Gündem
BBC Türkçe

Nabzı atan kadavra olgusu

Bazı vücut fonksiyonları hala yerinde olan insanlar nasıl oluyor da ölmüş sayılıyor?

07 Kasım 2016 21:12

Bazı vücut fonksiyonları hala yerinde olan insanlar nasıl oluyor da ölmüş sayılıyor?

Nabızları hala atan, idrar üreten, bedenleri sıcak olan, karınları guruldayan, yaraları iyileşen, mideleri yemek sindiren insanlar nasıl olur da hukuken ve tıbben ölü kabul edilir?

Bu insanlar kalp krizi de geçirebilir, nezle olabilir, yatak yaraları çıkabilir. Kızarıp terleyebilirler; hatta bebekleri bile olabilir. Ama ölüdürler.

Bunlara nabzı atan kadavralar deniyor. Beyin ölümü gerçekleşmiş, ama organları hala işliyor, nabızları atıyordur.

Bu vakaların tıbbi bakım masrafları birkaç hafta için 200 bin doları bulur. Ama teknik olarak ölü sayılsa da biraz şans ve epeyce yardımla bedenin aylarca, hatta yıllarca canlı kalması sağlanabilir.

Nabzı olan bu kadavralar bilincini yitirmiş komadaki hastalarla karıştırılmamalıdır. Bu insanlar tepki vermese de beyin işlevleri kısmen de olsa sürmekte, uyku ve uyanıklık döngüsü devam etmektedir. Komadaki hastanın tam iyileşme gösterme ihtimali de vardır.

Bitkisel hayat durumu ise daha ciddidir. Bu hastalarda beynin bilinçli kısmı geri dönülmez bir şekilde hasara uğramıştır. Bir daha hiç bilinçleri yerine gelmeyecek olsalar da ölmüş de değillerdir.

Nabzı atan kadavra sayılmak için beynin tümüyle ölü olması gerekir. Nefes alma gibi kritik bedensel işlevleri yerine getirmekle görevli beyin kökü de ölü olmalıdır. Ama diğer organlar vücudun komuta merkezinin ölmüş olmasından sandığımız kadar etkilenmeyebilir.

Los Angeles'taki California Üniversitesi'nde nörolog olan Alan Shewmon beyin ölümü tanımını uzun süredir eleştiren bilim insanlarından biri. Shewmon, kişinin ölümünden sonra bedeni bir haftadan fazla yaşam belirtileri göstermeye devam eden 175 vaka tespit etmişti. Kalp atışı ve diğer organların çalışması 20 yıl boyunca devam eden bir kadavra örneği bile vardı.

Peki bu nasıl oluyor?

Aslında biyolojik açıdan bir an olarak ölümden söz edilemez. Farklı dokular farklı hızda ölür.

1984'te Lazarus belirtisi olarak ifade edilen otomatik refleks nedeniyle ölen kişi oturur pozisyon alır, kollarını kısa süreli kaldırıp indirir ve çapraz halde göğsüne koyar. Birçok refleks beyin tarafından idare edilse de omurilik boyunda "refleks kavisi" tarafından kontrol edilen refleksler de vardır. Öyle ki dizine vurulduğunda bacağını ileri fırlatan cesetlere rastlanmıştır.

Öldükten sonra deri ve beyindeki kök hücrelerin günlerce canlı kaldığı görülmüştür. İki buçuk haftalık cesetlerde canlı kas kök hücrelerine rastlanmıştır.

Nabzı atan kadavralarda beyin önce ölmüştür. Beyin vücut ağırlığının yüzde 2'sini oluşturur, ama vücuda giren oksijenin yüzde 25'ini tüketir.

Bunun nedeni sinir hücresi nöronların sürekli aktif olmasıdır. Kendi bünyeleri ile çevreleri arasında elektrik akımı oluşturmak için sürekli iyon pompalarlar. Oksijen eksikliği nöronların iyonlarla boğulmasına neden olur ve geri dönülmez hasar yaratır.

Peki kalp atmaya devam ediyorsa doktorlar hastanın öldüğüne nasıl karar verir? Beyin aktivitesine bakılır. Ancak alkol, anestezi, hipotermia ve Valium gibi bazı ilaçlar beyin aktivitesini dondurup doktorların hastanın öldüğünü sanmasına neden olabilir.

