Gündem

"İttifak siyasetini reddediyoruz" diyen Akşener: Yerel seçimlerde 81 ilde kendi adaylarımızla aziz milletimizin huzuruna çıkacağız

04 Ekim 2023 10:34

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu. "İttifak siyasetini reddediyoruz" diyen Akşener, "Önümüzdeki yerel seçimlerde 81 ilde kendi adaylarımızla hür ve müstakil siyasetimizle tek başımıza aziz milletimizin karşısına çıkacağız" dedi. 

"Bundan sonra kimsenin günahına da sevabına da ortak değiliz" mesajını vererek, İyi Parti'nin kutlu ve çetin bir yola çıktığını söyleyen İyi Parti lideri, "Çalışkan ve liyakatli adaylarımıza milletimizin huzuruna çıkaracağız. Adaleti samimiyeti liyakati sadakati bizde bulacaklar. Burnu havada gezenlerin arasında şefkati bizde bulacaklar. Kaybettikleri güveni bizde olacaklar. " ifadelerini kullandı.

Akşener yeni yasama yılının ilk grup toplantısına Ankara'da katledilen Sinan Ateş'i anarak başladı. 

Akşener şu açıklamaları yaptı: 

"Başkent’in göbeğinde; bir evlada, bir babaya, bir eşe, bir kardeşe, Sinan Ateş’e, kıyılmasının üzerinden, tam 278 gün geçti. Onlar, ilk günden beri, Sinan Başkan’ı unutturmaya çalıştı; ama Bengisu, onu unutmadı. Banuçiçek, unutmadı. Ayşe Hanım, unutmadı. Ve bizler, Sinan Ateş’i unutmadık. Şunu herkes çok iyi bilsin ki kimsenin unutmasına da, unutturmasına da, asla izin vermeyeceğiz. Arsızlar, güçlü diye, haklı olmayacak. Katiller, güçlü diye, özgür kalmayacak. Alçaklar, güçlü diye, bu ahın altından kalkamayacak. And olsun, şart olsun ki çevrilmek istenen dümenleri, kabullenmeyeceğiz. Katillerin, elini kolunu sallayarak gezmesine, izin vermeyeceğiz. Gerçekler ortaya çıkana kadar, bu cinayetin, peşinde olacağız. Sinan Ateş’in katilleri yakalanana kadar, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

Milli şuur, bir milletin var olma iradesidir. Birliğinden güç aldığı, en kuvvetli silahıdır. Bir milletin, kendini duyma, bilme ve anlatma şeklidir. Nitekim; dinlemeyi değil, susturmayı, öğrenmeyi değil, dayatmayı, anlamayı değil, saptırmayı, kendine yol belleyen, Ak Parti iktidarı; milli şuurdan, her daim, fevkalade rahatsız olmuştur. Çünkü Ak Parti, bugüne kadarki siyasi varlığını, her koşulda mutlaka, ‘ötekiler’ yaratarak korumuştur. Toplumu, iki ayrı kutup arasına sıkıştırıp, birbirine düşmanlaştırarak; bölünmüş bir millet üzerinden, konforlu bir siyaset düzeni kurmuştur. Siyaset sahnesine, mağdurların sesi olma iddiasıyla girmesine rağmen, yıllar içinde bir tarafta, yeni mağdurlar üretmiş, diğer tarafta da kendi mağrurlarını türetmiştir.

"Gezi Parkı davasından çıkan sonuç da; Ak Parti’nin yaşadığı, stres bozukluğunun, bir neticesidir"

