Gündem

Murat Belge: Tayyip Erdoğan 'diktatoryal eğilim'den nasibini almış bir siyaset önderi

Murat Belge: 'Ben diktatör olsam bana 'diktatör' diyemezdiniz' mantığıyla giden Erdoğan bununla birlikte bir 'sallandırma' edebiyatı tutturdu

27 Ağustos 2013 13:28

Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, “‘Başkanlık Sistemi’ filan daha yokken, Başbakan’ın, Başbakan, Belediye Başkan’ı, Vali, Polis Müdürü rollerini üstlenerek yağdırdığı talimatlar, Cumhurbaşkanı’na haddini bildirmeler, Bakanlar’a gösterilen muamele gibi (Gezi sırasında ama öncesinde de) davranışlar düşürüldüğünde, Tayyip Erdoğan’ın ‘diktatoryal eğilim’den bu koşullarda olabileceği kadar nasibini almış bir siyaset önderi olduğu anlaşılıyor” dedi.

Murat Belge’nin “Tek derste Demokrasi ve Diktatörlük” başlığıyla yayımlanan (27 Ağustos 2013) yazısı şöyle:

 

Tek derste Demokrasi ve Diktatörlük

 

Başbakan, “diktatörlük” konusunda, aynı mesajı vermeye devam ediyor. Basit bir akıl yürütme: “Ben diktatör olsaydım, kendime diktatör dedirtmezdim [diktatörler dedirtmiyorlar]. Burada aklına esen bana diktatör diyebildiğine göre, demek ki ben diktatör değilim.”

Öteki temaya da devam: “Seçim dediğimiz şey, sandıktır.” Ve ekliyor: “Biz böyle öğrendik.” Olabilir tabii, öyleyse yanlış öğrenmişsiniz ya da eksik öğrenmişsiniz.

Diktatörlük dediğimiz şey, bu eğilimdeki adamdan başka, aynı zamanda kurumsal bir şeydir. Klasik örnek, Hitler. Hitler 1923’te aldığı oylar sonucunda Hindenburg tarafından Şansölye olmaya çağırıldığında, Almanya oldukça (zamanına göre bayağı bayağı) demokratik bir ülkeydi. Hitler’in “diktatoryal eğilimleri” olan bir adam olduğu şüphesi yaygındı ama o anda ona henüz diktatördenmezdi (Hitler bu dünyada pek öyle eşi menendi görülmemiş diktatörlerden biri olduğu için, “o bile” diyebilmek için örnek diye onu seçiyorum; yoksa Hitler kişiliği ile Erdoğan arasında benzerlik kurmak gibi bir niyetim yok böyle bir şey olduğuna da inanmıyorum zaten).

Kaldı ki, bu “diktatoryal eğilimleri”ni dünyadan saklamak için fazla mesai yapmayan Hitler’in de, bizde çıkan deyimle, ünlü bir “balkon konuşması” bile vardır. Chaplin, Diktatör’ün sonunda, Hitler’e çok benzeyen Yahudi berber rolünde (zaten iki rolü de kendi oynar), bu konuşmanın bir parodisini yapmıştır. Bu konuşma dünyada birçok kişiye “Dur bakalım, yahu, bu adamın bizim henüz anlayamadığımız bazı hasletleri var mı acaba?” dedirtti ve böylece Hitler’e de zaman kazandırdı.

“Ben diktatör olsam bana ‘diktatör’ diyemezdiniz” mantığıyla giden Erdoğan bununla birlikte bir “sallandırma” edebiyatı tutturdu. İyi de, hükümeti, dolayısıyla Başbakan’ı (daha doğrusu Başbakan’ı, dolayısıyla hükümeti) eleştirdiği için işsiz kalmış gazeteciler bir “manga”dan “takım”a doğru kalabalıklaşıyorlar. Tazminat davaları ve benzerleri... Diktatörleşmenin tek yolu yok; “sallandırma” dediği de bir hayli aşırı bir örnek. “Başkanlık Sistemi” olur mu, olmaz mı, bilemem, ama onun içinde, Hitler’e demokrasiden diktatörlüğe geçmek için elverişli bir araç olarak hizmet veren (Mussolini’ye de vermişti) Meclis’i feshetme yetkisi de yer alıyor.

Başkanlık Sistemi” filan daha yokken, Başbakan’ın, Başbakan, Belediye Başkan’ı, Vali, Polis Müdürü rollerini üstlenerek yağdırdığı talimatlar, Cumhurbaşkanı’na haddini bildirmeler, Bakanlar’a gösterilen muamele gibi (Gezi sırasında ama öncesinde de) davranışlar düşürüldüğünde, Tayyip Erdoğan’ın “diktatoryal eğilim”den bu koşullarda olabileceği kadar nasibini almış bir siyaset önderi olduğu anlaşılıyor.

“Sandık” konusuna gelince, “iyi yönetim/ kötü yönetim” diye bir şey vardır demokrasi olan ya da olmayan yerde, her yerde. Halk çoğunluğunun seçtiği kişi (kişiler) de yanlış yapabilirler. Evet, bunun çözümü darbe değildir ve darbe (Mısır’daki gibi) desteklenemez. Ama, “iktidar ne yaptı da darbeyi davet etti?)” düşüncesini de yasak edemezsiniz. Başka türlü nasıl anlayacağız, siyaset ne demektir, nasıl yapılır?

Dünyada “demokrasi” üstüne literatürü izleyecek olsa, “yanlış bulunan yetki kullanımını önlemek için, seçilmiş yöneticilerin görevden geri alınması” konusunun önemini hâlâ koruduğunu görürdü. Buna çözüm bulmak zor, çünkü sorumsuz muhalefetler bu gibi tedbirleri suiistimal ederek sistemi kilitleyebilirler. Ama “çözüm zor” demek, “sorun yok” demek değil. Sorun var. Gidip bir partiye oy vereceğim, sonra dört yıl, beş yıl, sesimi kesip oturacağım. Verdiğim oyla, oy verdiğim kişilerin bütün bu süreçte akıllarına eseni yapmalarına onay vermiş olabilir miyim? Bu bir “demokrasi tanımı” olabilir mi?

Bunlar demokrasinin sorunları. “Demokrasi sandıktır” deyip oturmak, bu sorunların olmadığını göstermiyor. Sadece, bu sorunlara karşı kayıtsızlık ve duyarsızlığın nerelere kadar varabileceğini gösteriyor.