23 Nisan 2020 01:05
İdil Çetin*
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’yle imparatorluk topraklarının İtilaf Devletlerince işgali, ülkenin dört bir yanında yerel direniş hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin en başından itibaren bu hareketlerin önüne geçmeye çalıştığına şüphe yoktu. Zaten örneğin Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişine sebep olan Şark Kıtaatı Müfettişliği görevine getirilmesiyle üstlendiği sorumluluklar asayişin sağlanması, bölgede dağınık halde bulunan silah ve cephanenin toplattırılması ve asker toplayıp ordu tarafından korunan cemiyetler varsa bunlara son verilmesiydi.[i] Her ne kadar devlet bu hareketleri kontrol altına almaya çalışsa da, bunun biçimi ve yöntemi dönem dönem farklılaşıyordu. Direniş hareketleri kendi yerellikleriyle sınırlı kaldıklarında da Sivas Kongresi’yle birlikte Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek bir çatı altında toplandıklarında da hükümette olan Damat Ferit Paşa kabinesi, direnişi ortadan kaldırma taraftarıydı. Direniş hareketiyle daha iyi bir ilişkinin kurulmasının istendiği dönemlerdeyse hükümet değişikliğine gidiliyordu. Damat Ferit Paşa’nın başında olduğu kabinelerde, direnişe karşı askerî bir müdahalenin yolları aranıyor, hareketin önde gelenleri için idam kararı çıkartılıyor ve rütbe ve nişanları geri alınıyordu. Ayrıca basına katı bir sansür uygulanıyor, hareketin önde gelenleri için "bey" ve "paşa" gibi unvanların kullanılması dahi yasaklanıyordu. Anadolu hareketiyle uzlaşma siyasetinin güdülmesine karar verildiği dönemlerde ise hükümetin başına daha ılımlı kişiler getiriliyor, önceden verilmiş sert kararlar ve yasaklar kaldırılıyordu.
Esasında Sivas Kongresi’nden kısa bir süre sonra, 2 Ekim 1919’da hükümet değişikliğine gidilmiş, Anadolu hareketine daha ılımlı bakan Ali Rıza Paşa hükümetin başına geçmiş, Bahriye Nazırı Salih Paşa Anadolu’dakilerle görüşmek üzere Amasya’ya gönderilmişti.[ii] Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin bu hareketle ilişkileri tamamen koparma taraftarı olmadığı açıktı. Ancak 16 Mart 1920’de İngilizlerin meclisi işgal etmeleri ve devlet kurumlarına el koymaları işleri değiştirdi. İşgalin ardından Meclis-i Mebusan dağıtıldı, gözaltına alınan pek çok kişi Malta’ya sürgüne gönderildi ve Damat Ferit Paşa’ya tekrar hükümet kurma görevi verildi. Kabine değişikliğiyle katı yasak ve önlemler yeniden gündeme geldi. İstanbul basınının Anadolu hareketinden olumlu bir şekilde bahsetme imkânı tekrar ortadan kalktı. Gazeteler, Anadolu hareketinden "Kuva-yı bâgiye" (İsyancı kuvvetler) olarak bahsetmeye ve hükümet tarafından verilen tebliğleri aynen yayımlamaya mecbur kaldı ve hareketin önderleri için "bey" ve "paşa" unvanlarının kullanılması bir kez daha yasaklandı.[iii]
İstanbul basınının Anadolu hareketinden yeniden olumlu bir şekilde bahsedebilmesi, ancak Birinci İnönü Zaferi’nden sonra mümkün olacaktı. Bununla birlikte 17 Aralık 1920’de Vakit gazetesinde çıkan bir haber, bu duruma istisna teşkil ediyordu (Görsel 1):
İzmir’de münteşir [yayınlanan] Islahat gazetesi 11 Kanunievvel tarihli nüshasında Anadolu ile cereyan eden müzakerât hakkında şu malûmatı vermektedir: "İzzet Paşa’nın riyaseti altındaki heyet Ankara’ya muvasalat etmiştir [varmıştır]. Heyet Ankara istasyonuna vasıl olur olmaz, fevkalade merasim karşısında kalmıştır. Hüseyin Kazım Bey’i Ahmet Ferit Bey müteaddid defalar kucaklamış, Hamdullah Suphi Bey "Hakan kokusu getirdiniz" diye bağırmıştır. Ahmet İzzet Paşa Hazretleriyle Salih Paşa ümitlerinin fevkinde ihtiram [ümit ettiklerinin üserinde saygı] gördüler. Mustafa Kemal kendilerine cidden fazla hürmet gösterdi. Heyetin bu sûretle istikbali anlatıyor ki itilaf hüsn-i suretle neticelenecektir [anlaşmazlık iyi bir şekilde sonuçlanacaktır]. Mustafa Kemal heyet muvacehesinde [karşısında] Meclis-i Milli huzurunda ahval-i hâzıraya [mevcut duruma] dair bir nutuk irad edecektir. Ahmet İzzet Paşa İstanbul hükümetinin nokta-i nazarını [bakış açısını] izah eyleyecektir ...[iv]
Habere ileride yeniden dönmek üzere önce bir İstanbul gazetesinde bu türden bir yazının yayımlanmasının arka plânına bakalım.