Siyaseti, birilerini ötekileştirdikçe yükseldiği, haksız bir tahterevalliye indirgemiştir. Kendine düşmanlar bularak, varlığını korumakla yetinmemiş, Milleti de, birbirinin karşısına dikmiştir. Ez cümle, millî şuur birliğini yıkmak için, elinden geleni, ardına koymamıştır. İşte bu yüzden, 27 Mayıs 2013 tarihi, Ak Parti için bir travmadır. Diliyle, diniyle, hayat tercihleriyle, siyasi görüşleriyle, bölüp, paramparça ettikleri bir milletin, ağaçlarına sahip çıkmak için, Gezi Parkı’nda birleştiğini görmek, onlar için bir travmadır. Hayallerini, heveslerini, umutlarını tükettikleri, Türk gençlerinin, milli şuuru ayağa kaldırdığı, Gezi ruhunu karşılarında görmek, onlar için bir travmadır Ülkücüsünden solcusuna, muhafazakarından sekülerine, kadınından erkeğine, gençlerimizin, o dönem, yaklaşık 10’uncu yılında olan, bir müstemleke rejimine karşı sergilediği bu asil duruşu; her ne kadar, türlü müdahalelerle, rayından çıkartmış olsalar da türlü provokasyonlarla, kirletmiş olsalar da, türlü ayak oyunlarıyla, karalamış olsalar da bir türlü hazmedemediler, hazmedemeyecekler.

Bakın, üzerinden 10 yıl geçse bile yetmiyor. Gezi, Ak Parti için, öyle bir travma ki hâlâ intikam almaya çalışıyorlar. Peki kimden? Tutuklulardan mı? Hayır. Bizatihi milletten intikam almaya çalışıyorlar. Yargı sopasını, dilediklerince savurarak, millete göz dağı vermeye çalışıyorlar. ‘Sakın ola, bir kez daha birleşmeyin’ demeye çalışıyorlar. Büyük bir gayrimeşruluğun, arkasına sığınıp; bu büyük travmayı, bastırmaya çalışıyorlar. O yüzden geçtiğimiz hafta, Gezi Parkı davasından çıkan sonuç da; Ak Parti’nin yaşadığı, travma sonrası stres bozukluğunun, bir neticesidir.

Biliyorsunuz gazeteci gençlerimiz, tam 12 gündür tutuklu. Neden? Sığınmacılarla ilgili, haber yaptıkları için. Şu rezalete bakar mısınız? Sığınmacıların, ülkemizi içine soktuğu, toplumsal ve güvenlik krizinin, boyutları ortadayken; sorunu çözmek yerine, sorunu dile getirenlerden, ‘işine gelenleri tutuklamak’ tam da, Ak Parti’nin zihniyetine yakışır bir tutum. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle bir ciddiyetsizliği, daha fazla kaldıramaz. Böyle bir rezilliği, daha fazla taşıyamaz. böyle bir basiretsizliğe, daha fazla maruz kalamaz. Muhteremler kendi beceriksizliğinizin üzerini örtmek için, yargıyı aparat haline getiremezsiniz. Kendi çıkarlarınızı, bir milli ideolojiymiş gibi Türkiye’ye dayatamazsınız. Kendi ellerinizle sebep olduğunuz krizin bedelini, hiçbir Türk evladına ödetemezsiniz. Türk milletinin hiçbir ferdine, öz yurdunda garip, öz vatanında parya gibi davranamazsınız. 

"ODTÜ gibi, kıymetli bir üniversitemizin içerisinde, terör sempatizanları, yine bir Türk evladına saldırabiliyor..."

Bu konuyla ilgili, geçtiğimiz günlerde yeni bir şey daha öğrendik. Gençlerimiz, aileleri üzülmesin diye saklamışlar ama; tutuklandıkları ilk gün, ‘rutin uygulama’ denilerek, saçları kazınmış… Olay duyulunca, apar topar soruşturma açıldı ama; kepazelik ortada duruyor…Rutin uygulamaymış…Bu kime yapılır? Teröriste yapılır. Yuh olsun, yazıklar olsun! Bir yanda, hiçbir suçu olmadığı halde, evlatlarımız terörist muamelesi görüyor. Diğer yanda ise, ODTÜ gibi, kıymetli bir üniversitemizin içerisinde, terör sempatizanları, yine bir Türk evladına saldırabiliyor.

