Kültür-Sanat

Mehmet Altan yazdı: Yaşar Kemal ile Sağmalcılar Cezaevi'nde...

"BBC, Nobel’i Patrick White’ın aldığını söyledi. Yaşar Kemal’in ödüle yaklaştığı yıldı. Yüzünü hâlâ hafızamda olan bir dalga sıyırıp geçti"

30 Ekim 2019 15:40

Mehmet Altan*

İsveç Akademisi 10 Ekim günü, 2018 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Polonyalı yazar Olga Tokarczuk'a, 2019 yılı ödülünün ise Avusturyalı yazar Peter Handke'ye verildiğini duyurdu. Peter Handke adı büyük tartışmalara neden oldu.
 
Nobel Edebiyat Ödüllerinin açıklanması beni 5 Ekim 2017 tarihli tek cümlelik Silivri Notları'na savurdu, o tek cümle şöyle: "Patrick White Nobel'i nasıl aldı?" Aslında o tek cümle 44 yıllık derin bir çağrışımın cümlesiydi.

***

2017 Nobel Edebiyat Ödülü’nü Kazuo Ishiguro'nun aldığını 5 Ekim günü öğleden sonra hücrenin minik avlusunda volta atarken televizyon haberlerinden öğrenmiştim...

Haber de beni 1973 Ekim'ine, o yılın Nobel Edebiyat Ödülü'nün sabahına ışınlayıvermişti… O gün yazdığım tek cümle biraz da hapishanede gözümün önünden geçenleri daha  sonra yeniden anımsamam için bir hafıza notuydu.

O gün yazmadıklarımı şimdi yazacağım.

***

İsveç Akademisi 2017 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Ishiguro’yu, ödül gerekçesinde  “büyük bir duygusal güce sahip romanlarında, dünyayla bir bağlantımız olduğu yanılsamasının altında yatan dipsiz uçurumu açığa çıkaran” bir yazar olarak tanımladı.

Bu çarpıcı ve şaşırtıcı gerekçenin ne manaya geldiğini merak edecekler çıkarsa onlara Kazuo Ishiguro'nun Nobel Ödül Töreni'nde yaptığı olağanüstü konuşmayı okumalarını öneririm, Türkçeye çevrildi ve yayımlandı.

Ancak hapishane deneyimlerinin de “dünyayla bir bağlantımız olduğu yanılsamasının altında yatan dipsiz uçurumu açığa çıkaran” önemli bir katalizör olduğunu söylemeliyim.

***

Ben 1973 yılına geri döneyim.

Babam  1973 yılınının neredeyse tamamını Sağmalcılar Cezaevi’nde geçirdi. 27 Aralık 1973’te cezasının bitmesine dört gün kala Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün af hakkını kullanması sonucu tahliye oldu.

Öldüğünde Milliyet gazetesi o çileli günleri şöyle anlatıyordu:

“1969’da milletvekilliği dönemi bittikten sonra 1971’de 12 Mart darbesi sonrası yazıları nedeniyle gözaltına alınır.

Selimiye Kışlası’na götürülür. Gözaltı süresi olan 24 saat değil, 15 gün gözaltında tutulur. Yakınları onla ilgili bilgi alamaz. 

Bir gün tahliye kağıdı imzalatılır ama serbest bırakılmaz. Öldürülebileceğini düşünür. 

Üç ay Maltepe Askerî Cezaevi’nde kalır. Çıktığında ilk romanı Büyük Gözaltı’yı yazar. Kitap basılmadan bir yazısına açılmış davadan yeniden tutuklanır. Bu kez Sağmalcılar Ceazevi’nde tutsaklık günleri başlar. 

İlk romanı Büyük Gözaltı Orhan Kemal Ödülü’nü alır. Seçiciler kurulu başkanı Vedat Günyol’a yazdığı teşekkür mektubunda “Ödül verildiğini bildiren telgrafınızı bir cezaevi gecesinde aldım” diye yazacaktır.

27 Aralık 1973’te cezasının bitmesine dört gün kala Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk af hakkını kullanır. 

Hapisten çıksa da baskılarla imtihanı hiç bitmeyecektir, “Cezaevinden çıktıktan sonra yani iki yıldır, çeşitli nedenlerden büyük basında günlük yazılara devam olanağını pek bulamadım,” diyecektir. 

Edebiyatın başka alanlarına ağırlık verir. 1974 yılında yazdığı Bir Avuç Gökyüzü adlı romanı ise dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın talimatıyla müstehcenlik suçlamasıyla toplatılır. Sonra yasak kaldırılır. 