İstanbul ve Ankara arasındaki Mart ayından itibaren tamamen kopmuş olan ilişkileri iyileştirme çabaları 1920 sonbaharında gündeme gelir. 10 Ağustos 1920’de İtilaf Devletleri ve İstanbul hükümeti arasında imzalanan Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girebilmesi için taraf ülkelerin meclislerinden geçmesi şartı vardır. Ancak 16 Mart’tan beri İstanbul’da bir meclis yoktur. Ankara’dan yapılan çağrı üzerine burada yeniden toplanan meclis ise bu zamana değin İstanbul tarafından tanınmadığı gibi İstanbul’daki hükümete ve İtilaf Devletlerine karşı sert bir tutum içerisindedir. Antlaşmanın onaylanması şartı, Anadolu hareketiyle ilişkileri yumuşatma ihtiyacını doğurur ve 21 Ekim 1920’de Ahmet Tevfik Paşa hükümetin başına geçer.[v] Akabinde idam emirleri bir kez daha kaldırılır, sansürün şiddeti azaltılır, yasaklı olan "bey" ve paşa" unvanlarının kullanılmasına yeniden izin verilir.[vi] Yeni kabinenin beyannamesi, kuruluşundan birkaç gün sonra gazetelerde yayımlanır. Beyanname hükümetin pek çok farklı alanda takip edeceği siyaseti izah etse de, asıl amacın ne olduğu açıktır: Devletin varlığını belirsiz bir sona sürükleyen ikiliğin ortadan kaldırılması ve birlik sağlandığında barış antlaşmasının onaylanması için meclisin içtimaya davet edilmesi hükümetin ilk vazifeleri olarak anılmıştır.[vii]
İstanbul-Ankara ikiliğini ortadan kaldırma niyeti Ankara’ya da bildirilir. Önceki hükümet zamanında İstanbul-Ankara arasındaki tüm telgraf hatları kesilmiş olduğundan, yeni hükümetin Dahiliye Nazırı İzzet Paşa’nın görevlendirdiği bir zabit, bir süre boyunca İstanbul’dan Anadolu’ya gidip gelerek şifre taşır.[viii] Süregiden haberleşmeler neticesinde tarafların yüz yüze görüşebilmeleri için Bilecik’te buluşulmasına karar verilir.[ix] İstanbul heyetinin başında İzzet Paşa ve refakatinde Bahriye Nâzırı Salih Paşa, Ziraat ve Ticaret Nâzırı Hüseyin Kazım, Bern Sefiri Cevat Bey, Bâbıâli Hukuk Müşaviri Münir Bey ve Rasathane-i Âmire Müdürü Hoca Fatin Efendi; Ankara heyetinin başındaysa Mustafa Kemal Paşa ve refakatinde de İsmet Paşa, Mahmut Esat, Kılıç Ali, birkaç başka milletvekili ve gazeteci bulunmaktadır.[x]
Heyetler 5 Aralık 1920’de Bilecik’te bir araya gelir. Nutuk’ta görüşmelerin başlangıcı şöyle anlatılır:
Ben, ilk söz olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümet Reisi" diyerek kendimi takdim ettikten sonra, "Kimlerle müşerref oluyorum" sualini tevcih ettim. Salih Paşa, benim maksadıma intikal edemeyerek kendisinin Bahriye ve İzzet Paşa’nın Dahiliye Nâzırı olduğunu izaha kalkışırken ben, der-akab [akabinde] İstanbul’da bir hükümet ve kendilerini o hükümetin ricâli olarak tanımadığımı ve eğer İstanbul’da bir hükümetin nâzırları olarak görüşmek istiyorlarsa kendileriyle görüşmekte mazur olduğumu beyan ettim. Ondan sonra, sıfat ve salahiyet mevzu-i bahis edilmeyerek müdavele-i efkâr etmek tensib edildi [fikir alışverişi yapmak uygun bulundu].[xi]