İşin en acısı da ne biliyor musunuz? Bugün yaşadıklarımızın, tek suçlusunun, Ak Parti olmasına rağmen, mesuliyetin, sadece Ak Parti’de olmaması… Eğer ki siyasetin; popülizmle değil, akılla, şahsi çıkarlarla değil, milletin sesiyle yapılmasını sağlayabilseydik, bugün, her şey çok farklı olabilirdi. İYİ Parti olarak biz, sadece yaptıklarımızdan değil, yapamadıklarımızdan da, mesuliyet hissedenleriz. Çünkü, bizim anlayışımıza göre, mesuliyeti reddederek, siyaset yapılmaz. Evet, ne yazık ki bugünlere gelmemize engel olamadık. Ancak, yarın için mücadele etmekten, vazgeçecek değiliz.

Herkesin, kendi iktidar sahasında, halinden gayet de memnun olduğu, statüko siyasetini reddediyoruz. Ceketlerin, kola kutularının, millete seçenek olarak sunulduğu, dayatma siyasetini reddediyoruz. Her türlü öfkeyi, kini, kutuplaşmayı besleyen, popülist siyaseti reddediyoruz. Toplum vicdanının yaralarını, merhem elindeyken, kaşıyıp kanatmayı seçen, çıkarcı siyaseti reddediyoruz. Her daim siyaset esnafının kazanıp, milletin kaybettiği, basiretsiz siyaseti, reddediyoruz. Ez cümle; milletten değil, pazarlıktan medet uman, ittifak siyasetini reddediyoruz. 85 milyon Türk milletinin, topyekûn azizliğini savunuyoruz. Önüne gelenin, siyasi çıkarlarına göre, manivela yapmaya kalktığı, Türk milliyetçiliğinin, gür sesini, duyurmaya geliyoruz. Beceriksizliğe ve hatta millet düşmanlığına bile kalkan yapılan demokrasi, esaslı olarak nasıl işletilirmiş, herkese öğretmeye geliyoruz. Zengin, güçlü ve mutlu bir Türkiye, nasıl inşa edilirmiş, cümle aleme göstermeye geliyoruz.

"Dönüp bize, ‘oyunbozan’ diyenler olacak..."

Aslında biz, bundan sonra da en iyi bildiğimiz şeyi yapmaya devam edeceğiz. İl il, ilçe ilçe, sokak sokak, kapı kapı gezip, milletimizin ayağına gideceğiz. Her bir vatandaşımızın taleplerini, isteklerini ve varsa eleştirilerini dinleyeceğiz. Onlara bahaneler değil, çözümlerimizi anlatacağız. Kayıkçı kavgalarını, suni gündemleri değil, milletin gerçek gündemini konuşacağız. Nasıl ki, dün korkaklığın sessizliği her yeri sarmışken, milletin sesini haykırdıysak; bugün de, milletin sesini, yine tek başımıza duyuracağız. Nasıl ki 25 Ekim 2017’de çıktığımız, bu kutlu yolda tüm engelleri, iftiraları, baskıları, tek başımıza göğüslediysek, bugünden sonra da tek başımıza olacağız ve önümüzdeki yerel seçimlerde, 81 ilde, kendi adaylarımızla, hür ve müstakil siyasetimizle, tek başımıza, aziz milletimizin huzuruna çıkacağız. Biz, milletimizin sinesinde huzur bulacağız. Dönüp bize, ‘oyunbozan’ diyenler olacak. Doğrudur. Eğer ortada, milletin zararına oynanan bir oyun varsa, biz o oyunu bozarız. Memleketin geleceğiyle, kumar oynanıyorsa, biz o kumarı bozarız. 22 yıldır, kazananın ve kaybedenin değişmediği, kirli bir çark varsa, biz o çarka, çomak sokarız.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz pazar günü hep birlikte, büyük bir endişeyle uyandık. Ankara’da, İçişleri Bakanlığı’nın önünde, hain bir terör saldırısı yaşandı. Şükürler olsun ki; saldırı amacına ulaşamadan, bertaraf edildi. Bu vesileyle buradan; kahraman Türk polisimizi, yürekten kutluyor, şükranlarımızı sunuyorum. Yaralanan polislerimize de, acil şifalar diliyorum. Ayrıca uzunca bir süredir, alışılagelenin aksine, süreci ciddiyet ve şeffaflıkla yürüten, İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’ya da, milletimiz adına, teşekkür ediyorum. Gerek bu süreçte, gerekse de son dönemde, Emniyet Teşkilatımızın, suç örgütlerine karşı yürütmüş olduğu başarılı operasyonlar, Sayın Bakan’ın, kararlı bir duruş sergilediğini gösteriyor.

"Sıradaki şanslı yarışmacı, acaba kim olacak Yoksa Dışişleri Bakanı, Sayın Hakan Fidan mı?"

Ancak tabii ki Ak Parti bünyesindeki, bazı odakların, bu duruştan, ne kadar memnun olduğu meçhul… Çünkü bu odakların, bu devletin, bu Cumhuriyet’in yetiştirdiği, liyakatli insanlarla problemi olduğunu çok iyi biliyoruz. Onların önünü açmak yerine, yolunu kesmek istediklerini de biliyoruz. Nitekim geçtiğimiz günlerde, benzer bir durumun, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek için de geçerli olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla, buradan sormak istiyorum: Artık, kendi kendini tüketen, bir cadı kazanına dönüşen, Ak Parti bünyesinde, dün, Sayın Mehmet Şimşek’i, bugün, Sayın Ali Yerlikaya’yı hedef alanlar; acaba yarın kime odaklanacak? Sıradaki şanslı yarışmacı, acaba kim olacak Yoksa Dışişleri Bakanı, Sayın Hakan Fidan mı? Bakcez, görcez…

Milletimizin derdi hâlâ, işsizlik. Milletimizin derdi hâlâ, kaynamayan tencere. Milletimizin derdi hâlâ, artan ev kiraları. Milletimizin derdi hâlâ, ödenemeyen faturalar, gelmek bilmeyen ay sonları… Yalnız, geçtiğimiz ay çok garip bir şey yaşandı. TÜİK, 1 buçuk yıl sonra ilk kez, oldukça cömert davranarak, İTO, ENAG gibi kurumların rakamlarına, yakın bir enflasyon oranı açıkladı. Eee ne demişler, yanlış hesap, Bağdat’tan dönermiş… Ancak, ekonomimizin, bir inat uğruna geldiği, güncel tabloda Dünyada, en yüksek enflasyona sahip, 7’nci ülkeyiz. Dünyanın, en büyük ilk 10 ekonomisi içine giremedik; ama hamdolsun, dünyanın, en yüksek enflasyona sahip, ilk 10 ülkesi arasına girmeyi başardık. Emeği geçen, tüm iktidar mensuplarını, tebrik ediyorum.

Açıkça görülüyor ki iktidarın yıllar boyunca yürüttüğü, yanlış politikaların yıkımı, maalesef aşılamıyor. Bugünkü ekonomi yönetimi, selefine göre, fevkalade liyakatli olsa da bu üstünlüğü, milletimizin için bir faydaya çeviremiyorlar. Zenginden alıp, dar ve orta gelir grubunu, ayağa kaldırmaları gerekirken; şartların, her geçen gün daha da zorlaştığı, bir yöntem tercih ettiler. Tabii ki bu tercihin, ne kadarının kendilerine ait olduğu da meçhul… Sonuçta, ekonomimizin en büyük yapısal sorunu, hâlâ, Sayın Erdoğan’ın bizahhiti kendisi.

"Gelir dağılımını düzeltmeye dair, bir işaret bile yok"

Maalesef ekonomimiz, palyatif çözümlerle toparlanamayacak kadar kötü durumda. Üstelik hâlâ ortada, bir istikrar programı da yok. Geçtiğimiz haftalarda, orta vadeli plan açıklandı. Ancak bir programdan ziyade, bir temenniler manzumesine şahit olduk. Çünkü, ortada bir hedef var ama, o hedefe, nasıl ulaşılacağına dair, bir yol haritası yok. Türkiye’nin, acilen ihtiyacı olan, yapısal reformlar yok. Dar ve orta gelirlilerin üzerindeki yükü, hafifletmeye yönelik adımlar yok. Gelir dağılımını düzeltmeye dair, bir işaret bile yok. Bakın bu plan, Ak Parti iktidarlarının açıkladığı, 19’uncu Orta Vadeli Plan. Peki bundan önceki 18’inde hedef tuttu mu? Hayır, hiçbirinde tutmadı.

