Yıldıray Oğur
(Taraf-11.03.2012)
‘Korkaksınız siz’
Yıldıray Oğur köşe yazılarını web sitenize ekleyin
“Yolda giderken Amerika’yı anne ve babamı aradım. Evde yoklardı. Telesekretere içimdeki coşku ve heyecanı dile getiren şu mesajı bıraktım: ‘Kızınız milletvekili oluyor ama siz evde değilsiniz.’ Taksi şoförünün hafifçe arkaya dönüp baktıktan sonra, yüzündeki şaşkın ifadeyle şöyle dediğini hatırlıyorum: ‘Siz mi milletvekili olacaksınız? Kaç yaşındasınız siz?’ Gülümsüyorum: ‘Milletvekili olacak yaştayım.’”
Amerika’daki telesekretere konuşan milletvekili adayı genç kadının adı Merve Safa Kavakçı. Bundan sekiz yıl önce Başörtüsüz Demokrasi (Timaş Yayınları) adlı, gözlerden kaçan kitabında milletvekilli adaylığı kesinleştiği günü işte böyle anlatıyor.
Kitabı okuyunca sadece o melun 1 Mayıs 1999 gününü hatırlamıyorsunuz, neredeyse tüm ruhu veya ruhsuzluğuyla 13 yıl önceki Türkiye canlanıyor gözünüzde. Ve sadece dışarı dışarı diye bağıran Kemalist faşistler değil, bugün herkese haklı olarak o günlerin hesabını soran Merve Kavakçı’nın yanında oturanların korkaklığıyla da yüzleşiyorsunuz. “Korkaklık” kelimesi benim değil, her şeyi, ancak Amerikan kültürü içinde yetişmiş birinden beklenecek bir açıklıkla anlatan Merve Kavakçı’nın tercihi.
Erbakan’ın kızı Elif Erbakan ve eşi Nermin Erbakan vasıtasıyla gelen milletvekilliği teklifi karşısında hem çok mutlu hem de partidekilerin tavrı yüzünden kafası karışık bir Merve Kavakçı var kitabın ilk sayfalarında. Haftalarca genel başkanı ile bile konuşamamasına bir anlam veremeyen yalnız bırakılmış genç bir kadın. Seçime yakın bir gün partide kafasındaki soruları sormak için Dış İlişkiler Bölümü’nde birlikte çalıştığı, “ağabey” dediği Abdullah Gül’le biraraya geliyor. “Ben milletvekili seçilirsem bir problemle karşılaşır mıyım, siz ne konuşuyorsunuz yönetimde” diye soruyor. Gül’ün cevabı manidar: “Bak kardeşim bu partide strateji olmaz, her şey son dakika işidir. Sana bunu artık bizden biri olduğun için söylüyorum.”
Daha sonra anlattığı şey tam 13 yıl öncesinin Türkiye’sine layık bir tablo. Görüşmenin ardından Kavakçı’nın Washington Post adına kendisiyle konuşmaya gelen Amberin Zaman’la randevusu var: “Sayın Gül o anda bana çok garip gelen bir teklif getirdi. ‘Merve kardeşim, röportajı yaparken, başını böyle değil de, şöyle bağlasan’ dedi ve eli ile anneannelerimizin kullandığı çene altından bağlanma şeklini gösterdi. Bu tarzın bana yakışmayacağına inandığımı söyledim kendisine ve ‘baş örtüş şeklimin neden bu kadar önemli olabileceğini’ düşündüm kendi kendime.”
Gül’ün tarif ettiği baş örtme şekli, generallerin onayladığı “anneannelerimiz” başörtüsü modeli. Merve Kavakçı, muhtemelen Amerika’dayken kaçırmış bu askerî tesettür kreasyonunu.
