25 Eylül 2012 03:00
Hazal Özvarış
Prof. Murat Belge ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümü dün yayımlandı.
“Bir darbe daha olamayacak, diyemeyiz” diyen Belge, Türkiye’nin geleceğine dair en karamsar ihtimalin karşısına darbeyi yerleştiriyor. Belge’ye göre ‘’Kürt meselesi sarpa sararsa ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kafasının dikine giderse AKP’nin diktatörleşmesinden yararlanan birileri darbe yapabilir.’’
Söyleşinin ikinci bölümünde, sağdan sola siyasetin ana damarı olan milliyetçiliğin kapsadığı alanda Başbakan Erdoğan’ın da bulunduğuna işaret eden Belge’ye göre “Erdoğan’ın eli sanki bazı şeylere gitmiyor.”
“Bunca sene Kürt ve Türk halkı birbirinden nefret etme durumuna gelmemişti. Ama artık geliyor” gözlemini paylaşan Belge, “duygusal kopuşun ayrılmayla sonuçlanıp, sonuçlanamayacağı” sorumuza şu yanıtı veriyor:
“Oraya gidebilir. Şimdi ayrılıkçı politika yapalım denildiği anda bunun çiçek açacağı daha verimli bir zemin var.”
Ancak Belge, "Pazarlık edilecek ve o pazarlıktan sonra bu kan davası bitecek yalınlığıyla ortaya bir öneri konulduğunda halkın genel olarak makul bulacağını” da belirtiyor ve ‘’ana dilde eğitim’’ gibi atılacak adımların AKP için sandıkta oy düşüşüne neden olmayacağını savunuyor.
Anayasa’daki vatandaşlık talebi ve resmi dil hükümlerinin nasıl yazılabileceğine dair öneriler de getiren Prof. Belge, “Belçika şizofrenisini” hatırlatarak “Türkiye’de özerklik veya federasyon gibi yönetim biçimlerine fazla sempati duymadığını, bunun uzun ömürlü olamayacağını” söylüyor.
Prof. Murat Belge’nin T24’e verdiği söyleşinin ikinci bölümü şöyle:
- Bir filolog olarak şu soruya sizin vereceğiniz yanıt önemli; Kürtçe anadilde eğitim neden Türkiye'yi hep dar boğaza sokuyor?
Bizim siyasi elitler herhalde kendilerine göre güvendikleri bilim adamlarından brifing almışlar. Bunlar da “Dil, milliyetçiliğin birinci dokunulmazıdır” diye bilgi vermiş. Bu yüzden, “dil” kelimesinden korkuyorlar. Oportünist açıdan bakarsan, bir ahali kendi dilinin farkında olmazsa “Üzerine varmadan idare edelim” dersin. Ama halk böyle bir meselesi olduğunun farkına varırsa durumu “Diliniz yoktur” diyerek atlatamazsın. Bilim adamları verdikleri brifingde herhalde bu ikinci kısmını söylememişler. O yüzden de siyasi elitler ilk kısmı benimsemişler.
- 1984'te Kenan Evren Kürtçeyi yasaklıyor, yıllar sonra Turgut Özal TRT'de Kürtçe yayınlar da yapılabileceğini söyleyince Türkiye’de büyük bir dalgama yaşanıyor. Yasaktan 25 yıl sonra TRT Şeş’te 24 saat Kürtçe yayın başlıyor. Ayrıca, üniversitelerde Kürtçe bölümleri açılıyor; bölgelerin Kürtçe isimlerinin kullanılıp kullanılamayacağı tartışılıyor. Tüm bu süreci izlerken, şu soru aklınıza takıldı mı; Kürt meselesinde şiddet olmasaydı bu adımlar atılır mıydı?
Bir tarihte Nokta'dan birileri Öcalan'la görüşmeye gittiğinde, Öcalan, "Biz daha 40 sene beraberiz" diye bir laf etmişti. Bu, “Ayrı bir Kürdistan savaşı vermiyoruz” demekti. Roketatar alıp dağa çıkmak ayrılmak için makul bir sebep, ama kültürel haklar için değil. Ama bu sadece Öcalan'ın veya PKK'nın garipliği değil. Bu memlekette insanları kültürel hak için dağa çıkmak zorunda bırakıyorsak, gariplik bu memleketin doğasından başlıyor.
Ben şunu hep söyledim: PKK'ya katılıp dağa çıkan adamlara neden kızıyorsunuz? Bu memlekette bir Kürt ancak dağa çıktığı zaman özgür hissedebiliyorsa, o zaman çıkacak. Kürt meselesini o kadar aptalca, istediğinin tersini üretecek (counter productive) birtakım tedbirlerle götürdüler ki, sonunda kör düğüm haline geldi. Her şeye rağmen, Kürt ve Türk halkı arasında çok fanatikleşmiş adamları saymazsak, bunca sene iki halkın birbirinden nefret etmesi durumuna gelinmemişti. Ama artık geliyor.
