Medya

Murat Yetkin: Tehlikenin farkında mısınız, Türkiye’yi rahatlatacak bir “büyük uzlaşmayı” kimler istemiyordur dersiniz?

22 Nisan 2019 23:29

* Murat Yetkin

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan 21 Nisan saldırısının yankıları ilginç bir şekilde devam ediyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 22 Nisan’daki kınamasında “protestolar şiddet eylemine dönüşmüştür” derken, ondan bir kaç saat sonra uzun bir mesaj yayınlayan MHP lideri Bahçeli, “milli sabır ve tahammül sınırları vahim derecede tahrip edilmiştir” diyerek saldırıya uğrayan CHP liderini suçlu çıkarma çabasına devam ediyordu. Bahçeli adeta Erdoğan’ı “beka tehlikesi” söyleminin dışına çıkmaması konusunda uyarıyordu.

Oysa aynı sırada Türkiye’nin önündeki asıl tehlikenin giderek yaklaştığına dair işaretler güçleniyordu.
Aynı 22 Nisan günü, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 6 ülkeyi İran’a uygulanan petrol ambargosundan muaf tutma tarihinin 2 Mayıs’ta dolacağını ve bir daha uzatılmayacağını söylüyordu. Türkiye petrolünün yaklaşık yarısını İran’dan alıyor; Enerji Bakanlığı verilerine göre 2017’de 25,8 milyon ton petrol dışalımı yapmışız. İran’ı Rusya ve Irak izliyor. Irak neyse de, Rusya’yayla ticaret de ABD’ye göre yaptırım gerekçesi oluşturuyor.

ABD, Türkiye’yi Rus yapımı S-400 füzeleri alımı nedeniyle de yaptırım uygulamakla tehdit ediyor. Hürriyet’ten İpek Özbey’e konuşan, araştırma kuruluşu EDAM’ın yöneticisi Sinan Ülgen, yaptırımların Türkiye’nin dışarıdan bulacağı kredileri durdurmaya dek varabileceğini söyledi. F-35 teslimatının engellenme girişimi ise sadece S-400’lere bağlı değil. İsrail hükümetinin, Türkiye’nin ortak üretici olduğu ve Türk hava savunmasının 2023 itibarıyla belkemiği olması beklenen F-35’lerin Türkiye’ye verilmesine karşı olduğunu ABD yönetimine bildirdiği de diplomatik kulislerde konuşuluyor.
İsrail lobisinin ABD Başkentindeki en güçlü bağlantısının ise Başkan Donald Trump’ın, aynı zamanda Orta Doğu Özel Temsilcisi olan damadı Jared Kushner olduğu biliniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mesajını Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak aracılığıyla 15 Nisan’da Trump’a iletmesine aracı olan da Kushner olmuştu. Albayrak, mesajın S-400 ve ikili ticaret hacminin artırılmasını amaçladığını söylemişti.

ABD, bir yandan Türkiye’ye yaptırım uygularken diğer yandan ikili ticaretimiz nasıl 20 milyar dolardan 75 milyara çıkacak?

Bu önemli bir soru. Öte yandan hükümetin IMF ile anlaşma baskısı altında olduğu biliniyor. Bir de Albayrak’ın “çok başarılı” geçtiğini söylediği ABD’deki yatırımcı temaslarının, yatırımcıları ikna etmediğinin anlaşılması sorunu var. Lira, dolar karşısında maalesef düzenli olarak değer kaybediyor. Piyasa yorumcuları, ABD’nin İran ambargosuna Türkiye’yi dâhil etmesiyle tırmanışın artacağı endişesini bütün gün ekranlarda dile getiriyor.


