11 Temmuz 2019 16:32
Mehmet Altan*
«Memleketin genel politikasına dokunacak yayından dolayı Bakanlar Kurulu kararıyla gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilirler.»
Bu ne?
1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun basın üzerinde giyotin vazifesi gören çok ünlü 50'nci maddesi… Tek parti iktidarı basın özgürlüğünü bu maddeye dayanarak yok ediyor, canını sıkan bütün gazeteleri bu maddeye dayanarak kapatıyordu.
1946’da çok partili döneme geçilince ferahlatıcı hafif bir rüzgâr esti.
***
1945-50 yıllarında basın özgürlüğünün en büyük savunucusu Demokrat Parti olmuştu.
Celâl Bayar, «Bugünkü basın kanunu hür basını sağlamaktan uzaktır. Hür basın kanununu biz Demokratlar yapacağız» diyordu.
Adnan Menderes de önde koşuyordu:
«Yayın hürriyeti yurttaşın şahsî ve siyasî hak ve hürriyetlerinin teminatıdır. Basın hürriyeti olmadığı yerlerde vatandaşın diğer hak ve hürriyetleri de tehlikeye düşeceği gibi, topluluk hayatı, gizliliğin, kapalılığın kiri ve pası altında bunalıp çürümeye mahkûmdur. Dünyanın her yerinde daimî görülmüş bir gerçektir ki insan topluluklarının mukadderatını diledikleri gibi ellerinde bulundurmak isteyenler, hücumlarını her şeyden önce basın hürriyetine çevirmişler ve topluluğun menfaatini savunur gibi görünerek kendi durumlarını sağlamlaştırmanın ve basın hürriyetini yoktan yere vurmanın yolunu bulmuşlardır. Gazete ve dergilerin kapatılabilmesi basın hürriyeti için gayet ağır bir baskıdır. Çünkü bir gazetenin kısa bir zaman için dahi kapatılması onun mahvına kadar gidebilir."
***
Dünyada ve ülkede hava değişiyordu, CHP hükümeti genel seçimlere gitmeden önce Meclis’e bazı kanun tasarıları getirdi. Bunlar Seçim Kanunu, Genel Toplantılar Kanunu, Basın Birliğinin Kaldırılması Hakkında Kanun ve Basın Kanunu’nun 50’nci maddesindeki gazete kapama yetkisinin kaldırılması hakkındaki tasarılardı.
Meclis 1 Haziran 1946’da bu tasarıları kabul etti. Öncelikle 50’nci maddenin kaldırılması büyük başarı sayıldı, giyotin ortadan kakmış oldu. Çok partili döneme ve seçim hazırlıklarına girilirken umutlu bir hava belirdi. Özgürlük şampiyonluğu yapan Demokrat Parti CHP’yi de kımıldatmıştı.
***
14 Mayıs 1950 seçimlerini Demokrat Parti kazandı. Kuruluşundan beri iktidar olan CHP muhalefete düştü.
Çoğunlukla Demokrat Parti'yi destekleyen basın çok umutlandı.
DP bu umudu boşa çıkarmadı. Hemen bir kanun tasarısı hazırlayıp Meclis’e sundu. 1931 kanunu ve sonrasındaki değişikliklerle kurulan baskı rejimi kalkıyor ve basın özgürleşiyordu. Türkiye liberal bir basın kanununa sahip oluyordu:
— Gazete ve dergi çıkartmak için artık hükümetin izin veya ruhsat vermesi gerekmiyordu. Bir bildiri vermek yeterliydi.
— «Kötü ünlü» kişilerin gazetecilik yapmalarını yasaklayan her türlü yoruma elverişli eski maddeler yeni kanunla ortadan kalkmıştı.
— Basın suçlarının yargılanması özel mahkemelerde olacaktı. Böylece gazeteciler yıllarca süren davalardan, ağır kırtasiyecilik işlemlerinden kurtuluyordu.
— Cevap hakkı yeniden düzenlenmiş ve gazetelere gönderilen yerli yersiz cevap ve düzeltme yazısının basılmasını önlemek amacıyla mahkemelere bazı yetkiler tanınmıştı.
