıkları için belki de yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu da bilmiyorlardır...

Nejat İ.: Ben hiç yalnız kalmadım. Bir yandan şanslıyım bir yandan burnum iyi koku alıyor ki hep böyle farkındalığı olan insanların olduğu yerlerde durdum. Ve hep insan biriktirdim ve birileri de büyük ihtimalle beni biriktirdi. Böyle de devam ediyor. Ama zaten insan günün sonunda yalnızdır. Mutlak yalnızlık diye de bir şey yok ki. Bir eve kapattığımızı düşünelim kendimizi, ne yapacaksın gün boyunca? Ya kitap okuyacaksın, ya televizyon izleyeceksin, ya müzik dinleyeceksin. Yine birileri var, yine yalnız kalmazsın ki. Bir zamanlar Ergüder Yoldaş vardı... 


- Sizde de böyle arkaya dönüp bakmadan her şeyi bırakıp kaçma isteği olur mu?

Yiğit Ö.: Bende her şeyi bırakıp gitme duygusu olmaz da, ortamı, mekanı değiştirmeyi severim. Yeni insanlar tanımayı seviyorum. Bu sadece tanışalım da, eğlenelim gibi değil. Hiçbir ipucu vermeyen, hiç bilmediğim bir yerde olmak, tanımadığım insanlarla muhabbet etmek bana iyi gelir.
Nejat İ.: Ben de inzivacı biri değilim. Ama yer ve kan değiştirmek bana da hep iyi geliyor.