Bir ülkede, demokrasiyi, hukuku, yerle yeksan ederseniz; hatta hızınızı alamayıp, bir de gri listeye düşerseniz; o ülkeyi, yatırımlar için, cazip olmaktan çıkarırsınız. Peki böyle olunca ne olur? İşte bugün olanlar olur. Elde avuçta, ne varsa satarak, ayakta kalmaya çalışırsınız. Hatta eldekini de, avuçtakini de tükettiğiniz için, satacak yeni yerler aramaya başlarsınız… İktidar, ekonomide dün ne dediyse, bugün, tam tersini yapıyor. Dün; dış güçleri, faiz lobilerini, düşman ilan ettikleri kürsülerden; bugün; sırf bir yabancı kuruluş, ‘Türkiye’ye sıcak para gelebilir’ dediği için, âdeta sevinç çığlıkları atıyorlar… Dün; ‘kimseyi enflasyonun altında ezdirmeyeceğiz’ diyenler; bugün; emeklilere, ‘dişinizi sıkın, zam yılbaşında’ diyorlar…

Daha dün; ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ dediler. Önce faizi düşürüp, enflasyonu patlattılar. Ekonomiyi ve ticaret hayatını, tarumar ettiler. Daha da önemlisi, küçük imtiyazlı bir grubu, devlet eliyle, daha da zengin etmek için, orta sınıfa, ağır bedeller ödettiler. Bugün ise; yaptıkları, rekor faiz artırımlarıyla, artan işsizlik gene milletimizi eziyor. Üstelik, ne yaparlarsa yapsınlar, enflasyonu, tek haneye düşüremiyorlar. Çünkü ekonomi, sadece faizleri yükselterek düzelmez.

"Asgari ücret açlık sınırının altında"

Şimdiye kadar, ne hayaller gerçek oldu; ne de gösterilen sabır, bir işe yaradı…Ve gelinen noktada; milletimizin büyük çoğunluğu için, maalesef her gün, bir önceki güne göre çok daha zor. Pazardan, çarşıdan, kasaptan, manavdan ne alırsak alalım, bir daha aynı ürünü, aynı fiyata alamıyoruz. Gıda fiyatlarının, yüksekliği sebebiyle; bugün artık, kaliteli gıdaya, erişim sorunu yaşıyoruz. Bu ne demek, biliyor musunuz? Bu, artık çocuklarımız, beslenemiyor demek. Sağlıklı gelişemiyor demek. Yani, geleceğimiz, tehdit altında demek. Ankara’da yaşayan, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için, yapması gereken, aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı ne kadar biliyor musunuz? 13 bin 334 lira. Buna giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri zorunlu ihtiyaçlar eklenince, yani yoksulluk sınırına gelince, bu rakam, 43 bin 433 lira oluyor. Peki asgari ücret ne kadar? 11 bin 400 lira. Yani, açlık sınırının, 1932 lira altında. Yoksulluk sınırının ise, neredeyse dörtte biri.Bugün, bir asgari ücretli, dört kat daha fazla kazansa bile, yoksulluk sınırında kalıyor. Açlık çekmemesi için de, aylık 2 bin lira, daha fazla kazanması lazım. Ama ilginçtir; ortada böylesine acı bir tablo olmasına rağmen; iktidar hâlâ, 6 ayda bir yaptığı ücret zamlarını gururla anlatmaktan, gocunmuyor... Gerçekten ibretlik.

