Prof. Dr. Selva Demiralp, bağımsızlıkla ilgili sorunlar yaşanması durumunda 'yüksek enflasyon, yüksek faiz ve düşük büyümenin' görüleceği uyarısında bulunuyor
10 Temmuz 2019 15:32
İki tür büyüme vardır. Bunlardan birincisi ülkenin mevcut üretim kapasitesini zorlayarak, ya da biz iktisatçıların tabiri ile "aşırı ısınma" ile gerçekleşen büyümedir.
Bu tür büyüme kısa vadede faiz indirimleri ve teşvikler yolu ile talebi canlandırıp daha çok üretme esasına dayanır. Kısa vadede istihdam artar. Ama mevcut kapasiteyi zorlamak uzun vadede ekonomiyi yorar.
Bu yorgunluk beraberinde enflasyon ve zayıf TL getirir.
Artan borçlanma maliyeti ve zayıflayan talep sonucunda başladığınız yere geri dönersiniz. Yani sürdürülebilir olmayan bu büyümede kısa vadede görülen istihdam artışından daha büyük bir bedel uzun vadede yüksek enflasyon, yüksek kur, ve düşük büyüme ile ödenir. Buna "kalitesiz büyüme" diyelim.
İkinci tür büyüme ülkenin mevcut üretim kapasitesini artırarak gelen büyümedir. Yatırımların artması esasına dayalı olan bu büyüme "kaliteli büyüme"dir ve ancak uzun vadede meyvelerini verir. Finansal istikrar, siyasal istikrar ve fiyat istikrarı gerektiren bu ortamda hem daha fazla üretebilir hem de mevcut üretim artışını devam ettirebilirsiniz.
Merkez bankasının amacı ikinci tür büyümeyi hedef alarak, ekonomiyi mevcut kapasitesine paralel bir büyüme patikasında ilerletmek sureti ile enflasyon hedefini tutturmaktır. Çünkü kapasiteyi zorlamadan gelen büyüme enflasyonist olmaz. Bu bağlamda merkez bankasının ekonomik büyümeye vereceği en önemli katkı fiyat istikrarı sağlayarak piyasa faizlerini düşürmek ve bu şekilde sürdürülebilir büyümeye destek vermektir.
Dünyanın her yerinde merkez bankası ile hükümet arasında kısa vadeli öncelikler konusunda gerginlik yaşanır. Çünkü merkez bankasının uzun vadeli hedeflerinin aksine hükümetler seçim odaklı çalıştıklarından kısa vadeli kazanımlara odaklanırlar.
O nedenle yukarıda "kalitesiz büyüme" olarak adlandırdığım alternatif çoğu zaman hükümetlere cazip gelir. Bu nedenle merkez bankalarına faizleri düşürmesi konusunda telkin yaparlar.
Bu noktada merkez bankası bağımsızlığı devreye girer. Bugün tüm dünyada kabul görmüş olan hukuki uygulama merkez bankalarına hükümetlerin popülist uygulamalarına boyun eğmemeleri için "bağımsızlık" vermektir. Bu konuda tüm dünyanın hemfikir olma sebebi ise enflasyon pahasına gelecek "kalitesiz" büyümenin uzun vadede ekonomide yaratacağı hasardan ülkeleri korumaktır.
Bağımsızlık elbette merkez bankası ne isterse yapar anlamına gelmez. Ancak bizim ülkemizde hükümet ile birlikte belirlenen ve yüzde 5 olan enflasyon hedefinin tutturulması için TCMB'nin uygun gördüğü politikayı uygulaması anlamına gelir.
Para politikası nasıl çalışır?
Peki para politikası nasıl çalışır? Merkez bankası kısa vadeli politika faizini değiştirdiğinde uzun vadede gitmek istediği yön konusunda bir sinyal verir. Bu sinyal inandırıcı olduğu sürece enflasyon beklentileri de o yönde şekillenir ve uzun vadeli faizler fiyatlanır.
Borçlanma maliyetini ve dolayısı ile reel ekonomiyi ilgilendiren faiz uzun vadeli piyasa faizidir.
Diyelim ki TCMB güçlü bir faiz indirimine gitti. Bu durum piyasa faizlerinin otomatik olarak azalması anlamına gelmez. Merkez Bankası'nın faiz indirimini takiben piyasa faizlerinin düşmesi için önce enflasyon beklentilerinin düşmesi gerekir. Bunun için ise piyasa oyuncularının bu kararın Merkez bankasının hür iradesi ile verilmiş doğru bir karar aldığına ikna olması gerekir.
'Yüzde 98 konuşma, yüzde 2 karar ve işlem'
Bu noktada eski Fed Başkanı Bernanke'nin bir sözüne dikkat çekmek isterim. "Para politikası yüzde 98 konuşma, yüzde 2 karar ve işlemdir" diyor Bernanke.
Bu sözle para politikasının başarılı olabilmesi için alınan kararlardan çok daha önemli olan boyutun bu kararın etkin iletişimi ve beklenti yönetimi olduğunu vurguluyor. Çünkü ancak attığı adımların hedefleri ile tutarlılığı konusunda piyasaları ikna edebilen bir merkez bankası piyasa fiyatlamasını arzu ettiği doğrultuda şekillendirebilir.
Bu noktada, sözü dinlenen yani bağımsızlığı oturmuş ve kredibilitesi olan bir merkez bankası olmak son derece kritiktir. Çünkü eğer merkez bankasının kredibilitesi yoksa yani kararlarının siyasi baskı altında verildiğine inanılırsa o zaman piyasalar merkez bankasının amacının enflasyonu düşürmeye yönelik değil kısa vadeli kazanımlara yönelik olduğuna kanaat getirir.
Murat Çetinkaya'nın görevden alınması ve sonrasında hükümet tarafından dile getirilen hoşnutsuzluk bu endişeleri tetiklemektedir.
Böyle bir ortamda merkez bankası istediği kadar hedef koysun ve tahmin açıklasın piyasa beklentilerini çıpalayamaz.
Hatta faiz indirimleri geri teper ve piyasa faizleri bilakis daha çok yükselebilir. Çünkü bu şartlarda merkez bankası Bernanke'nin yüzde 98 önem atfettiği iletişim ve inandırıcılık silahını kaybeder ve para politikası etkinliğini yitirir.
Eğer derhal önlem alınmazsa bu yolun sonu yüksek enflasyon, yüksek faiz ve düşük büyümedir.