Gündem

Murat Belge: Petrol zengini Suudî ailelerinin kızları cinsel meraklarını 'telaffuz' ediyor, roman yazıyorlar...

"Yaptıkları edebiyatın 'iyi' olabileceği konusunda şüphelerim var, 'ilginç' oldukları muhakkak"

12 Aralık 2015 16:45

Taraf yazarı Murat Belge, genellikle otuzlu yaşlarındaki petrol zengini Suudî Arabistan’ın zengin ailelerinin kızlarının roman yazdığını anlatarak, ülkedeki sosyolojik değişimlerden etkilenen bu genç kadınların cinsel meraklarını “telaffuz etmeye” başladıklarını yazdı.

“Flört, aşk, evleneceği adamı kendi seçmek gibi birtakım –çoğumuza çok bildik gelen– konuların Arabistan gibi bir toplumda 'infilâk' yarattığını" söyleyen Belge, “Hayatlarını evle kolej, şirketle alışveriş merkezi arasında geçiren bu kadınların yazdıklarının iyi bir edebiyat olduğu konusunda şüphelerinin olduğunu söyleyerek, “Pek “iyi” olmasa da, “ilginç” olduğu muhakkak” dedi.

Belge'nin Taraf'ta "İslam Dünyasında Roman" başlığıyla yayımlanan (12 Aralık 2015) yazısı şöyle:

Elisabeth Özdalga ile Daniella Kuzmanovic (Kopenhag Üniversitesi’nden) birlikte bir kitap hazırlamışlar: Novel and Nation in the Muslim World (İslâm Dünyasında Roman ve Ulus). Bu kitap elime geçince gördüm: Palgrave Yayınevi’nin “İslâm ve Ulusçuluk” diye bir dizisi varmış. Spiros Sofos ile Umut Özkırımlı dizinin editörleri ve Danışma Kurulu’nda Şeyla Benhabib, Deniz Kandiyoti, Gayatri Spivak ve Sami Zübeyde gibi tanıdığım kişiler yer alıyor.

Kitabın önsözünü Jusdanis yazmış; Türkiye’de roman hakkındaki yazı da Azade Seyhan’dan. Ele alınan ülkeleri sayayım: Azerbaycan, Cezayir, Fas, Libya, Suudi Arabistan, Yemen, İran. Kürt romanı üstüne olan yazıda (Haşim Ahmedzade yazmış) Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki gelişmeler birlikte ele alınıyor. Hindistan’da Müslüman, Şiî azınlığın edebiyatını inceleyen bir yazı da var. Sami ise Kerkük’te geçen Son Melek (yazarı Fazıl el-Azavî) adlı romanda “popüler din” ve “siyasî modernite” konularını inceliyor.

Fas’ta yazılmış üç romanı ele alan Florian Kohstall Berlin’in Özgür Üniversite’sinde çalışıyormuş. Bu üç romandan biri bir gecekondu mahallesinde pislik ve sefalet içinde büyüyen oğlan çocuklarının IŞİD türünden fanatik bir örgütün militanı ve intihar bombacısı olmaları sürecini anlatıyormuş. Bu konunun artık edebiyata girmesinden mutlu oldum. Çünkü olay her yönüyle çok önemli: bombalı eylemleri de bu önemli yönleri arasında elbette ama her şey onunla başlayıp onunla bitmiyor. Neden ve nasıl olabiliyor böyle bir şey? Ayrıca, yaptıkları iş berbat bir şey olsa da, bu insanları “demonize” etmek yanlış bir şey (Batı’nın genel olarak yaptığı bu çerçeveyi aşmıyor. İşte Donald Trump).

“Demonize” etmek yanlış, “kahramanlaştırmak” daha da yanlış. Önemli olan anlamak.

Kitabın genel konusu benim özel olarak izlediğim bir konu değil; onun için epey bir şey öğrenerek okudum. Bunların arasında bir yazı özellikle ilginç geldi: “Genç Suudî Kadın Romancılar”. Bu, sanırım, herkese ilginç (şaşırtıcı) gelecek bir konu. Çünkü birçok bakımdan beklenmedik bir gelişme üzerinden dönüyor.

Büsbütün “beklenmedik” mi? Değil galiba. Birtakım sinyaller vardı. Suudî Arabistan ilgi alanım içinde bir ülke değil ama benim bile kulağıma çalınıyordu. Ayrıca, bu gibi kuralcı Müslüman toplumların yurttaşlarının yurt dışına çıkar çıkmaz kılık kıyafet gelenek görenek ne varsa değiştirdiklerini biliyoruz.

Raja al-Sani adında bir genç kadın, daha 24 yaşındayken (2005 yılında), Riyad Kızları adında bir roman yayımlamış. Kitap anında bir “best-seller” olmuş. Al-Sani birçok bakımdan bu yeni “trend”in öncüsü sayılıyor ama, zaten “öncü” sayıldığına göre, demek benzer yolda yürüyen başkaları da olmalı. Öyleymiş ve genellikle otuzlu yaşlarındaymış bu genç kadın yazarlar.

Yaptıkları edebiyatın “iyi” bir edebiyat olduğu, olabileceği konusunda şüphelerim var. Petrol zengini Suudî Arabistan’ın zengin ailelerinin kızları bunlar. Böyle olmaları iyi edebiyat yapmalarını kesinlikle engellemez elbette ama güçleştirir. Pek “iyi” olmasa da, “ilginç” olduğu muhakkak.

Yazıyı yazan Madawi Al-Rasheed bu yazarların kapuçino içip nargile çeken ve hayatlarını evle kolej, şirketle alışveriş merkezi arasında geçiren gençler olduğunu söylüyor. Sıkı İslâm düzeni kadınla erkeğin hayat alanlarını ayırarak cinselliği bir “obsesyon” haline getirir. Bu, genel olarak, “yasaklamacı” bir obsesyondur. Ama bir yerinden çatladı mı, tam tersi bir nitelik edinebilir. Arabistan’da bazı gelişmeler o çatlağı yaratmış. Çok seyahat etmek, Arabistan’daki kapalı hayattan çıkmak başta gelen etken. Bir de, Suudî Arabistan’da bile kadınların iş hayatına girmeye başladığını görüyoruz. Bu sosyolojik değişimlerin sonucunda bu genç kadınlar cinsel meraklarını “telaffuz etmeye” başlıyorlar ki, zaten bu kadarı da o toplumda çok radikal bir dönüşüm anlamına geliyor. Flört, aşk, evleneceği adamı kendi seçmek gibi birtakım –çoğumuza çok bildik gelen– konular Arabistan gibi bir toplumda “infilâk” yaratıyor. Zaten adını andığım Raja al-Sani de romanının Suudî toplumunda yarattığı ters tepkiden ötürü ülkesini terk etmiş.

Suudî Arabistan’da bunlar olurken burada da Türkiye’yi daha fazla “suudîleştirmek” isteyenler faaliyette.