Biliyorsunuz geçtiğimiz ay, ilk, ortaokul ve liseler, bu hafta da üniversiteler açıldı. Normal şartlar altında, yılın bu günlerinin, hem çocuklarımız, hem gençlerimiz, hem de aileler için, neşeli, keyifli ve heyecanlı geçmesi gerekir. Ama dediğim gibi, normal şartlar altında… Ancak maalesef ülkemizin, uzun süredir içinde bulunduğu, anormal şartlar, milletimizin neşesine de, gölge düşürüyor. Çünkü, okulların açılmasıyla birlikte, artık aileler artan servis ücretlerini, kitap ücretlerini, uçuk rakamlara ulaşan, kurs ücretlerini düşünüyor. Özel okul ücretlerini, saymama bile gerek yok… Gençlerimiz ise; ailelerinin üzerindeki, bu devasa yükten dolayı, kendilerini mahcup hissediyor. Böyle bir tablo içerisinde, sosyalleşmeyi, arkadaşlarıyla dışarı çıkmayı, yeni kıyafetler almayı bile, isteyemiyor. Çünkü, ailelerine, daha fazla yük olmak istemiyor. Hâlbuki, Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün, milletle bütünleşen, cumhuriyet anlayışında; ne ailelerin, ne de çocuklarımızın, üzerinde böyle yükler yoktur. Çünkü eğitimde, eşitlik vardır. Çünkü eğitim demek, fırsat eşitliği demektir. Bunun teminatı da, devletin ta kendisidir.

"Eğitimi, ticarete indirgeyen, bir garip anlayışla yönetiliyoruz"

Bir çocuğun okuması, endişe sebebi değil; köyün, şehrin, zenginin, fakirin, ayırt etmeksizin her tüten ocağın, geleceğe dair duyduğu güvenin temelidir. Ancak ne acı ki, bugün bu vizyonun, fersah fersah uzağındayız…Eğitimi, ticarete indirgeyen, bir garip anlayışla yönetiliyoruz. Her türlü koşulda, ideallerinin peşinden koşacak, memleketimizi, muasır medeniyetler seviyesinin, ötesine taşıyacak nesillerimiz, omuzlarında ağır yüklerle yaşıyor.

Ayrıca, enflasyon ve hayat pahalılığın yanında, barınma krizi de, tüm şiddetiyle devam ediyor. Artan kira fiyatları, öyle bir seviyeye ulaştı ki önceden ev almak zor derdik, artık ev kiralamak bile, imkansıza yaklaştı… Son yıllardaki, kira sorunu yüzünden, mahkemeler dolup taşar oldu. Her hafta, bir cinayet haberi duyuyoruz. Eski kiracılarına, yüksek zam yapmak isteyenler, yeni kiralardaki, fahiş artışlar, kirasını ödeyemeyenler, kiracı bulamayanlar, kiraya vermek istemeyenler derken; ne ev sahipleri memnun, ne de kiracılar… Açıklanan, en son verilere göre, ülkemizdeki konut fiyat artışı, yüzde 95 ile dünyada ilk sırada. Bizden sonraki en yüksek artışa sahip olan ülke ise, üzde 14 ile Hırvatistan. Yükselen faizlerle birlikte, birçok ülkede, konut fiyatları, düşmeye başladı. Bizde ise, kesintisiz bir şekilde, artmaya devam ediyor.

İktidara çağrı: Yabancıya konut satışını durdurun!

Vatandaşlarımız acil bir çözüm bekliyor. İktidar mensuplarıysa, sadece ‘çözeceğiz’ diyor. Ama nasıl çözeceklerini bilen yok. Çaresiz bir şekilde, köşeye sıkışmış durumdalar. Çünkü inşaat sektörü üzerinden kurdukları, rant düzeni, çözüme izin vermiyor. Akla ve sağduyuya dayanmayan, sığınmacı politikaları, ellerini kollarını bağlıyor. Ödemeler dengesi krizi, artık gün gibi kapımızda duruyor. İşte iktidarın, bu basiretsiz tutumuna karşı, buradan, daha önce yaptığım bir çağrıyı, yinelemek istiyorum. Her şeyden önce, ivedilikle yabancılara konut satışını durdurun. Kriz ortamını, gayrimenkul yatırımı fırsatı olarak görenlerden gelen, ekstra taleplerin kesilmesini sağlayın. İnşaatı bitmiş, yönetmeliğe uygun ve 6 aydan fazla süredir boş duran bir kısım konuta, ek vergi getirin. Belirli bir sayının üzerinde konut sahibi olan, kişi ve şirketleri, kademeli olarak vergilendirin. Bu vergiyi de, mülkün değerine veya beklenen yıllık kira gelirine, oranlı olarak belirleyin. Bir an önce, bir uygun fiyatlı konut programı başlatın. Evini, piyasa fiyatının altında kiralamayı, kabul eden ev sahibine, programa katıldığı süre boyunca, emlak vergisi indirimi sunun. Piyasa değerini belirlerken, rayiç bedel ile, alım-satım platformlarının verilerinin, birlikte ele alınmasını sağlayın. Ez cümle; bu mesele artık, Türk milletinin, şahsiyetine, onuruna, guruna uzanıyor.