İzzet Paşa’nın kendi anılarında bu girizgâha rastlanmaz. Bununla birlikte Bilecik’e gitmekle yanlış yaptıklarını görüşmelerin hemen başında anladığını kaydeder, ama bunun sebebi Ankara’dan gelen heyetin birbirlerini "yoldaş" unvanıyla takdim etmeleridir.[xii] İzzet Paşa görüşmelerde kendi heyetlerinin birlik içinde hareket edemediğini, içlerinden birinin padişahın yetersizliğinden dem vurmaya başlaması üzerine sultanı savunmak zorunda kaldığını, bunun da kendilerini kötü gösterdiğini ve Mustafa Kemal Paşa’yla bazı konularda anlaşamamalarından ötürü karşı heyetin uzlaşma yanlısı olmadığının anlaşıldığını aktarır.[xiii] Nutuk’taysa birkaç saat süren görüşmelerden sonra gelen heyetin hiçbir esaslı bilgi ve kanaatinin olmadığının görüldüğünden bahsedilir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa heyete İstanbul’a geri dönmelerine izin veremeyeceğini ve hep beraber Ankara’ya gideceklerini bildirir.[xiv] İzzet Paşa’ya göreyse ne yapılmasının lâzım geldiğinin iyice araştırılması için Ankara’ya gitmeleri teklif edilmiştir.[xv]
Ankara’ya gidildikten sonra misafirlerin gelişi şerefine büyük bir ziyafet ve toplantının yapılacağı Genelkurmay Başkanlığı Dairesi’nde kalabalık halde oturulduğu esnada ajans telgrafları getirilir. İzzet Paşa Bilecik’ten çekilmiş telgraflardan birinde kendilerinin İngilizlerin şerrinden Anadolu’ya kaçtıklarının ve milletin himayesine sığındıklarının yazılı olduğunu görür.[xvi] Esasında görüşmeler sırasında Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit hükümetinin, halkta uyandırdığı nefretten ötürü, kendi işlerine daha çok yaradığını, halkın güvenini kazanmış kişilerin hükümette olmasınınsa iyi olmadığını söylediğinden,[xvii] İzzet Paşa Ankara’da alıkonulabileceklerinin farkındadır. Anılarında, böyle bir durumda Anadolu hareketine katılıp bir görev üstlenebileceğini düşündüğünü, çünkü o zamana kadar kalben ve fikren onların yanında olduğunu bildirir.[xviii] Onu öfkelendiren, hakikatin çarpıtılmasıdır. Mustafa Kemal Paşa ise Nutuk’ta alıkonulma ilânının heyetin haysiyetine zarar vereceğini, memleketin kurtuluşu yolunda daha etkili bir şekilde çalışmak üzere kendilerine katıldıkları şeklindeki resmi tebliğin bu yüzden verildiğini anlatır.[xix] Ankara’da çıkan gazeteler de durumu aynen böyle aktarır. 7 Aralık 1920’de Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanan "Anadolu Davasının Yeni Dostları" haberi buna örnektir:
… Heyet niçin gelmişti? Herkesin merak ile kendilerine irad ettiği [sorduğu] bu sualin cevabını nihayet heyet azâları verdiler: Anadolu davasını Anadolu’dakilerle birlikte düşmanlara karşı azm i şiddetle müdafaa etmek için! Şimdiye kadar Anadolu’ya gelmek için bir fırsat bekleyen pek muhterem zevat, bu defa zuhur eden bu fırsattan istifadeye karar vermişler ve uzlaşma müzâkeratı bahanesiyle yola çıkmışlardır. Heyet erkânının kaffesi [tamamı] İstanbul’da aylardan beri mâruz kalmış bulundukları tazyikâtı hikaye etmekte ve Anadolu’nun hürriyet ve istiklal ile meşbû [dolu] bulunan temiz havasını teneffüse başladıkları zamandan beri büyük bir saadet ve ferah hissettiklerini anlata anlata bitirememektedirler.[xx]
Elde Ankara’nın resmi tebliğinden başka bilgi olmadığı için İstanbul’dakiler Bilecik’e diye yola çıkan heyetin Ankara’da ne işinin olduğunu anlayamaz. Her ne kadar Ankara’ya durumun ne olduğunu soran ve heyetin İstanbul’a geri dönmesini emreden telgraflar gönderilse de, heyetin bunları tek başlarına yanıtlamasına izin verilmediğinden, İzzet Paşa hiç cevap vermemeyi daha uygun görür, çünkü kendilerinden istenileni yazarlarsa suçu yüklenmiş olacaklardır.[xxi] Esasında heyetin hakiki geliş koşulları hakkında Ankara’dakilerin tamamı da malûmat sahibi değildir. 1933’te Milliyet gazetesinde Ankaralının Defteri başlığıyla yayımlanan Milli Mücadele hatıralarında bu yaşanılanlara da değinilir. Bu yazılardan birinde, İzzet ve Salih Paşalar Ankara’ya geldikten sonra misafirlerinin eksik olmadığı, ancak işin iç yüzünü bilenlerin çok az olduğu, herkesin gerçekten de paşaların Ankara’ya katıldığını ve hükümetin dış politika kararlarında paşaların fikirlerine başvurduklarını zannettikleri anlatılır.[xxii] İstanbul’daki yabancı diplomat ve askerlerin de neler olup bittiğinden habersiz oldukları, Babıali’nin İzzet Paşa’ya bir an önce gelmesi için açık bir telgraf çekmesine rağmen diğer yandan gizli bir telgrafla orada kalmasını söylediğine inanıldığı bu anılarda aktarılır.[xxiii]
Bu bilgiler ışığında en başta paylaşılan habere dönecek olursak; 11 Aralık’ta Islahat gazetesinde çıkan haberin tekrarı olan yazının, Anadolu Ajansı’nca duyurulan resmi tebliğe karşı yazıldığı açıktır. Islahat gazetesi, Anadolu hareketinin karşısında olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın İzmir İdare Heyeti’ndekilerce çıkartılmaktadır.[xxiv] Heyetin ne maksatla Ankara’ya gittiği anlaşılamamışken, Anadolu hareketine katıldıkları şeklindeki tebliğe karşı böyle bir haberle belirsizliğin fark ettirilmemesi istenmiş olmalıdır. Islahat gazetesinin ilgili nüshası başvurulan hiçbir arşivde bulunamadığından, Vakit’te çıktığı haliyle metinde değişiklik yapılıp yapılmadığını da bilemiyoruz. Her ne kadar Ahmet Tevfik Paşa kabinesi, "bey" ve "paşa" unvanlarının kullanılması yasağını kaldırmış olsa da, haber metninde ve fotoğraf altyazısında hareketin önderleri için bu unvanlar kullanılmamış. Bu durum, Islahat gazetesinin Anadolu hareketine karşı kendi eleştirel mesafesini korumak istemesinden kaynaklanıyor olabilir ve esasında Anadolu hareketinin destekçisi olan Vakit gazetesi haberi değiştirmeden yayımlamayı tercih etmiş olabilir. Haberle ilgili asıl ilginç husus ise, görselin altyazısıdır. Altyazıda "İzzet Paşa heyetini Ankara’da istikbal eden Mustafa Kemal ve Dahiliye Vekili Refet" ifadesi göze çarpar. Görselin Islahat’tan alınıp alınmadığı belli değil. Ancak alınmışsa dahi altyazının Vakit’in ilavesi olduğu kesindir. Çünkü Islahat gazetesinin, siyasi bağlantıları gereği, Ankara hükümetinden birini Dahiliye Vekili olarak anması pek akla yakın görünmüyor. Üstüne üstlük, İstanbul heyetinin başındaki İzzet Paşa da İstanbul hükümetinin Dahiliye Vekilidir. Ancak ne haber metninde ne de fotoğraf altyazısında buna değinilmemekte. Dolayısıyla bu altyazı, Vakit gazetesinin, esas meşruiyeti Ankara hükümetine atfettiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Sonrası