- Prof. Vamık Volkan, Kürt meselesinde çözümün imkânsız olmadığına dair en olumlu gösterge olarak “Türkler ve Kürtler arasında habis bir ırkçılığın olmamasını” göstermişti. Sizin bunu söyleme sebebiniz nedir? Yaz boyunca art arda gelen ölümler mi?
Bu tek bir olaya bağlanacak bir durum değil. Epey yıldır doğudaki kentlere belirli aralıklarla gider gelirim. Her gittiğimde bunu biraz daha fazla hissettiğimi fark ettim. Orada Türkiye diye bir memleketin artık görülmediğini gözlemliyorum. Benim konuştuğum arkadaşlarım "Ayrılalım, bağımsız Kürdistan kuralım" diyen insanlar değil. Ama konuşurlarken artık Türkiye'de ne olup bittiğinin onları ilgilendirmediğini görüyorum. Çok politik meseleler çerçevesinde ilgileniyorlar, ama içlerinde Türkiye'ye dair sıcaklık hissi kalmamış. Kendilerini Türkiye'nin parçası olarak görmüyorlar.
- Son olarak Aysel Tuğluk'un dile getirdiği "duygusal kopuş" tespitine katılıyor musunuz?
Bunu çok kişi diyor, herhalde ben de bunu erken diyenlerdenim.
- Duygusal kopuş sizce, ayrılmayla sonlanabilir mi?
Oraya gidebilir. Şimdi ayrılıkçı politika yapalım denildiği anda bunun çiçek açacağı daha verimli bir zemin var.
- Sizce, PKK özerklikten vazgeçip ayrı devlet talebini dillendirse fiziksel kopuş için zemin hazır mı?
Zemin öncesine göre daha elverişli. PKK devamlı ayak sürüyen bir Türkiye görüyor. Ki Türkiye de aynı şeyi PKK için söylese yanlış olmaz. Ama Kürtlerin Türklere batıklarında genel duydukları o hayal kırıklıklarını anlıyorum. Böyle olunca PKK da "Ben de bu işi kendi bileğimin gücüyle yaparım"a geldi. Bu da daha fazla adam ölecek demek; sonucu belirsiz, son derece tehlikeli bir durum.
- İngiltere dönüşünüzde "şiddet karşıtı" olduğunuzu not düşerek THKP-C'ye katılmıştınız. Örgütün ne demek olduğunu bilen biri olarak, yola Marksist retorikle çıkan PKK'yı siz bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
O tarihlerde devam eden Vietnam, ona eklenmiş Kamboçya vardı. Kararlı bir komünizmle, anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelesi söz konusuydu. Bu arada Salvador Allende bir darbe ile devrildi. Emperyalizm seçimle gelmiş barışçı hareketi iktidarda tutmazken, koskoca Amerika Vietnam'dan kaçıp gidiyordu. O dönem bu süreç bütün devrimcilere “Yöntem budur” ışığı yaktı. Abdullah Öcalan da THKP'nin yanından geçmiş bir adam olarak kendi örgütünü kurdu. Kararlılığı “Onu vur, öldür; o itiraz mı etti, temizle" kümesini de içerdi. Ancak, dünyanın değişmeye başladığının farkında değildi.
Öcalan’ın "40 sene daha beraberiz" sözü içi boş bir laf değil. Kürt kurtuluşundan çok, Türkiye'yi kurtarmak için yola çıkıyor. PKK ile Türkiye'yi emperyalizmin boyunduruğundan çıkarmayı hayal ediyordu; yani Adıyaman'a geldiği zaman işi bitmiş saymayacaktı. İstanbul'a geldikten sonra da herhalde ülkenin adını Türk-Kürdiye Halk Cumhuriyeti gibi bir şey yapardı.
-Sadece geçmişten mi, yoksa mevcut bir arzudan da mı bahsediyorsunuz?
Öcalan hâlâ o noktadadır, diyemem ama buralardan geliyor.
- “BDP, Sinn Fein olabilir mi, olamaz mı” tartışmasında siz nerede duruyorsunuz?
Oluşum koşulları epey farklı. Sinn Fein, IRA'ya her zaman hakimdi, burada tersi bir durum var.
- Dolayısıyla, öncelikli muhatap sizce de Abdullah Öcalan mı?
Öyle görünüyor.
- Peki, bugün “Kürt meselesinde adımlar atılsa da PKK silah bırakmaz” diyenler sizce ne kadar haklı?