Peki, şimdilerde 13 yıl öncesinin arşivlerinden Washington’a gönüllü askerî ataşe atayan Erdoğan ne diyor Kavakçı’nın adaylığı için. “Seçim Yaklaşıyor, Parti Merkezi’nden Ses Yok” başlıklı bölümde alıyoruz cevabı. Erdoğan’ın şiir yüzünden hapse girmeyi beklediği günler. Kavakçı anlatıyor: “Bir gün kuzenimle beraber Tayyip Erdoğan’ın ofisindeydik. Çalışmalarımın yönü konusunda onun da fikirlerini almak istiyordum. Tayyip Bey, benim adaylığıma pek olumlu bakmıyordu. Daha doğrusu başı örtülü bir hanımın milletvekili adaylığına olumlu bakmıyordu. Basının acımasızlığını dile getiriyor, eski eşimle ilgili bir iki şey soruyordu bana. ‘Şimdi, bu adamlar her konuyu alet ederler pis oyunlarına. Bir de şu var tabii. Parti ileriki günlerde senin arkanda olmayabilir.’”
Tam da Gül’ün ve Erdoğan’ın tahmin ettiği gibi olacaktır her şey.
Seçimler biter. Merve Kavakçı artık İstanbul milletvekilidir. Kavakçı’ya kampanya sırasında tanıştığı Nazlı Ilıcak dışında pek sahip çıkan olmamıştır ama.
Ancak yemin gününden bir gün önce parti yönetimi rengini belli etmeye başlar. 1 Mayıs günü Abdullah Gül öğle saatlerinde Kavakçı’ların evini arayarak ziyarete geleceklerini haber verir. Salih Kapusuz ve Lütfü Esengün gibi parti kurmaylarıyla gelirler eve. Kavakçı’nın ifadesiyle “Yüzündeki plastik gülümsemeyle elindeki baklava kutusunu uzatır” gergin görünen Gül. “Biz Başkanlık Divanı’nda uzun uzun konuştuk” diyerek sözü Kapusuz alır: “Yarın Septioğlu’na (en yaşlı üye sıfatıyla Meclis Başkanı Ali Rıza Septioğlu) ‘el öpmeye’ gideceksiniz ve ‘Bana bugün yemin ettirecek misiniz’ diye soracaksınız. Eğer ‘olur’ derse Meclis’e geleceksiniz. Eğer, ‘hayır’ derse de Meclis’e gelmeyecek, bir basın toplantısı düzenleyecek ve Meclis’e girmekten vazgeçtiğinizi açıklayacaksınız.”
Kavakçı konuşmayı sürdürsün: “Allah’ım neler duyuyordum. Kulaklarım neler işitiyordu, duyduklarım gerçekten bana söyleniyor olabilir miydi, yoksa misafirlerimiz bana şaka mı yapıyorlardı. Donakalmıştım.”
Gayet mantıklı bir konuşmayla çürütüyor Kavakçı bu Türk işi ‘el öpme’ formülünü: “Septioğlu’ndan icazet istiyormuş gibi onu ziyaret etmemin bir anlamı yok” diye çıkışıyor haklı olarak. “Erkek milletvekili olsam bu kadar rahat gıyabımda karar alabilirler miydi” diye düşünüyor. Aklına annesinin yarı şaka yarı ciddi söylediği sözler geliyor: “İster misin bunlar sana sahip çıkmasınlar.”
“Düşünmem gerek” diye cevapsız bıraktığı parti yöneticileri evden çıktıktan bir süre sonra Kavakçı telefonla Abdullah Gül’ü arayıp tekliflerini kabul etmediğini söylüyor ve ekliyor: “Keşke bu sabah yaptığınız toplantıda ben de olsaydım.” Gerisini yine Kavakçı anlatsın: “Abdullah Bey’in cevabı ise ürkütücüydü: ‘Sen Başkanlık Divanı üyesi değilsin ki?’ O toplantıda alınacak kararın benim hayatımı etkileyecek olmasının bir önemi yoktu. Annem haklı çıkmıştı.”
Bütün kampanya boyunca görüşmek istediği Genel Başkan Recai Kutan’dan ancak yemin töreninden bir gece önce randevu alabilir Kavakçı. Düşünceli ve sıkıntılı olan Kutan, onu dinler ama hiçbir yorum yapmaz.