— Gazete sahipleri cezaî sorumluluklarından ve hapis cezalarından kurtuluyordu. Şuç sayılan bir yazıdan yazar ve yazı işleri müdürü sorumlu oluyordu. Gazete sahibinin ancak hukukî ve malî sorumluluğu vardı.
Bu tasarı 15 Temmuz 1950’de Meclis’te ezici bir oy çoğunluğuyla kabul edildi, 21 Temmuz’da yürürlüğe girdi.
***
Kanunun gerekçesinde, basının toplumda, halkoyunun ve demokrasinin gelişmesinde oynadığı rolün değeri ve önemi vurgulanıyordu:
«Devlet bütün çalışmalarını halk çoğunluğunun düşünüş ve görüşüne uydurmalıdır. Halk çoğunluğunun düşünüş ve görüşünü açıklayan araçlardan biri de basındır. Basının kendisinden beklenen görevleri yapabilmesi için bağımsızlığının sağlanması zarurîdir. Modern demokrasi ilkeleri de bunu gerektirir. Basın özgürlüğüne dayanan demokrasiler gerçek demokrasi niteliğini taşırlar.»
***
Balayı dönemi başladı. Artık düşüncelerinden ve yazılarından dolayı başı belaya giren gazeteci yoktu.
Başbakan Adnan Menderes ile gazete sahipleri ballı börekliydi.
Başbakan gazete sahipleri ve başyazarlarıyla sonradan her ay yapacağı ilk toplantısını 20 Aralık 1952’de yaptı.
Ahmet Emin Yalman (Vatan), Sedat Simavi (Hürriyet),Safa Kılıçlıoğlu (Yeni Sabah), Habib Edip Törehan (Yeni İstanbul), Necmettin Sadak (Akşam), Selim Ragıp Emeç (Son Posta), Ali Naci Kara- can (Milliyet), Falih Rıfkı Atay (Dünya), Cihat Baban (Son Saat), Mithat Perin (İstanbul Ekspres), Asım Us (Vakit), Cevat Fehmi Başkut (Cumhuriyet), Faruk Gürtunca (Hergün), Mümtaz Faik Fenik (Zafer), Nihat Erim (Ulus), Cavit Oral (Hür Ses), Adnan Düvenci (Demokrat İzmir), Şevket Bilgin (Yeni Asır, İzmir) kısacası herkes davetliydi.
Ahmet Emin Yalman 19 Aralık günü Vatan’da şöyle yazıyordu:
«Başbakan A. Menderes, memleketin başlıca gazetelerini temsil eden bir gazeteci grubunu yeni iktidar devrinin ilk esaslı basın toplantısına çağırdı. Davette parti ve içtihad farkı aranmadan gazetelerin söz sahibi temsilcilerini bir araya getirmek amacı vardır. Bu sayede hükümetle basın arasındaki birtakım kara kediler ve anlaşmazlıklar yüzünden açılan gedikleri kapamağa doğru gidilecek ve umumî hayatımızda normalleşmeye doğru önemli bir adım atılacaktır. Basın hürriyetinin mahzurlarını ortadan kaldırmaya hiçbir memlekette çare bulunamamıştır, fakat faydaları korumak, bu zararları azaltmak için bulunabilen en olumlu yol, hükümet liderleriyle basın arasında sık sık temaslar sağlamak, gazetecileri aydınlatmaktır.» .
***
Gazetecilerin sosyal haklarını düzenleyen 5953 sayılı kanun da 13 Haziran 1952 tarihinde yürürlüğe girdi.
— Sendika kurabilmek,
— Sosyal sigortalardan yararlanmak.
— İşverenin gazeteci ile yazılı iş anlaşması yapması zorunluğu,
— İş anlaşmasını bozmak isteyen gazete sahibinin gazeteciye kıdemine göre tazminat ödemesi,
— Askerlikte, mahkûmiyet ve gazetenin kapanması durumlarında gazeteciye ücret ödenmesi,
— Haftalık tatil, yıllık ücretli izin gibi haklar elde edildi. Bu önemli bir gelişmeydi. Balayı devam ediyordu.
