Gündem

Nazım Hikmet 57 yıl önce bugün gözlerini yumdu

03 Haziran 2020 15:50

"ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet..."

Şair Nazım Hikmet, bundan 57 yıl önce Türkiye'ye olan hasretini gideremeden vefat etti.

Novodeviçye Mezarlığı'nda yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) önlemleri nedeniyle sınırlı sayıda katılımla anma töreni düzenlendi. Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar, Türk kurum ve kuruluşlarının Moskova’daki temsilcileri, Rus-Türk İşadamları Birliği (RTİB) yöneticileri Nazım Hikmet’in mezarına çelenk ve karanfiller bıraktı.

Nazım Hikmet'in hayatı

1902’de Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet, ilk şiiri Feryad-ı Vatan’ı 1913’te henüz 11 yaşındayken kaleme aldı. 1920 yılında en yakın arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya doğru yol aldı. Tüm hayatını değiştirecek bir yolculuktu bu… Kurtuluş Savaşı’na katılmak için yola çıkan başka bir gruptan sosyalizm, komünizm, Bolşevikler, Spartakistler gibi kavramlarla tanıştı.

Ankara’ya yaptıkları yolculukta Anadolu insanı ile ilk defa bu süreçte tanıştı. İstiklal Harbi’ni en iyi anlatan eserlerden olan Kurtuluş Savaşı Destanı’nın tohumu da bu yolculukta atılmıştı. Bu yolculukta Mustafa Kemal Atatürk ile tanışma fırsatı buldu. Atatürk, Nazım’a maksatlı şiirler yazması yönünde nasihat eder. Vâlâ Nureddin o günleri şöyle anlatıyordu:

“İnançlarımızda büyük bir deprem oluyordu. Manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında bocalamaktaydık. Spartakistler’in aşıladığı sosyalist fikirler ve o güne kadar kişiliğimizi yoğurmuş bulunan milliyetçi fikirler arasında.”

Bu yolculuk Nazım Hikmet’in sosyalist fikirlerle dolmasına yol açtı. Ardından Moskova Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne gitti ve orada Siyasal Bilimler ile İktisat Bölümü’nde okudu.

İlk şiir kitabı 28 Kanunisani’yi 1924’te yayınladı.

Türkiye’ye döndükten sonra Aydınlık’ta yazmaya başladı. Bu yazılar hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. TKP üyeliği nedeniyle 15 yıl hapsi istendi.

O sırada yeniden Sovyetler Birliği’ne gitmek zorunda kaldı. 1928’de çıkan af kanunundan yararlandı ve Türkiye’ye döndü. 

1938 yılında orduda ayaklanma çıkarmaya çalıştığı iddiasıyla yargılandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. 12 yıl sürecek mahpusluk dönemi başlamıştı. İstanbul, Ankara, Çankuru ve Bursa cezaevlerinde yattı.

Bu süreçte “Sevdalınız komünisttir/On yıldan beri hapistir/Yatar Bursa kalesinde” dizelerini içeren Yatar Bursa Kalesi’nde şiirini kaleme aldı.

Hapishaneyi okula çeviren Nazım, yoğun bir üretimle geçen yılların ardından tahliye edildi. Ancak Sabahattin Ali’nin faili meçhul cinayete gitmesi onu endişelendirmişti. Hapisten çıktıktan sonra askere alınacağına dair dedikodular dolaşmaya başladı.

Eski bir subay olan Nazım, askere alınma bahanesiyle öldürüleceğini düşündü ve yeniden Sovyetler Birliği’ne doğru yola çıktı. Nazım’ın İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçip Romanya bandıralı bir gemiye binmesine yardımcı olan kişi şair Refik Erduran’dı…

Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’ne gittikten sonra hakkındaki kampanyalar sona ermemişti. Nazım Hikmet, 1951’de Adnan Menderes’in Başbakanlığını yaptığı Demokrat Parti hükûmetince vatandaşlıktan çıkarıldı.

Dünyanın çeşitli yerlerini gezen Nazım, bu süreçte Dünya Barış Ödülü komitesinin jüri başkanlığını da yaptı.

Mücadelesi, hayatı, ailesi, aşkları ve şiirleri ile büyük bir iz bırakan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da, geçirdiği kalp krizi sonucu, memleketine olan hasreti ile bu dünyadan göçtü.

2009 yılında vatandaşlığı yeniden tanınan Nazım Hikmet, 11 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de Otobiyografi isimli bir şiir yazmış ve kendisini anlatmıştı:

1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya

Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.