Ve 2 Mayıs. Yemin günü. Sabah saatlerinde arayan Kapusuz’un “Septioğlu ziyaretine gerek kalmadı” demesinden biraz sonra Kutan arıyor ve “Biz seni çağırdığımız zaman geleceksin” diyor. Bu belirsizlik Kavakçıların evindeki endişeyi arttırmaktadır. En kötü senaryo için mutfakta yardımcısı ve kız kardeşi Ravza’yla bir konuşma metni bile hazırlarlar.
Yanlarında sadece “Sen ne karar verirsen ver yanındayım” diyen Nazlı Ilıcak vardır. Bugün, neredeyse 28 Şubatçıların koruyucu meleği ilan edilecek Ilıcak için şöyle diyor kitabında: “Nazlı Abla büyük bir hanım, mert ve doğru. Doğru bildiğini söyleyen, söylediklerinin de sonuna kadar arkasında olan bir hanım.”
Yemin törenini izlediği evde partiden haber beklerken başörtüsünü çıkaran MHP’li Nesrin Ünal’ı izliyor televizyonda yemin ederken. Nazlı Hanım arıyor ve Gül’ün “İşler iyi gidiyor, sırası gelince yemin edebilecek” mesajını iletiyor.
Ve Meclis’e gidiliyor. Milletvekili akrabaları Zeki Bey’in odasında beklemeye başlıyorlar. Nazlı Ilıcak gergin ve telaşlı olarak geliyor odaya. Sonra da partinin ağır toplarından Temel Karamollaoğlu, “Şimdi değil geç vakitte yemin edeceksin” diyor Gül’ün aksine.
Israr ediyor Kavakçı: “Benim sıram gelince andımı içmem gerekiyor ve bunu yapmalıyım. Ben bu halka söz verdim, sözümü tutacağım.”
Ve salona doğru yürümeye başlıyor. Kırmızı halı kaplı uzun koridorlardan Genel Kurul’a ilerlerken yanında akrabası Zeki Bey ve Nazlı Ilıcak’tan başka kimse yok. Dilinde ise şu dua: “Rabbim, gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla, çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.”
Bundan sonrasını maalesef biliyoruz. Dünya faşizm tarihinin en iç acıtıcı dakikaları yaşanıyor Meclis’te. O dakikalarla ilgili bilmediğimiz tek şey yüzüne karşı “dışarı, dışarı” diye bağırılırken Kavakçı’nın dilinden dökülen ayetler: “Biz onların önlerinden ve arkalarından bir set çektik de onları sardık ve onlar artık göremez oldular.” (Yasin-36)
Dışarı çıkıyor. Kardeşi Ravza’yı arıyor. Kendi ifadesiyle “Aradaki dinleme cızırtılarından” fazla konuşamadan kapatıyor telefonu. Bir ara gözü televizyona kayıyor. Ânında ekrana çıkan Cumhurbaşkanı Demirel’in onun için söylediği “ajan provakatör” sözlerini duyuyor.
Kavakçı’dan dinleyelim: “Demirel’in sözleri Meclis’te başörtüsü tarihi için bir dönüm noktası teşkil edecekti. Parti tavrını değiştiriyor, korkmaya, titremeye başlıyordu anlaşılan.” Yıllar sonra Fazilet Partili Turhan Alçelik’in kendisine o akşam Demirel’in Kutan’ı arayarak “birilerinin” Meclis’e girmemesiyle ilgili ihtarını ulaştırdığını öğreniyor.
Gece yarısından sonra. Yemin töreni devam ediyor. “Yeniden Meclis’e gidip bir kez daha denemem lazım” diyor Kavakçı. Aradığı kimse telefonlarına çıkmıyor. Erkeklerden iş çıkmayınca yine kadınlar devreye giriyor. Yakın ahbapları Latife Abla ve Mukaddes Abla siyah camlı bir araba buluyorlar.
Bir kez daha denenecek. Yine Zeki Bey’in odası ve yine Nazlı Hanım orada. Yemin etmeyen vekiller için son saatler. Başkan Septioğlu sık aralıklarla Merve Kavakçı’nın ismini anonsluyor. Faziletli vekiller geç saatlere kadar Genel Kurul’u terk etmemiş, onun için bekliyor. Plan şu: Kavakçı kürsüye çıkarken etten bir bariyer kurulacak.
Genel Başkan Kutan’ın odasına gidiliyor yine:
“O an en acı olanı söyleyiveriyor Nazlı Abla birden: ‘Merve bunlar sana yemin ettirmeyecekler.’ Şaşırıyorum. Adımlarımı daha da sıklaştırarak, koşarcasına Recai Bey’in odasına ilerliyorum. Genel Başkan odasında suratlar asık. ‘Genel Kurul’a girmemeniz kararı alındı.’ Nee! Kaynar sular başımdan aşağıya dökülüyor. Neler oluyor bu partide, neler dönüyor burada, kim aldı bu kararı.”
Tam bir Amerikan film repliğiyle hesap soruyor: “Burada neler olup bittiğini bilmek benim en doğal hakkım.”
Parti yöneticileriyle dolu odada Kutan “Aydın Menderes Bey partinin Erbakan Hoca’yla olan bağını açıklama tehdidinde bulundu. İstifa edeceğini söyledi. Demirel’in ‘ajan provokatör’ sözleri de fikrimizin değişmesinde rol oynadı” diyor. Başlığı Kavakçı atsın: “Demirel’in söylediklerinin iftira olduğunu bildikleri halde bunu sebep olarak ileri sürmeleri beni çok sinirlendiriyor, vücudumdaki bütün kanın beynime sıçradığını hissediyorum. Ailemin bir dostu olarak yıllardır tanıdığım Recai Bey Amcama bu sefer Başkanı’nı uyaran bir partili olarak ‘Recai Bey, siz korkaksınız’ diye bir anda haykırdığımı fark ediyorum. Ne acı bir ironi idi ki ben Ecevit tektipçiliğiyle değil, kendi partimle mücadele ediyordum artık. Gergin ortam telefonumun çalması ile delindi. ‘Abla ne oluyor. Nermin Teyze. Hocam mutlaka girmeli ve ant içmeli diyormuş. Ne oluyor abla.’ Ravza bu iş bu kadar parti büyükleri korkuyorlarmış. Ravza telefonun diğer ucunda ‘Abla bunu nasıl yaparsın, tekrar denemek zorundasın’ diye bana bağırıyordu.
‘Evet, bir açıklama bekliyorum’ diyorum ortalığa Recai Bey’in odasında. Salih Kapusuz Bey başlıyor konuşmaya. Kapusuz bir önceki gün bana anlattıklarından oldukça farklı ifadeler kullanıyor. ‘Salih Bey, lütfen doğruları konuşalım. Siz bana şöyle şöyle demediniz mi’ diyorum.”
Yorgun gün bitiyor. Ertesi gün basın toplantısı var. Konuşma metnine herkes bir şeyler ekletmeye çalışıyor. Cemil Çiçek’in Ecevit için “Güneş Motel hadisesini unutmadık” deyin teklifini “bana yakışmaz” diyerek reddediyor.
Sonra hiçbir şey çıkmayan toplantılar, televizyon röportajları. Gül’ün ayarladığı Ali Kırca ile yayın en gergin olanı. “Bana olan nefreti gözlerinden okunan” diye bahsettiği Kırca, yayının başında dönerek elini uzatıyor Kavakçı’ya. Kavakçı elini sıkınca da “Hayret, elimi sıktınız, sıkmazsınız zannediyordum” diyor. Onun “Neden Türkiye’yi gerdiniz” gibi saçma sapan sorularına ustalıkla yanıtlar veriyor.
Ve parti kararıyla İstanbul’da sürgün günleri başlıyor. Ağabeyleri arada sırada Salih Kapusuz ve Abdullah Gül ile görüşüyor. “Aman ha sakın gelmesin” diyorlar onun için.
