05 Şubat 2018 15:35
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Gönüllüleri Aslı Elif Sakallı ve Avukat Perihan Meşeli, sığınma evlerinin şiddete karşı mücadelede işlevli olabilmesi için neler yapılması gerekiğini anlattı. Sakallıoğlu, sığınma evlerinde kadının özgürlüğünü kısıtlamayacak ama güvenliğini de sağlayacak bir denge sağlanması gerektiğini; cezaevi gibi olmaması gerektiğini ifade ederken, "Sığınaklarda kalan kadınlar devletin sorumluluğunda" diyen Meşeli, gizlilin önemine değindi.
Evrensel'den Hilal Tok'un haberi şöyle:
Kadına yönelik şiddetle mücadelede sığınmaevlerinin yeri oldukça önemli. Sığınmaevleri, "şiddetten uzak, güvenlikli ve şiddete maruz kalan kadınların yeniden şiddete dönmek zorunda kalmayacakları çözümler üretilene kadar geçici olarak barındıkları yerler" olarak tarif ediliyor. Ayrıca kadınların güçlerini kazanmaları, fiziksel, ruhsal, sosyal anlamda iyileşmesi için bu doğrultuda hizmetler sunması gereken yerler. Yani yalnızca kadının barınma sorunlarına çözüm bulan değil aynı zamanda onları her yönden güçlendiren bir yapıda da olmalı ki kadın şiddet gördüğü yere çaresizlik yaşayarak tekrar dönmesin ve hayatını kurabilsin. Dün paylaştığımız sığınmaevi deneyimleri ne yazık ki devlet sığınmaevlerinin bu işlevi görmediğini ortaya koydu. Ama böyle olmayabilir…
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Gönüllüleri Aslı Elif Sakallı ve Avukat Perihan Meşeli Mor Çatı deneyimini ve “olması gerekeni” anlatıyor.
Geçtiğimiz yıl öldürülen kimi kadınların çocuklarıyla beraber kısa süreli de olsa sığınmaevlerinde kaldığı, ancak eve geri döndüğü çokça örnek vardı. Kadınlar sığınmaevlerinde ne yaşıyor da şiddete geri dönüyor?
Aslı Elif Sakallı (Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı Gönüllüsü): Sığınmaevlerine, şiddetin karşısında bir set olsun, kadınları şiddetten uzaklaştırsın diye bakılmıyor. Zaten kalma süresi de kısıtlı, o süreç boyunca güçlenemeyince, şiddet gördüğü eve geri dönüyorlar. Başka kaynakları olsa zaten sığınağa gelmezler.
Duyuyoruz; üç ay kalmış sığınmaevinde, bir sosyal çalışmacıyla ancak çıkarken görüşüyor. Kötü muamele kadınları çok etkiliyor. Örneğin sosyal çalışmacılar dışındaki görevliler de kadınlara incitici laflar söyleyebiliyor. Görüşme yaptığımız birçok kadın, “Bize ‘birbirinizi yiyin, ne haliniz varsa görün’ diyorlardı” diye anlatıyor sığınmaevlerindeki görevlilerin tutumunu. Toplu yaşam alanları çatışmayı barındırabilen yerler; o çatışmaları iyi yönetmek lazım. Bizim sığınağımızda da çatışmalar oluyor; ‘Kim, neyi, neden yapıyor? Kimin neye ihtiyacı var?’ diye oradaki diyalogu başka bir şeye dönüştürmek gerekiyor. Bazı sığınaklarda çalışmaların iyi olduğunu, kadınların buralardan destek alıp güçlenip ayrıldığını da gördük.
