Mehmet Altan*
Medyanın otopsisini yapmak isteyen, 2012 yılının “Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” raporunu elden bırakmamalı.
23 Şubat’ta yazdığım “Ne askerî ne de dinî vesayet, demokratik cumhuriyet” başlıklı
yazımda da belirttiğim gibi, dönemin başbakanı Erbakan 28 Şubat Muhtırasını bir hafta sonra 6 Mart’ta imzalar ama istifa etmez.
Hatta 25. kez hacı olmak için 24 Nisan’da Mekke’ye gider. Kayıtlara “resmî gezi” olarak geçer.
***
Medya ise askerî vesayetin isteği doğrultusunda MSP-DYP ya da Erbakan-Çiller Koalisyonunun bir an önce sona ermesi için ısrarcıdır.
28 Şubat’tan Erbakan’ın istifasını verdiği 18 Haziran’a kadar manşetler hep bu hedefe kilitlenir.
***
Sabah 13 Mayıs’ta “Tarih, Çiller’i Affetmeyecek” diyerek koalisyon ortağını uyarmaya devam eder.
Hemen ertesi gün, yani 14 Mayıs’ta yine Sabah, bu kez DYP’li milletvekillerine seslenir ve “Tarihî Görev Sizi Bekliyor” manşetini atar.
DYP’li bazı bakanların istifası da “Refah-Yol Çöküyor” başlığıyla 18 Mayıs 1997 tarihli Hürriyet’in manşetindedir.
***
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, RP’ye kapatma davası açar.
Hürriyet bu gelişmeyi "RP’ye Tarihî Dava” sürmanşetiyle duyurur.
***
Mayıs sonuna doğru gazeteler başbakanın istifasının gelmekte olduğunun haberini verirler.
30 Mayıs 1997 tarihinde Milliyet “Erbakan Bırakıyor” manşetini atar...
Erbakan, başbakanlığı Çiller’e bırakacağını sanarak çekilmeye hazırlanmaktadır.
Ancak çok farklı bir senaryoyla karşılaşır.
***
Bu sırada o dönemin revaçta olan yöntemi, komutanların ağzından manşet atmaktır.
1 Haziran 1997 tarihli Hürriyet, komutanların ağzından “Stresimiz Dorukta” cümlesini sekiz sütuna basar.
***
Sabah gazetesi 8 Haziran 1997 tarihli haberinde, Kuzey Irak’ta savaşan Türk ordusuna verilmeyen paranın çiftçiye verilmesini eleştirir
“Koltuk Hırsı Gözünü Kararttı” spotunun yer aldığı manşet: “Oy Avcılığına Para Var, Askere Yok” şeklindedir.
Aslında sadece bu manşet bile dönemin şartlarını ve medyanın konjonktürün peşinde esas işlevinden nasıl kopup, ipi kopan uçurtmaya döndüğünü göstermeye yeter.
***
11 Haziran 1997’de Hürriyet’in manşetinde gene askerler vardır:
“Askerden RP’ye Şok Suçlamalar”
Ertesi günkü Sabah’ın başlığı ise “DYP’de Çekilelim Sesleri”dir.
***
Arzulanan, Erbakan’ın başbakanlığı koalisyon ortağı Çiller’e devretmesi değildir.
Bu koalisyonun istifası hedeflenmiştir.
DYP ve Çiller üzerinde baskı kurma görevini üstlenen Sabah, Çiller’in “başbakanlığı alma koşuluyla” RP’yi kurtarma girişimlerini 13 Haziran 1997’de, “Ateşle Oynuyorlar” manşetiyle karşılar.
***
Hürriyet de DYP’nin yeni bir hükümet kurmaması için gayret gösterir.
Erbakan, 16 Haziran’da başbakanlığa Çiller’in gelmesi, yani Refah-Yol hükümetinin Yol-Refah’a dönmesi beklentisiyle istifa eder.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini onun beklediği gibi Çiller’e vermez.
Demirel’in tercihi ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’dır. Böylece maksat hâsıl olur.
Medyanın birebir müdahil olduğu 28 Şubat operasyonu tamamlanır, ordunun isteği gerçekleşir.
***
Dünü “askerî vesayetten dinî vesayete” nasıl geçildiğinin hikâyesi olarak da değerlendirmek gerekiyor.
Zaten belirli fanatik bir grubun “Yetmez ama evet” saplantısının temelinde de bu var:
“Askerî vesayete karşı çıkmasaydınız dinî vesayet gelmeyecekti.”
Askerî vesayetçi, ulusal faşistlerin derdi maalesef bu:
İktidar kavgası yapıp, rejimi demokratikleştirmeye yan çizmek.
“Nasıl demokratikleşiriz” diye sormuyorlar, ‘’askeri vesayeti yeniden nasıl kurabiliriz’’ diye kıvranıyorlar.
“12 Eylül rejimi ortadan kalkmış olsa dini vesayet kendine yaşam alanı bulabilir miydi?” türünden sorular ise onların ilgisini hiç çekmiyor.
***
Aslında medyanın otopsisini yapmak isteyenin 28 Şubat’tan 15 yıl sonra, 2012 yılında tutulan “Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” raporunu elinden bırakmaması gerekir.
O komisyona ben de davet edildim.
28 Şubat’ta yaşadıklarımı anlatmadan önce ‘’28 Şubat’ta yazı yazabiliyor iken, AKP iktidarının onuncu yılında, siyasal baskı ile bu imkândan mahrum bırakıldığını’’ da söyledim.
Henüz “sübliminal darbecilik” rezaleti gündemde değildi.
Askerî vesayetten dinî vesayete geçişin başlangıç dönemiydi.
***
O komisyona davet edilenlerden biri de Dinç Bilgin’di...
Şöyle anlatmıştı yaşadıklarını:
“Bir kez Genelkurmay’a davet edildim.
Karadayı’yla görüştüm, bir odaya alındım, orada Çevik Bir ve Erol Özkasnak ile pek hoş olmayan 15-20 dakika geçirdim.
Sabah Grubu'ndaki yazarlarla ilgili şikâyetlerini söylediler, askerlere servis edilen bülteni gösterdiler.
Yazarların yazısının altında ‘aslında şunu demek istiyor’ şeklinde notlar vardı.
Gazetenin böyle okunmasının doğru olmadığını söyledim. Tatsız hava oluştu.
Yemekte Allah’tan Özkasnak yoktu. Havadan sudan konuşarak çıktım.
Gazetecilerin işten atılmasına ilişkin telkin yapılmadı, bana mektup yazılmadı.
Genelde o tür işler Ankara büroları kanalıyla gelirdi.”
***
Erbakan medyanın da bastırmasıyla istifa etti, Tansu Çiller ise gelemedi, peki sonra ne oldu?
Basın tarihine devam edeceğiz.