Ve bir gün o çok garip teklif geliyor:
“Ahmet Hakan Bey İstanbul’dan Ankara’ya gitmiş o günlerde. Orada parti yönetimindekilerle görüştükten sonra beni aradı. Salih Kapusuz ve Abdullah Gül Beylerle görüştüğünü onların da DSP’li Hüsamettin Özkan’la görüştüklerini, durumun benim için çok vahim olduğunu ifade ediyordu telefonda. Bu sebeple Ecevit ve Hüsamettin Özkan’ın Fazilet Partililere ‘Gelin Merve Kavakçı’yı beraber yurtdışına çıkaralım. Vatandaşlıktan atılıp milletvekilliği düşünce dokunulmazlığı kalktığı takdirde, Meclis’e başörtülü girmekten ve 1996 senesinde ABD’de yaptığı bir konuşmadan dolayı yargılanma süreci başlayacak. Bu sebeple, bir an önce ülke dışına çıksın’ teklifinin geldiğini ancak Fazilet Partililerin bana bu teklifi yapmaya çekindiğini, Ahmet Bey’den de bana teklifi iletmesini rica ettiklerini söyledi. Telefonun diğer ucunda konuşan Ahmet Hakan Bey’i donmuş ve şaşkın bir ifade ile dinledim.
Neler duyuyordu kulaklarım. Bu sefer de kim kiminle hareket etmekteydi. Partimin de aynı düşünce de olması kahrediciydi. Artık partimi daha iyi tanıyordum.”
Ertesi gün İskele-Sancak programında konuğu olur Ahmet Hakan’ın. Program çok beğenilir. Tekrar yayınlanması istenir O sırada Kanal 7’ye Ankara’dan bir daha yayınlarsanız kanalınızı kapatırız uyarısı gelir.
Bu sırada Ankara’dan alelacele gelen (aceleden uçaktan başkasının çantasını alıp gelmiş) amca dediği Beşir Atalay, akademiden yakın arkadaşı olan Baba Kavakçı’ya Hüsamettin Özkan’dan gelen teklifi bizzat iletir: “Biz de yardım edelim yurtdışına çıksın.”
Amerika’ya geri dönmeden önce son kez Erbakan’la görüşür Kavakçı. Baş başa yapacaklarını zannettiği görüşme için gittiği ev parti yöneticileriyle doludur. Erbakan dinler sadece “Gereken yapılacaktır” der. Ama gereken yine yapılmaz. Kavakçı’nın AİHM masraflarının sadece onda birini parti öder. Gül ve bir grup milletvekili avukat giderleri için aralarında yardım toplar. Kitaptan öğreniyoruz ki o yemin gününün ardından Kavakçı neredeyse partiye yaklaştırılmamış. Başörtüsünün engel olmadığı parti içinde bile ona görev verilmemiş. Meclis grubunun faaliyetlerine davet edilmemiş.
Bu arada partinin kapatılmasına neden olacak Kavakçı meselesi Fazilet Grubu’nu da karıştırmıştır. Hedefteki isim artık Nazlı Ilıcak’tır. Dengir Mehmet Fırat bir keresinde grup toplantısında Ilıcak’a “Merve Kavakçı olayında partiyi siz krize soktunuz. Demirel’in bahsettiği ajan provokatör sizsiniz” bile diyecektir.
Merve Kavakçı, kitabı boyunca “Bu korku nedendi ve kimdendi? Bu sorularımı parti yönetimindeki muhataplara iletme imkânına sahip olmadığım için kendi kendime soruyor, cevap bulmaya çalışıyordum” diyor.
Bugün o sorunun cevabını hepimiz gayet iyi biliyoruz. 13 yıl önceki Türkiye’nin şartlarını da. O yüzden bugün iktidarın rahat koltuklarından 28 Şubat’ın rövanşına talip olanlara, arşiv karıştırıp racon kesenlere sormak hakkımız: Peki o günlerde siz ne yaptınız? Tabii korkmaktan başka...