Peki, sığınaklarda yapılan çalışmalar, uygulamalar arasında bu kadar fark neden var?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı sığınaklarda kadın odağa koyulmuyor. Bu da kadınlara yaklaşımı etkiliyor. Bazı belediyelere bağlı sığınakların iyi olmasının sebebi ise kadına iyi yaklaşımları. Ama genel yaklaşım şu:
“Biz kadınları korumalıyız, zaten kadınlar aslında ailelerinde kalmalılar.” Aksine kadının birey olduğunu, mutlu olma, var olma ihtiyacı olduğunu düşünmek gerek. Saygın birey yaklaşımı onları güçlendiriyor. Acıyan gözle bakmak, kollamak, korumak, kızmak, tercihlerini sorgulamak, yargılamak kadınları daha çok yaralıyor. ‘Ah ah, vah vah, sen çok çekmişsin’ler de işe yaramıyor, öfkelenmek de... Aslında kadının gücüne inanmak gerekiyor, iyileştiren nokta o.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sığınmaevleriyle sürekli olarak övünüyor oysa ki sayı da yetersiz. Bakanlığın sığınmaevlerinde neler oluyor?
Bireyler üzerinden değil sistem üzerinden bakmak lazım. Evet, sığınaklar çok kalabalık ve o kadar kalabalıkta çok iyi işler yapılamayabiliyor. Kaynakları doğru yönetmek gerek, ama kaynakların nitelikli sosyal çalışmaya ayrılmadığını görüyoruz. Bazı sığınaklara Diyanetle yapılan protokoller doğrultusunda haftada iki kez vaizelerin gittiğini duyuyoruz. Bunlar rehabilitasyon olarak geçiyor ancak birçok kadının bir uzman psikologla uzun soluklu terapi ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın karşılanmasıyla birlikte kadınların güçlendiğini biliyoruz. Kaynaklar kadınların asıl ihtiyaçları ve hayata tutunması için kullanılmalı. Temel ihtiyaç da değerli olduklarının hatırlatılması. Bu da öyle ya da böyle aile kurumunu ayakta tutalım derken yapılabilecek bir şey değil. Kadınların duygularını ortaya çıkarma ve aralarındaki ilişkilerin krize dönmemesi için grup çalışması da yapılması gerekiyor.
Mevcut sığınaklar güvenli mi kadınlar için?
Güvenlik zor bir mesele. Güvenlik endişesinin fazla olması çok baskıcı politikalara da sebep oluyor. Yarı açık cezaevi gibi olan sığınaklar var; telefonlara el konulan, sigaraya karışılan... Sürekli kapalı alanda kalmak da iyi gelmiyor kadınlara.
Oysa kadının özgürlüğünü kısıtlamayacak ama güvenliğini de sağlayacak bir denge sağlanmalı. Kadınların sosyalleşmesi, iş bulması, dışarı çıkması, destek alabilmesi gerekiyor. O yüzden güvenlik meselesine daha dikkatli yaklaşmak lazım.
Mesela yaşamdan uzak yerlere kurulmamalı sığınaklar. Böyle bir tecride gerek yok. Kadının yaşamla bağları kopartılmamalı. Bir yandan riskleri ona hatırlatmak, onu bilgilendirmek de gerekiyor. Her kadın için ayrı bireysel plan yapmak gerekiyor. Bir kadın için sığınak dışı güvensiz ise o kadın için belli güvenlik tedbirleri alınır, tüm kadınları sığınaktan çıkarmamak doğru değil.
Mor Çatı’da düzen nasıl peki? Kadınları güçlendirmek için neler yapıyorsunuz?
Bir kadın “Biz burada istediğimiz zaman yemek yiyor muyuz?” diye sormuştu. Çünkü daha önce kaldığı sığınaklarda her şey saatliymiş. Bizde öyle değil, kadınlar evinde gibi. Bizim sadece iki kuralımız var; şiddetsizlik ve gizlilik.
Gündelik yaşamı düzenleyecek, mutfağın hijyeninden ortak alan kullanımına kadar her şeyi konuştuğumuz ‘sığınak toplantıları’ yapıyoruz. Burada temel faktör kolaylaştırıcılık. Şunu yapın, bunu yapın demek yerine çözümü hep birlikte bulmalarını sağlıyoruz.
Kadınlar sığınakta güçlenirse, hayata adımlarını atacak planlar yapması mümkün oluyor. Bazen sığınaklarda kurdukları dayanışmalarla, birlikte eve de çıkabiliyor.