Bu amaçla yapılan testlerde hastanın sözlü uyarılara cevap vermemesi, bedeni uyarmaya yönelik uyarıcılara tepkisiz kalması gibi koşullara bakılır. Kulağa soğuk su doldurmak bunlardan biridir ve otomatik refleks sonucu gözlerin hareket etmesini sağlar. Bu testi bulan kişi Nobel Ödülü almıştır.

Hastanın öldüğüne karar verildikten sonra bütün tıbbi tedavinin sona ermesi beklenir. Ama nabzı atan kadavra vakalarında durum böyle olmayabilir. Organ bağışında başarı oranını yüksek tutmak için, ölmüş tanısı konan bu kişilerin bakımı devam eder. Böylece beden her şey normalmiş gibi çalışmaya devam ederken organ nakli yapılacak hasta ve yapacak cerrahlar hazır oluncaya dek zaman kazanılmış olur.

Nabzı atan kadavralardan başarılı organ nakli sayısı kadavra başına 3,9'dur ve bu, nabızsız kişilerden alınan organların iki katına tekabül eder. Kalp nakillerinin tek güvenilir kaynağı bugün için bu yöntemdir.

Bedenin hayatta kalmak için beyinde en çok ihtiyaç duyduğu bölge bilinçle ilgili korteks değil, hipotalamustur. Badem şeklindeki bu bölge, önemli hormonları kontrol eder, tansiyon, iştah, vücut saati, şeker seviyesi, sıvı dengesi ve enerji tüketimini düzenler.

Bu nedenle öldüğü halde nabzı atmaya devam eden kadavraların organ nakli amacıyla bedenlerinin canlı tutulması solunum makinelerine bağlanıp serumla beslenmelerinden öte bir şeydir. Yoğun bakım ekipleri serum yoluyla bunlara gerektiği miktarda hormon tedarik eder.

Bütün bunların olması için önce testlerle kesin ölüm halinin ilan edilmesi gerekir. Ancak bu sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Harvard testleriyle beyin ölümü teşhisi konmuş 611 kişinin yüzde 23'ünde bilim insanları beyin aktivitesi tespit etti. Yüzde 4'ünde ise ölümden bir hafta sonra uyku haline benzer beyin aktivitesi görüldü. Bazıları ise nabzı atan kadavralardan organ nakli için cerrah müdahalesi esnasında vücudun tepki verdiğini iddia ederek bu işlemin anestezi altında yapılmasını önerdi.

Ayrıca sorunun bir de dinsel yönü var. Birçok dinde ölüm tanısı için bedenin soğuk olması ve kalp atışının durmuş olması esas alınır.

Klinik ölüm tanısı konusunda da bazı belirsizlikler olabiliyor. Örneğin kan dolaşımının ne kadar süre durması halinde yeniden canlandırılamayacağı konusu. ABD'de bu beş dakika olarak ifade ediliyor, ama bunun doğruluğu konusunda yeterli veri bulunmadığına inananlar da var.

Hamile iken beyin ölümü sorunu daha da karmaşıklaştırıyor. 1982-2010 yılları arasında böyle 30 vaka oldu. Aileler, bebeği kaybetme ya da onu yaşatma uğruna beyin ölümü gerçekleşmiş yakınlarının en azından bebek anne karnında 24 haftalık oluncaya dek suni bir şekilde canlı kalmasına izin verme tercihini yapmak zorunda kalabiliyor.

Organ bağışı konusunda da bazı kuralların yeniden ele alınması gerektiğine inananlar var. Bugün organın çıkarılması için kişinin ölmüş olması, yani tam beyin ölümü veya kalbin durmuş olması gerekiyor.

Bazıları ölüm halinin kişinin kalbinin ya da solunumunun durmasıyla gerçekleşmediğini, "birey olma durumunu" kaybettiği anda ölü sayılması gerektiğini savunuyor.

Beyninin önemli kısımları hala işlevli olsa ve kendi başına nefes alma yeteneğini sürdürse bile kişi bilinçli düşünce becerisini yitirdiği için ölü sayılabilir.

Böylece organ nakli konusunda daha geniş bir alan açılacağı ve sayısız hayat kurtarılacağı iddia ediliyor.

Ölüm bir an değil, süreçtir. Ama binlerce yıllık deneyimimize rağmen bugün hala daha kesin bir yanıt arıyor olmamız bu sorunun kısa sürede sonuca bağlanmayacağını gösteriyor.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir