Murat Belge*
“IŞİD” diyoruz. Ama konu IŞİD’le bitmiyor. Bir yerde El Kaide ve ona bağlı ya da ondan neşet etmiş bir küme çalışmaya devam ediyor. Afganistan halen de Taliban’a havale. Boko Haram var, El Şebab var. Başkaları da var. Kimisi de herhalde yolda. Bunlar hepsi kendine bir “İslâm bayrağı” bulmuş. Bunların elinde İslâm bir ölüm makinesi haline geldi. Öldürme bir “show”a dönüştü: Kanlı, tiksinti veren bir “show”. Kesilip kapıya asılan bir kelle vb.
Bu tip işleri yalnız İslâm bayrakları altında toplananlar mı yapıyor? Hayır. İşte Norveç’teki o manyak; işte, daha yeni, Amerika’daki ırkçı sapık! Bu da bir moda oldu. Tanımadığın, bilmediğin insanları takır takır öldürüyorsun. Hedef, sayının yüksek olması. Niceliğin egemen olduğu bir dünyada böyle olmak zorunda. “Sen yirmi kişi götürdünse ben kırk tane temizledim. Senden üstünüm.”
Çeşitli Batı toplumlarında bu tür işleri yapanlar genellikle “birey” olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü onlargesellschaft’ın ürünleri. Atomlaşmış bireylerin sırtında oturan ileri kapitalist yapılar içinde yetişmişler. Berikiler ise “El şu”, “El bu,” onlar grup halinde olmak istiyor. Onlar (son analizde gesellschaft’ın saldırısıyla parçalanan) gemeinschaft’ın ürünleri. Ya da bu dünya karşısında orada kalmak isteyen ve onu var etmenin yolunu bu kanlı eylemlerde bulan kişiler. Bizim eski dilde söyleyecek olursak “cemiyet”le “cemaat” arasındaki gerilim ve kavga.
Kapitalizm harıl harıl üretiyor, harıl harıl tüketiyor. Tüketilen şeylerin niteliği parlaklaşıyor habire ve parladıkça, oraya erişemeyenler ordusunun askerleri çoğalıyor. Çünkü kapitalizm –özellikle de onun “neo liberal” türünden alt-akımları– o ışıltıyı ancak gitgide derinleşen bir eşitsizlik üstünden üretebiliyor: sahip olanlar ve olmayanlar. Fransa’da Hebdo’yu basan “Cihadî” ile Amerika’da siyahların kilisesini basan (“konfederasyoncu”) ırkçıyı birbirine bağlayan en önemli bağ, yoksunluk. “Yoksun” olma bilinci doğal olarak küskünlük, derken düşmanlık getiriyor. Bu da genel olarak soyut bir düşmanlık. Genelgeçer ideoloji içinden, marazı daha derin yaşayanların seçip aldığı tekil bir motif. Amerika’daki nefret ettiği bu dünyayı siyahların bozduğuna inanarak –daha doğrusu “inandırılarak”– yetişmiş; Norveç’teki benzer bir kafada; Müslüman militanlarsa her türlü kötülüğün öncelikle Müslüman olmayanlardan geldiğine inanıyor –ama bundan sonra sıra hemen “Onlar gibi Müslüman olmayan”lara geliyor.
Bir yandan kapitalizmin iletişim çarkları kitlesel yok etme imgelerini sömürerek kazanıyor. Televizyonda her gün ölenler, sahici dünyada ölenleri de aşıyor sayıca. Bir “öldürme estetiği” bile kuruldu.
Ve işte, sözgelişi kilise basıp bilmem kaç kişiyi derisi siyah olduğu için tarayan o “ezelî yoksun”, kendisinden esirgenen ünü, ışıklı sahnede yer alma imkânını öldürmekte buluyor. Hayatının başka herhangi bir kıyı köşesinde bulamadığı “anlam”ı, öldürmekte buluyor.
Bunları söylerken, somut cinayetlerin hesabını kapitalizme çıkarır gibi oluyorum. Oluyorum, çünkü öyle olduğuna zaten inanıyorum. Ama hesabı oralara çıkarmakla, bu işleri yapan kişiler için “Onlar masum çocuklar” demek durumuna düşmek de istemiyorum. Ayrıca, suçu bugün yanına yanaşamadığımız büyük mekanizmalara yüklenip “yapacak bir şey yok. Bu gidişle başa çıkamayız” demek de inandığım bir şey değil.
Daha önce de kaç kere yazdım: “İslâm Bayrağı” altında böyle makine gibi adam öldürenleri İslâm dünyası bir biçimde hoş görmeye devam edecek mi? Bakın, Perşembe’nin bilançosu, Kobane’yi saymadığımızda altmışın üstünde. Tek başına Kobane şimdilik 150 civarında.
İslâm, eşcinselliği mahkûm edermiş ve saire. Eşcinselliği mahkûm eden İslâm IŞİD’in, El Şebab’ın, El Kaide’nin, Boko Haram’ın eylemlerini ne eder?
*Bu yazı Taraf'ta yayımlanmıştır.