Saygın bir birey olarak yaklaşılan her yerde kadınlar inanılmaz serpiliyor. Bunu görmek çok keyifli. Kadınlara güvendikçe onlar da kendilerine güvenmeyi hatırlıyorlar. ‘Ne yapacağım’ kaygısıyla gelen bir kadının ‘Ben çok güçlüyüm, hiçbir şeyden korkmuyorum’ halini görmek inanılmaz.
Sığınmaevinde kalırken, koruma kararına rağmen şiddet görmeye, tehdit almaya devam eden hatta öldürülen kadınlar oldu. Peki, devlet neden koruyamıyor kadınları?
Mor Çatı Gönüllüsü Avukat Perihan Meşeli, kanunda yazılı tedbirlerin ciddiyetle uygulanması halinde birçok kadının hayatını kurtarabileceğini önemle vurguluyor. Ancak uygulamada etkili tedbirlerin verilmemesi veya verilen tedbirin etkili uygulanmaması nedeniyle kağıt üstünde kaldığını belirtiyor. “Örneğin Çağlayan Adliyesinde öldürülen Hanime Aslan’ın yanında 2 koruma polisi vardı. Eski kocası tarafından ölüm tehdidi alıyordu ve o gün duruşmaları vardı. Çıkışta polisler adliyenin ana kapısından onu çıkarırlarken, oğlu tarafından öldürüldü. Çok basit güvenlik tedbirleri alınsaydı bugün Hanime hayatta olabilirdi” diye anlatan Meşeli, uygulamalardaki yetersizliklerin kadınların ve çocukların hayatına mal olduğunu ifade ediyor.
“Peki, tek sorumluluk uygulayıcılarda mı? Onların denetlenmesi, takip edilmesi, eğitilmesi, yaptırımlar ne durumda?”
Avukat Meşeli: En önemli sorun kadına yönelik erkek şiddetine bakışta. Herkesin içine işlemiş erkek egemen bakışın, verili toplumsal cinsiyet kalıplarının en azından sorgulanabilir ve nihayetinde yıkılabilir hale gelmesi lazım. O zaman daha pratik, sistemli bir çözüm de yaratılmış olur. Örneğin, kanun diyor ki ‘Kadın sığınakta kalabilir, adresini gizleyebilir, geçici maddi yardım vs. alabilir.’ Kadın bulunduğu ilden başka bir ile taşınıyor, diyelim. İkameti gizlilik nedeniyle eski ilde göründüğü için gittiği ilde ona ‘Siz geçici maddi yardım alamazsınız ikametgahınız burada değil’ deniyor. Bu çok abes. Mesela Avusturya’da tek kapı sistemi var. Kadın il de değiştirse, sığınak da değiştirse böyle sorunlarla karşılaşmıyor, bir faks çekerek iş halloluyor, kısacası devlet daireleri arasında koordinasyon var. Bizde tek kapı sistemi, koordinasyon ya da alt yapı oluşturmada ciddi sıkıntılar var. Dolayısıyla kadınlar bazı tedbirlerin uygulanması için oldukça enerji sarf ediyorlar. Kanun 2012 yılında yürürlüğe girdi, hala ‘alt yapı çalışmaları devam ediyor’ deniyor. Ve maalesef etkili bir denetim mekanizması da yok. Ancak kişiler şikayet ederse, belki bir soruşturma açılabilir. Devletin re’sen bir soruşturma açtığını ben henüz duymadım.
Av. Perihan Meşeli, devlet sığınaklarında uygulamada yaşanan sorunlarla ilgili de şubilgileri veriyor:
“Devlet sığınakları için ilk önce bir ilk adım merkezine yerleştiriliyor kadınlar, sonra sığınağa gönderiliyor. 100 bin nüfus ve üzerindeki yerlerde sığınak açılması zorunluluğu var ama sayı olması gerekenin çok altında. O sığınakların kurulması ve kadın bakış açısına ve toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip kişilerin çalışması gerekiyor. Sığınaklarda kalan kadınların başlarına herhangi bir şey gelmemesi devletin sorumluluğunda. Örneğin daha önce sığınaklarda kalan kadınlar ile kaçtıkları erkekler arasında arabuluculuk yapıldığını/yapılmaya çalışıldığını duyuyorduk. Erkek mesela mektup yolluyor, görüşmek istediğini yazıyor, onlar ona iletiyorlar gibi, bunların yapılmaması gerekiyor. Görevlilerin de, kadınların da adreslerini söylememesi gerekiyor. Gizliliği net bir şekilde sağlamak zorundalar.