***
Basınla hükümet arasındaki “balayı”, Kore Savaşı konjonktürü ve ekonomide artan bunalımların etkisiyle sona erdi. Bu dönemin çok geniş bir analizini Sorbonne'daki doktora tezimden ürettiğim Süperler ve Türkiye adlı kitapta yapmıştım.
Kore Savaşı'nın sona ermesi ile birlikte, Türkiye’nin 1952 ve 1953 yıllarındaki iyi hava şartlarıyla da artan ürününün fiyatları gerilemeye başladı. Savaş sırasında stok yapan Amerika ve Kanada biriken ürünlerini piyasaya sürmüşlerdi. Bu durum ise ürün fiyatlarını düşürmüş ve Türkiye’nin gelirlerinin hızla azalmasına sebep olmuştu.
Dünya piyasalarını kaplayan buğday bolluğu, dünya fiyatlarını da etkiledi. Bir ton buğday, 1951 yılında 335 TL idi. 1956 yılına gelindiğinde ise bir ton buğdayın fiyatı 198 TL’ye düşmüştü.
Hükümet tarım kesimine olan yardımları azaltınca, bunun etkileri buğday üretiminde de kendini göstermiş, buğday ihracatçısı Türkiye 1953 yılının sonunda ABD’den buğday ithal etmek zorunda kalmıştı.
***
Ayrıca dış yardımlarda da büyük düşüş gözleniyordu.
1954 yılında, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar Amerika’yı ziyarete gitti. Amacı 300 milyon dolarlık yeni bir kredi anlaşması yapmaktı. Fakat ABD bu isteği reddetti.
ABD yeni bir yardımının reddedilişine gerekçe olarak devamlı artan dış borçları gösteriyordu. Ayrıca aşağıdaki önlemlerin bir an önce alınmasını tavsiye ediyordu:
1) Enflasyonist politikanın tamamen terk edilerek, yüzde 100 civarnda seyreden enflasyon oranının geriletilmesi;
2) Tarım sektörüne dönük kredileri ve sübvansiyonları durdurma;
3) Acil olarak bir vergi reformu hazırlamak;
4) Türk parasını devalüe etmek.
***
Bu klasik reçetenin amacı Türkiye’yi dünya kapitalist iş bölümü içindeki görevlerini yeniden yapabilir duruma getirmekti. Ancak yukardaki isteklerde belirtilmeyen bir başka neden ABD’nin Türkiye’ye niye yeni kredi vermediğini daha iyi açıklıyordu:
1) İki süper arasındaki ilişkiler sakinleşmişti. 1953 yılında Stalin’in ölmesi ile «banş içinde birlikte yaşama» politikasına doğru önemli adımlar atılmaya başlanıyordu. Artık, ABD’nin Türkiye’yi eskisi kadar ihtiyacı kalmamış görünüyordu. Zaten bu da azalan ABD yardımlarından belli oluyordu. 1954 yılındaki ABD yardımı, 1949 yılının altına düşmüştü.
2) Bir başka neden, ABD’nin geleneksel olarak hiçbir şeyi bir kerede, yeni tavizler koparmadan vermemesiydi. Gene de Demokrat Parti yetkilileri, 1954 yılında yabancı sermaye kanununu serbestleştirip Amerikan uzmanlarının katkısıyla yeni petrol yasasını hazırladılar. Böylece yeni yardım alabileceklerini sanıyorlardı.
Yeni kanunları çıkartmakla birlikte, ABD’nin önerdiği stabilizasyon kararlarını uygulamaya koymayı reddettiler. Sebep yaklaşan genel seçimlerdi.
Amerika, Türkiye ile olan ilişkilerini daha da bozmamak için, araya ÎMF ile diğer uluslararası örgütleri soktu. Böylece, talepler ABD’den değil, diğer kuruluşlardan gelecekti.
***
Demokrat Parti üstünde durduğu zemindeki gerilim artınca yüzündeki özgürlük maskesini çıkarıp attı.