PKK'yı çok yakından izleme imkânım yok, ama tahmin ediyorum ki, PKK içerisinde “ayrılık” diyecek insanlar da vardır. Ama bu adımlar, PKK’nın tavrı ne olursa olsun, atılması gerekilen adımlar.
- Bu adımlar arasında sayılan “Anayasa’da vatandaşlık tanımı” sizce nasıl yapılmalı? Hükümde ne tür ifadeler kullanılabilir?
Etnik kayırmalardan uzaklaştırılmalı, ama o da çok zor. Ülkenin adı Türkiye konmuş. Bunu değiştirelim dersen, bir kısım için kabul edilemez olur. Vaktiyle, adamlar ülkelerinin ismine Birleşik Krallık, Büyük Britanya diyerek ileri görüşlülük yapmışlar. Ama bizde öyle değil, herkesi mutlu edecek bir kılık kıyafet bulmak da zor. Ama 1924 Anayasası'ndaki "(Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın) vatandaşlık itibariyle ıtlak olunur" ifadesi kullanılabilir. Bir ara "Türkiyeli" ihtimali konuşuldu ve gene bir kesimin müthiş itirazları oldu. Yine de bu ihtimal, yumuşatıcı olabilir.
- Resmi dile ilişkin madde sizce nasıl düzenlenebilir?
Bu aşamada "İki dil resmi dildir" yerine "Türkçe resmi dildir" yazıp, Kürtçe eğitimi anadil olarak talep eden bölgelere vermek çözüm olabilir.
- Vatandaşlık tanımınızda Türk veya Kürt kelimesini kullanmadınız. Resmi dil veya anadilde eğitim ibareleri altında da "Kürtçe" kelimesi önerinizde yer almıyor mu?
"Türkiye'de yaşayan, anadili Türkçeden başka bir dil olan herkes kendi dilini öğrenmek ve öğretmek hakkına sahiptir" gibi bir şey yazılabilir. İsimleri sayıp, saymamak teferruat.
- Oslo'da PKK ve MİT'i aynı masaya oturtabilen Başbakan Erdoğan, mesele Kürtlerin anadil ve vatandaşlık talebine gelince duruyor. Sizce bunun sebebi ne? Toplumun temeline sirayet eden milliyetçilik mi?
Bana öyle geliyor. Yalnız bu Erdoğan'ın da içinde, sanki bazı şeylere eli gitmiyor.
- Erdoğan'ın elini tuttuğunu düşündüğünüz milliyetçiliğin sınırları nerede?
Milliyetçilik dediğimiz şey lokantada ziyafete gittiğinizde Türkiye'de ana yemek. "Yanında patates kızartması mı, yoksa brokoli mi istiyorsunuz?" diye sorarlar. Bu garnitürler liberalizm ve sosyalizm. İslamcılık da bir garnitür ama diğerlerine kıyasla ana yemeğe daha yakın. Ben bir sosyalist olarak yola çıktığım için enternasyonalizmden yanayım. Dolayısıyla, ana yemeği atlayabiliyorum. Ama Müslüman olan bir adamın böyle çabası, cehdi yok.
- Erdoğan'ın elini tutmadığını varsaydığınızda...
Türkiye'de olağanüstü bir tepki olacağını zannetmiyorum.
- Talepleri gerçekleştirmek, AKP için sandıkta intihar demek değil mi?
Bu çok verisiz bir açıklama, ama oylarda düşüşe yol açacağını sanmıyorum.
- Gerçekleştirilen talepler arasına özerklik eklense de aynı şeyi söyleyebilir misiniz?
Bu isimlerin ağırlıklarını bilemiyorum. Özerklik denilince bu kaç gram tepki yaratır gibi şeyleri anlamıyorum. Zaten böyle kavramlar girdiği zaman Türk milletiyle aynı dili konuştuğum kanısında da değilim. Ama bu karşılıklı öldürmeden herkes bizar. Bunu durdurmak istiyorsan, elbette ki bir şeyler vereceksin. "Pazarlık edilecek ve o pazarlıktan sonra bu kan davası bitecek" gibi bir yalınlıkla ortaya bir öneri konulduğunda genel olarak halkın makul bulacağını ve oya olumsuz bir yansıması olacağını düşünmüyorum.
- Peki, sizce hangi ısrarlar bölünmeye yol açar?
Gerçek anlamda kıymeti harbiyesi olmayan manevi şeyler. Bu bizim genel olarak Orta Doğu ülkeleri, özel olarak Türkiye için geçerli bir durum. Kürtler de, Türkler de sembolizme çok meraklı. Mesela "Anayasa'da 'Kürtler ve Türkler bu ülkenin kurucu uluslarıdır' yer alsın" talebi gerçekleşirse, sanıyorum Türk tarafında mazoşist olanlar intihar eder, sadist olanlar da birkaç Kürdü öldürür.