ABD ile yaşadığımız ve sadece dış politikayı değil, ekonomiyi de kötü etkileyecek gerilimin giderilmesini Trump gibi bugün dediği ertesi günü tutmayan bir siyasetçiyle mesaj alışverişine, ya da örneğin kendini Beyaz Saray’a davet ettirip birlikte fotoğraf vermeye bağlamakla çözmeye çalışmak gerçekçi değil. Türkiye’nin asıl muhatabının, yaptırımları uygulayacak olan Kongre olduğu anlaşılmalı.
Belki de bu yüzden Erdoğan, Albayrak’ın hemen ardından Vaşington’a bir hasar tespit seferi talimatı verdi; 26-28 Nisan’da Kızılcahamam’da yapılacak seçim hesaplaşması toplantısı öncesi rapor bekliyor. İstanbul seçimlerinin tekrarının Türkiye’nin dışarıdaki siyasi ve ekonomik itibarını daha da olumsuz etkileyeceğini Erdoğan’a kim söylemeye cesaret edecek, o da meçhul.
ABD ile durumu düzeltmesi zor olsa bile gerilimi düşürecek olan S-400 ve Fırat’ın Doğusunda PKK’nın Suriye kolu YPG’ye karşı güvenli bölge kurulması konusunda görüşmelerin kilit ismi ise Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar.

İşte Akar’ın da saldırganları dağıtmak için “Değerli arkadaşlar, mesajınızı verdiniz” demesi nedeniyle sert eleştirilere maruz kaldığı Kılıçdaroğlu’nun yumruklanması hadisesi, bütün bunların üzerine tuz biber ekti. O 21 Nisan gecesi, İstanbul’da Haliç Kongre Merkezinde, AK Parti’ye yakın iki işadamının çocuklarının nikâh törenine katılan Erdoğan’ın yüzünün, salonun ancak üçte birinin dolduğunu görünce daha da asıldığını, görenler söylüyor.


Aslında Erdoğan bakımından da, Türkiye bakımından da giderek kronikleşen iç ve dış sorunlardan, özellikle ekonomik sorunlardan çıkışın bir yolu var: zaman zaman gündeme gelip kaybolan CHP ile uzlaşma konusu. Kılıçdaroğlu’nun bu saldırıdan birkaç gün önce “ekonominin düzelmesi için gerekirse elimizi taşın altına koyarız” demesi gündemin sıcaklığı içinde dikkat çekmedi.
CHP bakımından AK Parti ile ortak nokta bulmanın en önemli yanı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin, Meclis’in yeniden etkin olacağı, yargının daha rahat hareket edeceği, ülkenin yüzde 50 kutuplaşmasına sokulmayacağı bir Anayasa değişikliği. 
Önceki başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun dünkü bayrak açışının özünü de aslında bu oluşturuyordu. Mevcut sistemin tek adam yönetimine çok açık olduğu, denge ve denetleme mekanizmalarının da budandığı ortamda, MHP lideri Bahçeli çıkıp “denge ve denetleme benim” diyebiliyor.
Eski sistemin sakıncaları da bilindiğine göre, bir yarı-başkanlık sistemi üzerinde sağlanacak uzlaşma çıkış yolu olabilir.

Aslında Erdoğan da, “koalisyon hükümetlerine son” sloganıyla yola çıktığı Cumhurbaşkanlığı sisteminin MHP ile adı konulmamış ve kronik koalisyona dönüştüğünü görüyor olsa gerek.
Peki, siyaseti de, ekonomiyi de rahatlatabilecek, Türkiye’nin çoğulcu yapısına daha uygun bir “büyük uzlaşma”yı, böyle bir sistemi kim istemez?

Başka türlü soralım: Meclis ve yargının daha etkin olduğu, kurumsal denge ve denetlemenin işlediği bir sistemde, Bahçeli ve MHP’nin (ya da tek başına hükümet olmayı rüyasında göremeyecek bir başka partinin) hiçbir sorumluluk üstlenmeden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetinin stratejik kararlarında söz sahibi olması mümkün mü?

Sizce Türkiye’yi rahatlatacak bir “büyük uzlaşmayı” kimler istemiyordur dersiniz?

Bu yazı Murat Yetkin'in kişisel sitesinden alınmıştır