Politika

Nazlı Ilıcak’a sayfa cezası

Dişli ve Deniz Feneri olayıyla ilgili eleştirel yazılar kaleme alan Ilıcak, köşesi arka sayfalara kaydırılınca yazılarına ara verdi.

17 Eylül 2008 03:00

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Şaban Dişli ve Deniz Feneri olaylarında eleştirel yazılar kaleme alınca, 4’üncü sayfadaki köşesi, arka sayfalara kaydırıldı.

Erdoğan ilk işareti geçen cumartesi vermiş, ’yandaş medya’da kimi köşe yazarlarının “suça (iftiralara) yataklık yaptığını” söylemişti. Gazete yönetimi Pazartesi günü Nazlı Ilıcak’a “4’üncü sayfada artık Haşmet Babaoğlu yazacak” dedi. Sayfası değiştirilen Nazlı Ilıcak o günden beri yazmıyor.

Dün akşam NTV'de yayınlanan Yazıişleri özel programına konuk olan Ilıcak, size baskı yapılıyor mu? sorusuna 'ona bakacağız' demekle yetindi.

(1) Deniz Feneri ve polemik

Deniz Feneri'nde yolsuzluk iddiaları adalet terazisinde tartılacağına, konu siyasi zemine kaydı. Bir medya patronunun açıktan hedef alınması, yaşadığımız tecrübelerin ışığı altında söyleyebiliriz, hiç "hayırlı" olmamıştır. Ayrıca, basın özgürlüğünü zedeleyen bir yönü de vardır. Çünkü, siyasi iktidarın, bazı yayınların yapılmasını önlemeye çalıştığı izlenimi doğabilir. Öte yandan, medya sahiplerinin, devletle ilgili işleri olmaması gerekir tezinin haklılığı da, bu ilişkilerde bir kere daha su yüzüne çıkmıştır. Unutmayalım ki, geçmişten bugüne kadar basınyayın gücünü ellerinde bulunduranlar, kendi çıkarları için iftira atmaktan kaçınmamıştır.

Almanya'da davası görülen Deniz Feneri yolsuzluğunun Tayyip Erdoğan ile bir irtibatı yok. Böyle bir irtibat kurmaya çalışan Deniz Baykal'dır. Uzakdoğu'daki tsunami felâketi üzerine, Başbakanlık adına açılan banka hesabına bu dernekten para yatırılmış olması, zaten Deniz Feneri'nin kuruluş amacına uygundur. Meselenin siyasileştirilmesi, maalesef, Kanal 7 yöneticilerine para aktarıldığına dair iddiaları da gölgeleyecektir. Oysa birçok soru var zihinlerde. Türkiye'deki Deniz Feneri faaliyetlerinde ön planda gör ünen Uğur Aslan'ın bu derneğin kurucusu ve yöneticisi olduğu sanılıyordu. Acaba, o kişi, bir görüntüden ibaret miydi? İlk günden beri, Deniz Feneri, Kanal 7 ile mi irtibatlıydı? Biri Almanya'da, diğeri Türkiye'de, aynı adı taşıyan iki derneğin varlığına niçin göz yumuldu? Yoksa kasten mi bu iki dernek aynı ismi aldı?

Dikkat: Tayyip Erdoğan Deniz Feneri'ni sahiplenir duruma düşürülmesine fırsat vermesin. Baykal, onu bu tuzağa çekmeye çalışacaktır.

(2) Zahid Akman mağdur mu?

Deniz Feneri davasında, Zahid Akman'ın kurye olarak kullanıldığı, hayırseverlerden toplanan paralardan bir bölümünü Türkiye'ye getirdiği, aynı zamanda, Weiss ve Euro 7 şirketlerine ortak olup, her iki şirkette de, 30 Eylül 2005'e kadar Genel Müdürlük yaptığı ileri sürülüyor. Weiss ve Euro 7 şirketlerinin ise, kısmen Almanya'daki Deniz Feneri'nden akan paralarla beslendiği iddia ediliyor. Temmuz 2005'te, AK Parti kontenjanından RTÜK üyeliğine ve başkanlığına seçilen Akman'ın, Radyo Televizyon Kanunu'nun gereğini yerine getirip, söz konusu şirketlerle ilişkisini önceden kesmediği de belirtiliyor.
Bu bilgilerin ışığı altında, CNN Türk'ün istediği karasal yayın izni
(Frekans hakkı) verilmediği için Doğan Grubu'nun Zahid Akman'a hücum ettiğini söylemek, hiç inandırıcı değil.

Neden ihale yapılmıyor?

