Taraf gazetesi yazarı Prof. Murat Belge, rektörlük seçimlerinde en çok oyu almasına rağmen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ikinci sırada olan Prof. Dr. Mahmut Ak’ın İstanbul Üniversitesi'ne atamasıyla ilgili, "Tayyip Erdoğan, şaka maka değil, daha önce yaptığı ya da söylediği her şeyintersini yaptı. Yani, uzun lafın kısası, birçok kişinin söylediği gibi, “takiye” yapıyordu. Bu da, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek” felsefesinde özetlenmiştir. Gezi ile birlikte bu yeni durum, daha saldırgan bir şekilde açığa çıktı" yorumunda bulundu.
Rektörlük seçimlerini değerlendiği yazısında "12 Eylül düzeninin cumhurbaşkanına verdiği anti-demokratik yetkiyi hiç tereddüt etmeden kullanarak 12 Eylül kalıbı içine girdi" diyen Belge, “Aklın yolu birdir” diye bir laf vardır. Ondan çok emin değilim, ama, diktatörlüğün yolu bir" ifadelerine yer verdi.
Murat Belge'nin Taraf gazetesinde 'Rektör seçimi konusu' başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2015) yazısı şöyle:
'Rektör seçimi konusu'
İstanbul Üniversitesi’nin rektör seçiminin bugün geldiği nokta, AKP, daha doğrusu Tayyip Erdoğan iktidarının Gezi- sonrası girdiği yeni kılığın göstergelerinden biri. Muhalif gazeteler Tayyip Erdoğan’ın “seçim” üstüne daha önceleri söylediği sözleri (yani, “sandık namustur” retoriği) hatırlatarak, Erdoğan’ın kendi söyledikleriyle de çeliştiğini vurguluyorlar. Ama bu son rektör seçimi bu konuda tek işaret değil. Tayyip Erdoğan, şaka maka değil, daha önce yaptığı ya da söylediği her şeyintersini yaptı.
Buna “fikir değiştirdi” diye bir açıklama bulmak, çok inandırıcı görünmüyor. “Taktik değiştirdi” demek herhalde daha doğru. Yani, Gezi- sonrası yaptıkları ve söyledikleri nasıl bir “zihniyet”, bir “düşünce dünyası” gösteriyor ise, bu, başından beri Tayyip Erdoğan’ın sahici, otantik düşünce dünyasıydı. Ama bunu açığa vurmuyordu. Yani, uzun lafın kısası, birçok kişinin söylediği gibi, “takiye” yapıyordu. Bu da, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek” felsefesinde özetlenmiştir. Sanırım Gezi protestoları olmasa da, Tayyip Erdoğan köprünün artık geçilmiş olduğuna inanmaya başlamıştı. Dolayısıyla daha önce kamufle ettiği düşünceleri, tavırları açıkça ortaya koymaya hazırlanıyordu. Gezi ile birlikte bu yeni durum, daha saldırgan bir şekilde açığa çıktı.
Bundan şöyle bir sonuç çıkarıyorum: Erdoğan, bir takiye politikası uyguladığı süre içinde, fanatik düşmanları arasında olmayan kişilere çok parlak görünmese de “kabul edilebilir” bir siyasî performans gösterebildi. Birçoğumuza sevimsiz görünen sözleri ve davranışları hep oldu. Ama İslâmcı olduğunu söyleyen bir siyasi partinin önderi… Elbette o ideolojiyi benimsemeyen kesimlere aykırı gelen tavırları olacak. Bunların yanısıra birçok olumlu davranışı da vardı.
Ama şimdi, Tayyip Erdoğan “kendisi” olarak (kamuflaj kılığını atarak) ortaya çıkınca, yalnız seküler siyasetten yana olanları değil, kendi cephesinde yer alan birçok bireyi de irkilten ve yabancılaştıran bir kişilik ve bir üslûp sergilemeye başladı. Sık sık tekrarladığım gibi bu genel olarak İslâmcı siyasî çizginin zorunlu ya da kaçınılmaz olarak izlemesi gereken bir rota değil; içinde Tayyip Erdoğan kişiliğinin payı çok büyük. Ama Tayyip Erdoğan’da cisimleşen bu anlayış, İslâmcı ideolojiye büsbütün yabancı da değil. Olmadığı, Erdoğan’ın kendi cephesinde kolaylıkla bulduğu büyük destekten de anlaşılıyor.
“Rektör seçimi”nden girmiştik. Üç yüz oy fark yapmak az buz bir şey değil. Aslında iki oy fark olsa, gene bu iradeye saygı duymak gerekir, ama farkın büyük olması, saygısızlığın çapını da büyütüyor. Ayrıca Tayyip Erdoğan, İstanbul Üniversitesi kadar gözönünde olmayan bir yerde, beşinci gelmiş kişiyi seçerek, gene kişiliğini konuşturuyor. “Ben seçildim, yaparım,” diyor –her hareketiyle dediği gibi.
Ama tabii, ona bunu yapma imkânını veren de Kenan Evren’in 12 Eylül Anayasası, Kenan Evren mirası. Yani, Türkiye’nin ezelî açmazı: Elitist azınlık iktidarının kendi konumunu korumak için getirdiği anti-demokratik yasalar ve düzen; ona muhalefet ederek iktidar olanların da aynı anti- demokratik yapıya dört elle sarılmaları. Tayyip Erdoğan şimdi bu rektör seçiminde 12 Eylül düzeninin cumhurbaşkanına verdiği anti-demokratik yetkiyi hiç tereddüt etmeden kullanarak 12 Eylül kalıbı içine girdi. Ama, sözgelişi, iktidarını sürdürdüğü on üç yıl boyunca, bir “ucube” olan yüksek seçim barajı konusunda parmağını kıpırdatmayarak 12 Eylül zihniyetiyle ne kadar kolay uyuşabildiğini göstermişti. “Darbe teşebbüsü” yargılamalarında ipin ucunun kaçtığını gösteren sinyaller vardı ama Tayyip Erdoğan bunlarla da ilgilenmiyor, savcılara kefil oluyordu –ta ki Cemaat’le arasını bozana kadar.
Olay ne olursa olsun, Tayyip Erdoğan kendi istediğini yapacak. İki rektör adayından hangisi kendine daha yakın görünüyorsa onu seçecek –bin tane, on bin tane üniversite mensubunun kimi seçtiği umurunda değil.
Gereğinde kendi yasasını çıkararak sürdürecek sultasını, gereğinde mücadele ettiğini söylediği kişilerin çıkardığı yasaları kullanacak. “Aklın yolu birdir” diye bir laf vardır. Ondan çok emin değilim, ama, diktatörlüğün yolu bir.