6 Aralık 1920’de Ankara’ya gelen İstanbul heyeti, Mart başına kadar burada alıkonur ve İstanbul’a ancak 18 Mart 1921’de geri döner.[xxv] İzzet Paşa, Ankara’da kaldıkları süre zarfında Salih Paşa ve kendisine Trabzon mebusluklarının teklif edildiğini, ama teklifi şiddetle reddettiklerini aktarır.[xxvi] Oysa 26 Ocak 1921’de çıkan bir kararnameyle, İstanbul heyetine 3 Aralık 1920’den itibaren geçerli olmak üzere maaş bağlanmış ve Münir Bey Hariciye, Fatin Bey de Maarif Vekaleti’nde görevlendirilmiştir.[xxvii] Kararnamenin heyet ilk alıkonulduğunda değil de Ocak’ta çıkartılmasının sebebi, muhtemelen, bu sırada İstanbul ve Ankara arasında Londra Konferansı’na katılım hakkında haberleşmelerin başlamasıdır. İstanbul hükümeti konferansa gidecek heyet için Ankara’nın da temsilci göndermesini ister, Ankara ise bu teklifi kabul etmez. İzzet Paşa bu dönemde Tevfik Paşa’ya telgraf göndererek, İstanbul işgal altında olduğundan Ankara’dan bir heyetin konferansa gitmesinin daha iyi olacağını, bunun için İstanbul’un meclisi tanımasının yerinde olacağını söyler.[xxviii] Fikir birliğine varılamayıp en nihayetinde konferansa ayrı heyetlerin gitmesine karar verildiğinde de, Ankara heyetinde Münir Bey’e de yer verilir.[xxix] İzzet Paşa’nın, anılarında, Münir Bey’in heyette görev almasından övgüyle bahsetmesine rağmen vekaletlerde görevlendirme ve maaş konularına hiç değinmemesi, bundan belki de hiç haberlerinin olmamasıyla bile ilgili olabilir. Her halükârda Bilecik’te ve sonrasında yaşananlar, ilerleyen yıllarda yazılan anıların da gösterdiği üzere, Milli Mücadele yıllarının olduğu kadar sonrasının da çekişmeli konularındandır.
[i] Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cilt 1: Mutlakiyete Dönüş (1918-1919), İstanbul: Cem Yayınevi, 1992, s. 282.
[ii] Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar II, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1987, s. 49-50.
[iii] Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım: Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devirlerine Ait Hâtıralar ve Tetkikler, İstanbul: Vakit Matbaası, 1964, s. 26, 92-93.
[iv] "Hakan Kokusu Getirdiniz," Vakit, 17 Aralık 1920, s. 1.
[v] Mondros’tan Mudanya’ya, s. 182.
[vi] Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2000, s. 63.
[vii] "Tevfik Paşa Kabinesinin Beyannamesi," İleri, 26 Ekim 1920, s. 1.
[viii] Ahmet İzzet Paşa, Feryadım: İstiklâl Harbinin Gerçekleri, II. Cilt, İstanbul: Timaş Yayınları, 2017, s. 94-95; Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011, s. 444.
[ix] Feryadım, s. 326; Nutuk, s. 445-446.
[x] Feryadım, s. 96-97.
[xi] Nutuk, s. 459.
[xii] Feryadım, s. 97.
[xiii] A.g.e., s. 98-99.
[xiv] Nutuk, s. 459-460.
[xv] Feryadım, s. 99.
[xvi] A.g.e., s. 100.
[xvii] A.g.e., s. 99.
[xviii] A.g.e., s. 100.
[xix] Nutuk, s. 459-460.
[xx] "Anadolu Davasının Yeni Dostları," Hakimiyet-i Milliye, 7 Aralık 1920, s. 1.
[xxi] Feryadım, s. 103.
[xxii] "Ankaralının Defteri," Milliyet, 25 Mayıs 1933, s. 8.
[xxiii] "Ankaralının Defteri," Milliyet, 3 Haziran 1933, s. 8.
[xxiv] Zeki Arıkan, "İşgal Dönemi İzmir Basını," http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-13/isgal-donemi-izmir-basini
[xxv] "İzzet Paşa Heyeti Evvelki Akşam Şehrimize Geldi," Vakit, 20 Mart 1921, s. 1.
[xxvi] Feryadım, s. 102.
[xxvii] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-1/2-32-3.
[xxviii] Feryadım, s. 105, 332-333.
[xxix] A.g.e., s. 105.
* Bu yazı Ankara gazetesi Solfasol ve Tarih Vakfı işbirliğiyle yayımlanmıştır. Yazara, Solfasol’a ve Tarih Vakfı Ankara Şubesi’ne teşekkür ederek...
© Tüm hakları saklıdır.