17 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilerek başörtüsüyle TBMM’ye giren ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “Bu hanıma haddini bildiriniz” sözleriyle tepki gösterdiği Merve Kavakçı, TBMM’de yanında duran, tepkilere birlikte karşı koyduğu Nazlı Ilıcak’ın FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanmasına ilişkin Yeni Akit gazetesinde bir yazı kaleme aldı. Kavakçı, “Açıkçası kendimi sorumlu hissediyorum. Keşke diyorum, keşke bu dostluğu dondurmayıp Nazlı Ilıcak’a FETÖ’nün ne olduğunu izaha çalışsaydım. Keşke görüşmeyerek görüşmeyi seçmeseydim. Belki onu ikna edebilirdim. Belki görmediklerini görmesine vesile olabilirdim” ifadelerini kullandı.
Merve Kavakçı’nın bugün (5 Ağustos 2016) yayımlanan “Nazlı Ilıcak ve…” başlıklı yazısı şöyle:
Benim için Nazlı “Abla”. Öyle kalmasını istediğim, öyle hatırladığım, hatırlamak istediğim. İki yanında kadın polisler, arabaya bindirilirken görünce içim yandı. Üzüldüm. Keşke dedim, keşke böyle olmasaydı. Keşke “bunların” ne olduğunu 15 Temmuz gecesi değil de daha önce anlamış olsaydı. Keşke “bunların” palazlanmasına çanak tutanlardan olmasaydı. Keşke. Zira o, benim hatırladığım o, hafızamda o şekilde kalmasını istediğim, onlarca erkeğin yapamadığını, düzeltiyorum yapmadığını, evet yapacakken, yapabilecekken yapmadığını, yapmış benim yanımda dimdik durmuştu. Bunun bedelini de diğerlerinin hiçbirinin ödemediği gibi ödemiş, siyasetten yasaklanmıştı. Bunu asla unutmadım. Bunu asla kafamın arkasına atmadım. Nazlı Abla ile yollarımız sonra ayrıldı, siyaseten birleşmişti, yine siyaseten ayrıldı. En son 2010 senesiydi sanırım, 28 Şubat’la ilgili bir program için Türkiye’ye geldiğimde podyumu paylaştık, o günleri anlattık. Bunun akabinde bana telefonda yaptığı “Aydın Doğan yayınlarından kitap çıkartalım” teklifi ile aktif dostluğumuzu döndürdük. Yaşadığım şaşkınlık cevabımdaki ses tonumda kendini göstermişti. Bunu bana teklif edebilmiş olmasının şoku içerisinde “Hayır. Hiç olur mu öyle şey, tabii ki hayır. Bu, başımı açmak gibi, beter bir şey. Ha Doğan’dan kitap çıkarmışım, ha başımı açmışım!” demiştim. O da bana sinirlenmiş ve kinci olduğumu söylemişti. Aldığım teklif ve aramızda geçen konuşmadan dolayı üzülmüş olsam da dondurulmuş dostluğumuzu devam ettirdik, en azından benim için bu böyleydi. Nasıl mı? Hiç görüşmeyerek. 7 Şubat - 17-25 Aralık sürecinde Nazlı abladaki değişiklik üzerine çok soru aldım, okulda, sokakta, toplantılarda insanlar görüşüp görüşmediğimizi sordular. Görüşmeyerek görüştüğümüzü söyledim :) Benim için vefa önemliydi, siyasetin en çirkin yüzlerini bol bol gördüğüm şu dünyada erkek adamların çil yavruları gibi dağılıp gittikleri o günlerde yanımda duran bir cesur yüreği unutmayacaktım. Öyle ki bazıları benim üzerimden Nazlı Ilıcak’ı dövmeye kalktılar, ona da müsaade etmedim, itirazımı seslendirdim...
Ancak FETÖ çok tehlikeliydi. Nazlı Ilıcak da onun pençesine düşenlerden oldu. Bugün bir şeyi itiraf edeyim. Açıkçası kendimi sorumlu hissediyorum. Keşke diyorum, keşke bu dostluğu dondurmayıp Nazlı Ilıcak’a FETÖ’nün ne olduğunu izaha çalışsaydım. Keşke görüşmeyerek görüşmeyi seçmeseydim. Belki onu ikna edebilirdim. Belki görmediklerini görmesine vesile olabilirdim. Zira ben bu adamları 70’lerden beri tanırım, bilirim, görür gözlemlerim. Bilemiyorum belki de beni, bunların ne denli tehlikeli olduğunu çok üst “circle”larda çok önceden dile getirmiş olmama rağmen ciddiye alınmamış olmam cesaretsizlendirdi, bilemiyorum. Şimdi herkesin şapkasını önüne koyup düşünme vakti FETÖ’ye açıktan gizliden muhabbet besleyenlerin bu katliamda ne rol oynadıklarının idrakine varmaları zamanı. Ama bir dakka! Bülent Arınç gibi “Mesaj Alındı”cılar “Melek Annenin elini öpen”ler an farkıyla mı kurtuluyor bu hesaptan, bir “ahmakmışım” ile öyle mi?