Yaşam

Mutlak Galip

02 Eylül 2008 03:00

KARİN KARAKAŞLI

Türkiye-Ermenistan maçına dair ne zaman birilerinin konuştuğunu duysam nemli sıcakla birlikte üzerime kesif bir acı yapışıyor. Sonra her bir gözeneğimden fışkırıyor sanki terle birlikte. O maçı benim için anlamlı kılacak anın, Hrant Dink’in anısına yapılan saygı duruşu olacağını söylüyor içim. Neyse ki duyan yok, sıcak, kadının başına geçmiş derler. Desinler, o da dert değil de, o zaman bıraksalar da Hrant gitse maçını izlemeye...
***
Haftalardır içim kıpır kıpır. Ama birkaç gündür hiç yerimde duramaz oldum. Son olarak Kafkaslar’ın ele alındığı bir toplantıda herkesler en akademik üslubuyla Gürcistan ve Rusya üzerinden sıcak gelişmeleri tartışırken dayanamayıp bağırdım: ‘Hadi kimler geliyor maça?’ Ciddi hava darmaduman oldu tabii bir anda.
Sizi bilmem ama ben şu meşhur pasaportumu cebime attığım gibi Yerevan’a uçacağım günler öncesinden. Çoluğumu çocuğumu, eşimi dostumu da peşimden sürükleyeceğim. Nasılsa Ermenistan, 1-6 Eylül tarihleri arasında Türkiye vatandaşlarından vize almayacağını açıklamış. Kaçırır mıyım fırsatı. “Daha ne düşünüyorsun dayoğlu, ne mızmızlanıyorsun teyzekızı...
Adamlar vize parası bile almıyor, mazeret istemem. Yürüyün gidiyoruz” dedim mi, tamam.
***
Ben bu satırları yazarken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan Cumhurbaşkanı
Serj Sarkisyan’ın davetine vereceği yanıt kesinlik kazanmamıştı. Bu jeste jestle karşılık verilmesi en büyük temennim. Ama aksi takdirde de keyfimi kaçıracak değilim. Ben bu anı bir ömür bekledim. Sovyetler Birliği adındaki Pandora’nın kutusu açılınca Türkiye’nin payına komşu devlet niyetine bağımsız Ermenistan düştü. Türkiye bu beklenmedik komşu ile ne edeceğini düşünürken patlak veren Karabağ Savaşı, kestirme yolu gösterdi. Sınır kapanıverdi.
O kapanış Ermenistan’ı da kendi içindeki travma uçurumundan tepetaklak yuvarladı. Her iki taraf da kendi önyargılarının yankılarını dinledi seneler boyu. Birbirini hiç doğru düzgün bilemedi.
Ama heyhat, kader bu iki milleti koyun koyuna yaşamaya şartlamıştı bir kere. Bak işte bugün iki ülkenin milli takımı müsabakaya çıkacak en doğalından. Hem daha stada girmeden yaşanacaklar var. Hele kurulsun ortak sofralar, hele bir anlatmaya başlasın herkes günlük derdini, sohbet koyulaştıkça da dedesinin, ninesinin hikâyesini, ayırın bakalım kim Türk kim Ermeni, kim Ermenistanlı kim Türkiyeli.
***
O gece yaşanacak olan sadece bir futbol karşılaşması değil, ruhumun meydan muharebesi. Ben ki her iki halkın, her iki ülkenin birbirini aracısız yaşaması, doğrusundan anlaması için çırpınmışım, bir gecelik sarhoşluğu bana çok görmeyin.
O gece kulağımda çocukluğumun tezahüratları... Hani şu Kınalıada’da bizim Ermeni Çocuk Kampı ile Rumların Manastır’ı arasındaki kıyasıya maçlarda atılan, imrendiğimiz o unutulmaz slogan ‘Haydi bastır Manastır...’ Manastır’a tempo tutan çocuklar yok artık. Sahi bugün 6 Eylül ya... Kaderin cilvesi işte. Yağmalanan evleri, dükkânları ve kiliseleri ile birlikte vatandaşlık inançlarını da yitirip memleketinden çaresiz ve gönülsüz gidenleri de yadetmeli bu gece. Hepsinin ruhu huzur bulsun diye.
***
Sanki geçmişe de, geleceğe de hükmeden ilahi bir şimdiki zamandayım. Türkiye Ermenisi olmak bu kadar mı müthiş bir şeymiş Yarabbi... Düşünsenize kim gol atsa haykırabilirim avazım çıktığı kadar. Kim öne geçse sevinen yine ben.
Esas golü ilişkisizliğin kalesine atmışız dostlar. Hamasi söylemlerin, sığ siyasetin ağlarını delmiş şu bizim umut topu. Bu maçın mutlak galibi benim anlayacağınız. Kim gol atsa değişmiyor yürek skoru.
Güzel bir deyiş vardır, benimki de o hesap: Bugünü de gördüm ya, ölsem gam yemem.

Yazarın Agos gazetesinde 29 Ağustos’ta yer alan yazısıdır