Bu arada Büyük Gözaltı Fransa’da basılır, aynı yıl Viski de yayımlanır. 

Çetin Altan, dönemin mizah dergisi Çarşaf’ta yazmaya başlar: “Bizde değişmeyen bir formül vardır. Solcu bir yazar, komünistliği tescillenince iki yere doğru itilir; ya taşra basınına, ya mizah dergilerine...”

***

1973 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nün açıklanacağı günün sabahı Yaşar Kemal beni alıp Sağmalcılar’da yatan babamı ziyarete götürdü. İlk başta günün anlamının ayrımında değildim.

Öğleden sonra Yaşar Kemal’in Basınköy’deki evine gittik. Tilda evdeydi, transistörlü radyodan BBC’yi dinliyordu.

Yanlış hatırlamıyorsam saat 15 haberlerinde BBC Nobel Edebiyat Ödülü’nün Patrick White’a verildiğini söyledi. Yaşar Kemal’in ödüle en yakın olduğu yıldı. Yüzünü, hâlâ hafızamda olan bir dalga sıyırıp geçti .  

Anladım ki, Nobel’i alması hâlinde “babama uygulanan zülme dikkat çekmek” için sabah beni hapishaneye götürmüştü.

Her Nobel Edebiyat Ödülü açıklandığında aklıma o gün gelir…

***

O anım nedeniyle Patrick White da yazarlar galerimde farklı bir köşededir.  Nobel’e rağmen Türkiye’de yeterince bilinen tanınan bir yazar olmamıştır.

Hâlâ yasaklı olan Türkçe Vikipedi’de kısacık bir bilgi vardır:

“Patrick White (d. 28 Mayıs 1912Büyük Londra - ö. 30 Eylül 1990Sidney), Avustralyalı yazar. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen isimleri arasında sayılır. ‘Toplu Eserleri’ 12 cildi bulmakta, bunların arasında şiir, kısa hikâye, tiyatro oyunları, düz yazılar ve otobiyografiler de yer almaktadır. 1973 yılında edebiyat dalında Nobel ödülüne layık görülerek Avustralya'ya ilk ve son ödülünü kazandırmıştır.”

Halbuki aynı ansiklopedinin İngilizce ve Fransızca versiyonlarında çok daha geniş ve uzun bilgi söz konusudur, önemli bir yazarla karşı karşıya olduğunuzu da size hissettirir.

Büyük toprak sahibi  bir anne - babaya  sahip olması, genç yaşlardaki eşcinselliği, aileden dışlanması, İngiliz İstihbaratına çalışması, yazımında  James Joyce, Virginia WoolfT. S. Eliot et D. H. Lawrence çizgisinden etkilenmesi, André Gide ve Thomas Mann lezzetine yakın durması, içindeki tüm kapıları açtığı otobiyografisi ile merak edenleri yanıtsız brakmayacak ilginç bir yazardır Patrick White.

Ama tabii ki 1973 Nobel Edebiyat Ödülü’nü  «çoçukluk arkadaşım»  Yaşar Kemal’in almasını çok isterdim. O da  Nobel’i en aşağı White kadar hak ediyordu.

***

Gerçekten de babamın dediği gibi  “Türkiye'nin geri vitesinin sınırı yok”.

Öyle ki, Le Monde gazetesi, Çetin Altan’ın ölüm yıldönümü yaklaşırken, “Türkiye’de siyasal hapis cezası miras mı?” diye sorduktan sonra bu soruya neden olan geçmişe dönüyor, babamın  45 yıl önce, oğulları gibi nasıl hapis yatırıldığını anlatıyor:

"Kırk beş yıl önce, yine bir sabah, güvenlik güçleri evlerine akın etmiş, gözleri önünde babaları Çetin Altan'ı tutuklamıştı..."

5 Ekim 1973 yılında babam hapishanedeydi, 5 Ekim 2017 yılında ben Silivri’deydim, Ahmet hâlâ içerde…

***

Yukarıda “O tek cümle biraz da hapishanede gözümün önünden geçenleri daha sonra yeniden anımsam için bir hafıza notuydu. O gün üşenip yazmadıklarımı  şimdi yazacağım,” demiştim…

İki yıl önce Silivri’de aldığım notun hatırlattıkları bunlardı işte.

Kırkbeş yıllık bir maceranın uğursuz duraklarıydı. 


*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.