"İYİ Parti’yi göstermeye geliyoruz. Hazır mısınız?"

İYİ Parti olarak, çetin ama kutlu bir yola çıkıyoruz. Hazır mısınız? Türk milletine, hak ettiği gibi bir seçenek sunmak için, kibrin yüksek dağlarıyla, mücadeleye çıkıyoruz. Hazır mısınız? Türk milletine, asaletine yakışır bir gelecek sunmak için, batılın kör karanlığıyla, mücadeleye çıkıyoruz. Hazır mısınız? Türk milletini, zengin, güçlü ve mutlu bir Türkiye’ye kavuşturmak için, vasatlığın dipsiz kuyusuyla, mücadeleye çıkıyoruz. Hazır mısınız? Türk milletini, cehl ile kahre sıkıştıran, çıkmaz sokaklarda, yeni bir yol açmak için haklı bir mücadeleye çıkıyoruz. Hazır mısınız? 85 milyon Türk Milletine, hür ve müstakil İYİ Parti’yi göstermeye geliyoruz. Hazır Mısınız? Bu saatten sonra, kimsenin sevabına da, günahına da ortak değiliz. Kendi ağırlığımızla, milletin terazisine çıkıyoruz. Bu yolda, üzerimize düşen çok iş var… Öncelikle, her ilde ve her ilçede, dürüstlüğünden şüphe duyulmayan, çalışkan ve liyakatli adaylarımızı, milletimizin huzuruna çıkaracağız. Milletimizin, siyasette unuttuğu tüm değerleri, yeniden bulmasını sağlayacağız. Ahlakı, erdemi, samimiyeti, bizde bulacaklar.

"Koltuk sevdasını, nefsi, onlara bıraktık. Kibri, kini, nefreti, onlara bıraktık"

Bilgiyi, beceriyi, liyakati, bizde bulacaklar. Vatanına, milletine, devletine olan sadakati, bizde bulacaklar. Burnu havada gezenlerin arasında, şefkati bizde bulacaklar. Danışıklı dövüşlerin, kayıkçı kavgalarının içinde, samimiyeti bizde bulacaklar. İktidarından muhalefetine, kaybettikleri güveni bizde bulacaklar. Ve rantçıların tekerine çomak sokacak, haramilerin düzenini yıkacak, o cesareti de, yine bizde bulacaklar. Ahlaklı, dürüst, çalışkan, liyakatli belediye başkanlarımızla, millet yolunda çalışınca, nelerin başarılabileceğini, herkese göstereceğiz. Bunu önce, il ve ilçelerde göstereceğiz. sonra da hiç merak etmeyin, sıra Türkiye’ye de gelecek. Şunu hiçbir zaman unutmayın ki bizim yolumuz yokuş, izimiz ayrı. Dilimiz yağsız, sözümüz ayrı. Gözümüz tok, özümüz ayrı. Gökdelenleri, sarayları, onlara bıraktık. Koltuk sevdasını, nefsi, onlara bıraktık. Kibri, kini, nefreti, onlara bıraktık. Bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da; hürüz, haklıyız, hakkın yanındayız. Milletin yanındayız. Vicdanın yanındayız.”