- Prof. Volkan, T24’e verdiği söyleşide "Barış, milliyetçi ve dindar Türk ile Kürtlerin uzlaşacağı önerilerle başlar" demişti. Kürt meselesi için milliyetçi Türklerin de onayı alınmalı, fikrine katılıyor musunuz?
Bilmiyorum, çünkü bazı milliyetçi Türk ve Kürtlerin fanatizm derecelerini tahmin etmek mümkün değil. "Orada mutlu olmayan üç kişi var diye bir sene daha bekleyelim" tutumuna katılmıyorum. Bu işin buna tahammülü yok.
- Kürt meselesinde Türk milliyetçisi olarak MHP'nin tavrı sivrildiği için soralım; siz MHP'nin göz ardı edilebileceğini mi düşünüyorsunuz?
Evet, edilebilir. MHP de laflarının yarısını sahiden çok inandığı için değil de aklındaki başka bir politika için söylediğinden, göz ardı edilebilirler.
- Peki, aksi yönden, anadilde eğitim ve Anayasa'da vatandaşlık tanımının değiştirilmesi gibi taleplerin gerçekleşmemesi sizce, bölünmeye sebebiyet verir mi?
Toplam 70 küsur milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. Bu kadar insanın çok farklı bilinçleri olur, ama sonuç olarak “Bizim taraftan Ahmet, Mehmet, sizin taraftan Hasan, Hüseyin'i seçeceğiz, onlar da aralarında konuşacaklar” denilirse, bu tarafların arasında temel anlaşma olması lazım. Birbirlerine güven duymaları ve masaya hakikaten meseleyi çözmek için oturmaları lazım. Burada Kürtlerin de şimdiye kadar çektikleri acıları bir tarafa koyup, sonuç alacak yol üzerinden gidebilmeleri lazım. "Bu 70 milyonun şu kadarı Türk, bunların da kafaları şöyle şartlanmış"ı düşünüp; "iki ulus da kurucu" gibi uç önerilerden gidilmemesi lazım.
- Sizin için bu, uç bir öneri mi?
Ben sorun yapmam, ama yapanlar olacaktır. Örneğin, TRT Şeş'in açılması iyileştirici bir adımdı. Bununla bütün mesele çözülmüyor, ama başka adımların önünü açıyor. Şimdiye kadar Kürtçe yayına itirazı olan insanlara gidip "Peki, memlekete bir şey mi oldu" dediğin zaman verebilecekleri bir cevap yok.
Bunların hepsini sabah dokuzda oturup akşam altıya çözeceğiz, deyip olmazsa "Ben roket atıyorum" denilmesinden vazgeçilmesi lazım. Türk tarafının da "İstediklerinde haklısın, ama şartları hesap et. İki tarafı da çıldırtmadan bunu beraber halledelim" demeli.
- İshak Alaton, Kürt meselesinde bölünme vehimlerini tedavi etmek için, "hayır" çıkacağını umarak, referandum önerdi. Sizce, "bölünme referandumu" Kürt meselesinde faydalı olur mu?
Kendimi MHP'nin yerine koyarsam, takiye edebiyatını düşünebilirim. "Hayır, yanıtı bir taktik olabilir" diye düşünebilirler.
- "Evet" yanıtı çoğunluk gelebilir ve bölünme sonucu da çıkabilir.
Korkanlar için böyle bir riskli tarafı da var.
- Yaptırımı olmayan bir bölünme referandumu ihtimal olabilir mi?
Dünyada pek görülmüş bir şey mi? Sanmıyorum. Ayrılmak istiyoruz, diye bir sonuç çıkarsa iş artık oraya gider.
- Bir adım geri atsak, özerklik referandumu yapılabilir mi?
Özerklik, federasyon gibi yönetim biçimlerine fazla sempati duymuyorum. Çünkü her ne kadar etnik temel üzerinden yapmıyormuş gibi rol yapmaya çalışsan da sonunda Belçika şizofrenisi geliyor. O hayat tarzında nefes aldığında bile sen bu nefesi Valon olarak mı aldın, yoksa Flaman olarak mı aldın’a kadar sana bunu devamlı hatırlatan bir hava oluşuyor. Bu nedenle, özerklik ve federasyonu uzun ömürlü görmüyorum. Öncelikle etnisiteyi düşünmeden, tam bir demokrasinin kurumları neler olmalı deyip onları sağlamak gerekiyor; eğer ondan sonra birtakım şeyler hâlâ devam ediyorsa bunu o zaman düşünmek lazım.
© Tüm hakları saklıdır.