Kadın polise gidip ‘Ben sığınakta kalmak istiyorum’ dediğinde polis onu sorgusuz sualsiz sığınağa yerleştirmek zorunda. Bu çok önemli bir bilgi aslında. Bazı polisler bunu bilmiyor ya da yetersiz personel nedeniyle sığınağa yerleştiremeyeceklerini söylüyorlar, kadının bu noktada ısrar etmesi lazım. OHAL zamanında araçların olmadığı söylenerek kadınların karakolda 12 saat bekletildiğini de gördük; Mor Çatı’ya gelip ‘kadını alın’ diyen, ne yapacağını bilmeyen polisler de gördük...”
Meşeli, İstanbul Sözleşmesi’ni hatırlatıyor:
“Sözleşme devlet yetkililerine ‘siz toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini büyütecek söylemlerde bulunamazsınız’ diyor. Oysa iktidar söylemleriyle şiddeti üretiyor ve var olan şiddeti de harlıyor, çanak tutuyor. Mesela şort giyen kadına tekme atıyor adam, Başbakan tepkisini ‘mırıldanabilirsin’ diye gösteriyor... ‘Kadın erkek eşit değildir’ demek zaten şiddetin önünü açmaktır. Devletin yüzyıllardır alışılagelen aile yapısındaki şiddeti, kadınların bedenlerine ve emeklerine yönelik sömürüyü açıkça görmesi ve buna yönelik etkili mekanizmalar yaratması gerekiyor. En başta toplumsal cinsiyet rollerinin yıkılması gerekiyor.”
Son dönemde kadınların kazanılmış haklarına yönelik pek çok saldırıyla birlikte birtakım gazetelerin 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası ve Mor Çatı “yuva yıkan” olarak hedefe koyduğunu da gördük. Meşeli, kadınların bu yasayı sahiplenmesi gerektiğini söylüyor:
“Yasanın en önemli özelliği kadının delil sunmak zorunda olmaması, çünkü kadınlar bazen gerçekten korkudan darp raporu alamıyor. Giderek, delil sunulamadığında tedbir sürelerinin çok kısaldığını görüyoruz. Tekrar tekrar ek süre istemek zorunda kalıyoruz. 6284 sayılı Kanun yazıldığı gibi etkili bir şekilde uygulandığında kadınların hayatlarını kurtarıyor. Kocasından sıklıkla fiziksel şiddete maruz kalıp ölüm tehditleri alan bir kadın bu kanunla kocasını evden uzaklaştırdığında o yuvaya ‘yıkıldı’ gözüyle bakanlar erkek şiddetini meşru görenlerdir. Böyle ‘yuva’ olmaz olsun, keşke yasayla yıkılabilse o ‘yuva’ diyorum ben de...”
Mor Çatı’nın devletten bağımsız ve feminist yöntemlerle işleyen bir kurum olduğunu belirten Meşeli, “Burada kadın dayanışması esas alınıyor. Kadınlara yargılayıcı olmayan, kadına değer veren, her türlü şiddete karşı bir yer olduğu için çok önemli. Sığınaklarda kadınların hayatlarını kuracak mekanizmaları sağlamak, psikolojik desteklerde bulunmak, yargılayıcı olmamak, ihtiyaçlarını doğru bir şekilde anlamak için etkili mekanizmalar geliştirmek gerekir. Kadınlar ikinci bir travma yaşamamalı, onları psikolojik olarak güçlendirecek mekanizmalar kurulmalı” diye konuşuyor.
© Tüm hakları saklıdır.