Politika

Murat Belge’yi okumak

'Murat Belge'nin ıskaladığı iki nokta var; bu toplumdaki fanatizm eğilimi ve hemen herkesin tek faktörlü açıklamaların sunduğu kolaycılığa kolayca teslim olması...'

08 Ocak 2014 00:43

Harun Tekin

Birgün (7 Ocak 2014)

Entelektüel birikim, siyasi analiz ve öngörü kabiliyetini her zaman beraberinde getirmiyor. Birikimine kimsenin söz söyleyemeyeceği Murat Belge’nin son açıklamalarını biraz da böyle değerlendirmek gerek. Belge, T24’ten Hazal Özvarış’a “Şimdi tekrar 27 Mayıs’a dönüş olabilir” deyince, bu önemli ismin daha önce neler söylediğine göz atma ihtiyacı duydum. Şunu gördüm: Belge’nin geniş zamana dair ve aciliyet duygusu içermeyen çalışmaları ne kadar zenginse, güncele dair saptamaları da o kadar problemli. Özellikle son yıllarda.

22 Temmuz 2007’deki Radikal yazısında Belge “Hükümet, siyasette izlemek istediği çizgiyi ekonomide görece daha rahat izleyebildi: sorunlara, uluslararası kurumlarla koordinasyon içinde çözüm aramak ve bulmak. Bu konuda (…) eleştirecek pek çok şey olabilir, ama onlar; bugün yapmamız gereken temel seçmenin yanında ayrıntı kalıyor” demişti. 17 Nisan 2009’da Taraf’ta yayınlanan “Son Dalga” adlı yazısında ise, Türkân Saylan’ın evinde arama yapılmasından duyduğu tedirginliği ifade ettikten sonra, “Türkân hanım darbeye karşı olduğunu söyledi ve (…) benim bundan hiç şüphem yok, ama bütün bu cunta/darbe ajitasyonu içinde bayağı önemli ve bayağı merkezî bir rol oynayan bir örgütün başkanı olduğunu da unutmamak gerek.” diyordu. 24 Mayıs 2009 tarihli “27 Mayıs’ın Tekrarı” yazısında “Bu gidişat bana 27 Mayıs öncesi durumun yeniden biçimlendirilmesi yolunda bir seferberlik olduğu izlenimini veriyor.” derken; 1 Kasım 2009’da ise “Türkiye’de bugün ordu sultasının bittiğini” müjdeliyordu.

Referanduma iki gün kala, 10 Eylül 2010 tarihli Taraf’taki “Sivil Darbe!” yazısına şöyle başlamış Belge: “AKP’ye karşı kesim, Türkiye’nin gerçekten ‘en muhafazakâr’ kesimi olmasına rağmen, hükümete karşı yeni slogan üretmekte bayağı ‘yaratıcı’ olabiliyor”. “27 Mayıs Arifesinde” başlıklı 10 Aralık 2010 tarihli yazısındaysa “ ’Ne yapıp yapıp AKP’yi alaşağı etmeliyiz, çünkü şerîat getirecekler’ söylemi tavsadı, çünkü bir türlü getirmiyorlar onu; şimdi, ‘Ne yapıp yapıp AKP’yi alaşağı etmeliyiz, çünkü sivil dikta getirecekler’e dönüldü.” dedikten sonra “Şu andaki model de 27 Mayıs!” diye ekliyor. 14 Haziran 2011’de, genel seçimden sonra yazdığı bir yazıda da oy oranını arttıran AKP’nin “şimdiye kadar yaptıklarını da, bundan böyle yapacaklarını da topluma ‘ibra’ ettirmiş” olduğunu dile getiriyor.

Bundan birkaç gün sonra Radikal’den Ezgi Başaran’la söyleşen yazar, Başaran’ın “Her sorunun kaynağı asker mi?” sorusuna “Evet. Askerin yaratmamış olduğu bir sorunumuz yok” diye cevap verirken, başka bir soruya cevaben “..ülkedeki polis despotizmi hep vardı. Yalnız Hopa’daki gariban adamın (biber gazı sebebiyle hayatını kaybeden Metin Lokumcu’dan bahsediyor – HT) bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti” demiş. “Siz de mi başbakan gibi öğrenci protestolarının arkasında başka bir şey arıyorsunuz?” sorusuna cevabıysa “Öyle düşünüyorum evet. Çünkü Tan gençliğinden itibaren böyle bir gelenek var” şeklindeydi.

Dün yayınlanan T24 söyleşisinde gözden kaçmış olabilecek bir detay var. Başbakanın öyküsüne dair kurduğu “..bu hikâyede bir tarih geldi, bir adam gitti ve yeni bir adam geldi.” cümlesi üzerine sorulan “Nedir o tarih?” sorusuna verdiği cevap: “Kabaca son seçim ve yüzde 58 oy”.

Yanlış bilmiyorsam son seçim 2011’de yapıldı ve AKP oyların %50’sini alarak yeniden iktidar oldu. %58 ise 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumunda çıkan evet oylarının oranı. Bu kadar bilgili bir insan bunları birbirine karıştırmayacağına göre, Belge belki de başbakanın otoriter eğilimlerinin anayasa referandumu ile başka bir boyuta geçtiğini kastediyordur. Öyleyse, bunu daha açık biçimde dile getirmesi doğru olur tabii ki.

Yukarıdaki örneklerde benim gördüğüm temelsiz olmayan bir takıntı ve her şeyi tek kaynağa bağlayan bir indirgemecilik. Belirtmek gerekir ki Murat Belge, hükümetin otoriterleşme eğilimleri ayyuka çıktığından beri ve özellikle de Gezi direnişi sonrası iktidara ciddi eleştiriler de getiriyor. Ama genel olarak son yılların Türkiye’sini sadece onun yazdıkları üzerinden takip eden birinin olup bitene dair tutarlı ve gerçekçi bir fikre sahip olması çok zor. Peki bu yüzden Belge’nin değerini toptan sorgulamalı mıyız?

Hayır, çünkü Belge inandıkları uğruna işkencelerden geçmiş, hapis yatmış, türlü zorluğa göğüs germiş bir akademisyen. Dahası, Birikim Dergisi, İletişim Yayınları gibi önemli değerlere emek vermiş ve milliyetçilik, üniversite, ulus-devletler gibi konular üzerine eğilen biri. Onun son yıllarda güncele dair analizlerinde neden birikimine yakışmayan derecede dar görüşlü ve hatalı olduğunu düşünürken unutmamalı: on yıllarca aynı dertleri yaşamanın getirdiği bıkkınlığı ve topluma ayakbağı olan bazı şeylerin değişmesi yönündeki kuvvetli arzusuyla; milliyetçiliğin her türünün aşırı baskın olduğu bir topluma elinden geldiğince milliyetçiliğin matah bir şey olmadığını anlatmaya çalışan biri var karşımızda. Ama sonuç olarak ıskaladığı ve kendisini de kapsayan çok önemli iki nokta var: bu toplumdaki fanatizm eğilimi milliyetçiliklerden de büyük bir sorun, ve berberinden edebiyat profesörüne hemen herkes tek faktörlü açıklamaların sunduğu kolaycılığa kolayca teslim olabiliyor.

İlgili Haberler