Hükûmete şunu sormak isterim: Neden bugüne kadar devlete önemli bir gelir sağlayacak olmasına rağmen frekans ihalesi yapılmadı?
Hatırlatalım: 1994'te yürürlüğe giren RTÜK yasası ile, yayıncılar, Türkiye'de karasal vericiler kurmaya ve yasal olarak yayın yapmaya hak kazandılar. Radyo televizyon tekeli böylece kırılmış oldu. 6 ay içinde frekans ihalesi açılmalıydı. Üst Kurul bir yönetmelik hazırladı. İhale açıldı 16'sı ulusal, gerisi yerel olmak üzere, yayında bulunan bütün radyo ve televizyonlar başvurularını yaptılar. İhale önce yerel televizyonlardan başladı. Ama şirket ortaklarından güvenlik belgesi istenmesine karar verildiği için, iş uzadı, tavsadı. Ulusal yayın yapanlar için de beklenen ihale açılamadı. Hepsinin canına minnet. Bir süre daha devletin frekansını bedava kullanacaklardı.

2000 yılında yeniden frekans ihalesi kararı alındı. Ama Danıştay, "İhaleye, sadece, evvelce müracaat eden 16 ulusal kanal ve yerel kanallar değil, herkes girebilir" dedi, bu şekilde bir şartname hazırlanması için frekans ihalesini iptâl etti.
Frekans ihalesinin yapılmaması, medya patronlarının işine geliyordu çünkü, bedava olarak kullandıkları karasal yayın hakkı için devlete milyonlarca dolar para ödemeleri gerekecekti. Öte yandan analog sistemden dijitale geçildikçe frekans değerinin de düştüğünü hatırlatalım. Eski hükûmetlerin " ihmalini" AK Parti de sürdürdü.

4'üncü frekans

Gelelim bugüne: Geçici olarak kullanılan frekans hakları alınıp satılabiliyor. CNN Türk de, Erbakan'ın denetimindeki TV 5'le anlaşarak, ondan, frekans hakkını satın almak istedi. Böylece CNN yayınları, dijital platforma gerek duymadan, sıradan antenlerle de, karasal yayından izlenebilecekti. Bunun için Zahid Akman'a başvurdular. Akman, Doğan Grubu'nun halen 3 frekansı olduğunu, (D, Star ve TNT) bir 4'üncünün verilip verilmemesi açısından Rekabet Kurulu'na başvurulması gerektiğini söyledi. Rekabet Kurulu, TV 5'in frekansının CNN Türk'e satılmasına, "haber kanalı olarak yayın yapılması şartıyla" onay verdi. RTÜK ise, ayak sürümeye başladı.

Yolsuzluk/usulsüzlük iddiaları ile, CNN'nin karasal yayın imkânı talep etmesini birbirine karıştırmamak gerekir. Zahid Akman onay verseydi, muhtemelen Doğan medyası onun ismini olaylara karıştırmayacaktı, o başka. Ama, frekans talebinden yola çıkarak diğer iddiaları görmezden gelmek, meseleyi sadece bir çıkar kavgasına dönüştürmek yanlış.

(3) Deniz Feneri Derneği

Almanya'da açılan "Deniz Feneri" davası, insanın yüreğini acıtıyor. Haydi Yimpaş, ticari bir başarısızlıktı yanlış yatırımlar yüzünden insanların parası battı. Ama, Yimpaş'ın dışında kalan ve dindar kimliklerini kullanarak halktan topladıkları parayı iç eden başka holdingler de vardı.
Deniz Feneri vakası ise daha da vahim. Zira, fakir fukaraya gidecek paraların önemli bir bölümü, şahsi işler için kullanılmış. Suçlanan Kanal 7 yöneticilerini tanırım, ve iddiaların gerçek olmamasını samimiyetle dilerim. Üstelik, Deniz Feneri vasıtasıyla tesbit edebildiğim bazı fakir aileleri ziyarete gittiğim zaman, bu derneğin çok sayıda yoksul insana katkı sağladığını da bizzat görmüştüm.

Yardımcı olunan ailelerin hikâyeleri, Kanal 7'de uzun uzun yayınlanıyordu doğrusu, mahremiyetin ihlâl edilmesini yadırgayıp sormuştum. Amacın, "hayır severleri teşvik" olduğu söylenmişti.

Şu anda, iddialar çok ciddi. En azından, üstünkörü açıklamalarla geçiştirilemeyecek kadar ciddi. Almanya'da suçlanan şirketin adı da, Türkiye'dekinin adı da Deniz Feneri. Usulsüzlüğün Almanya'daki Deniz Feneri tarafından yapıldığı belirtiliyor. Ama paranın bir bölümü Türkiye'ye gönderilmiş.

Burada hükûmete de görev düşüyor. Aksi takdirde, "yandaşa farklı muamele yapıldığı" tezi haklılık kazanabilir.