Basın cephesinde olup biteni Hıfzı Topuz şöyle anlatır:
«Halk umduğunu bulamamıştır DP döneminde. Fiyatlar ucuzlamamış, gelirler artmamış, hayat pahalılığı durmadan yükselmiştir. Birtakım partililer görevlerini kötüye kullanarak yolsuzluklara yol açmışlardır. Kara borsa ve vurgun işlerine adları karışanlar vardır. Particilik endişesi ile bunların korunduğu görünmektedir. Yolsuzlukların ortaya çıkartılması alerji yaratmaktadır partide. DP’ yi tutmayan yöneticilere karşı da türlü baskılar başlamıştır. Çeşitli toplantılarda, parti kongrelerinde bunların eleştirisi yapılmakta ve Hükümetin izlediği politika saldırılara hedef olmaktadır. Toplantıları izleyen muhabirler bu eleştirileri, saldırıları olduğu gibi yazmaktadırlar, yazı işleri müdürleri ve sekreterler de bu haberlere geniş yer vermektedirler... Oysa Menderes gazete sahipleriyle kurduğu dostluk ilişkilerinden dolayı basında Hükümeti ve Partisini eleştiren yazıların çıkmaması gerektiği kanısındadır.
Çalışan gazetecileri genellikle hor görmüştür Menderes, yalnız gazete patronlarıyla iyi geçinmeye yönelmiştir. Muhabirler, sekreterler, fıkracılar, gazete fotoğrafçıları ise kendilerini hiç de Başbakan-
Patron ilişkileriyle bağlı saymamışlar ve doğru bildikleri eğilimi vermişlerdir yazılarına. Patronların gücü bunu önlemeye yetmeyecektir. Bazı gazete sahipleri hiç onaylamadıkları halde gazetelerinin havasına katlanmak zorunda kalmışlardır. 'Rahat bırakalım Hükümeti, çalışsınlar, karışmayalım' formülü iflâs etmiştir yavaş yavaş.
Bu hava çileden çıkarmıştır Başbakanı. Menderes’in çevresinde bulunan ve aşırılıktan yana olan bazı kişiler de basınla ilişkilerin yeni yollarla düzenlenmesini salık vermişlerdir kendisine. Böylece, yavaş yavaş yeni bir ortama girilmiştir. Bu hava içinde Hükümet basınla ilgili bir kanun tasarısı hazırlamaya başlar. Gazeteciler haber alırlar bunu. DP’nin bu konudaki eğilimleri belli olmuştur artık. Gazetelerde buna karşı tepkiler belirir.»
***
İşte bu sıralarda Nadir Nadi şöyle diyecektir:
«Daha üç buçuk yıl önce hürriyetçi basını göklere çıkaran, onun yardımıyla kuvvetlendiğini açıkça ilân eden, işbaşına gelir gelmez eski Basın Kanununun zincirlerini koparan bir iktidar, şimdi genel seçimlere şunun şurasında dört-beş ay kala birdenbire zihniyet ve huy değiştirsin, bu kolay kolay akla sığar bir şey değildir.
Üç buçuk yıldır serbest Türk basınının gösterdiği manzaraya bakarak yürürlükteki kanunlarla vatandaş şeref ve haysiyetinin gereği gibi korunmadığını öne sürmek mümkün müdür?
Yeryüzünde hem demokrasi yapmak, hem de iktidarı incitmeyen bir basın rejimini kurmak bugüne kadar hiçbir millete nasip olmamıştır. Hür basının zararlarını önlemek uğruna göze alınan her tedbir, sonunda mutlaka o basından beklenen faydaları da silip süpürmüş, yani hürriyeti yok etmiştir.»
***
1954 yılında yapılan genel seçimleri Demokrat Parti büyük bir zaferle kazanır. Ancak özgürlük maskesi düşmüş baskının cehennem kapıları yeniden açılmıştır.
Siyasî iktidarların beceriksizlikleri arttıkça hapishaneye giren gazetecilerin sayısı da artar bu ülkede.
Demokrat Parti dönemi de bu kuralın tipik örneklerinden biri olmuştur.
*Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.