Mehmet Altan*
İleride yaşadığımız dönem yazılırken üzerinde en uzun durulacak yıllardan biri de herhalde 2007 yılı olacaktır.
2007 yılı tam bir laboratuvar yıldır.
İktidar kavgasının en keskinleştiği ve Türk usulü demokrasinin da tüm repertuarıyla arzı endam ettiği bir yıl.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bunun en güzel örneği olmuştur.
* * *
27 Nisan 2007'de TBMM Genel Kurulu'nda 11. cumhurbaşkanı seçimi için yapılan ilk tur oylamada Abdullah Gül 357 oy aldı.
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın açıkladığı ilk tur sonucuna göre oylamaya 361 milletvekili katıldı.
CHP, oylamada ''toplantı yeter sayısı 367'nin bulunmadığı'' iddiasıyla, ilk turun iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı.
Mahkeme oy çokluğuyla aldığı kararda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci ve ikinci turunda toplantı yeter sayısının 367 olduğuna karar verdi.
Mahkeme bu kararına gerekçe olarak 367 oy koşulunun ''Cumhurbaşkanı seçiminin uzlaşmaya dayanması amacına yönelik olduğunu'' belirtti.
* * *
Bu gelişmeler üzerine seçim kararı alan AK Parti, 22 Temmuz'da Türkiye genel seçiminde oyunu artırarak yüzde 47 oyla tek başına iktidar oldu.
Seçimlerden sonra yapılan meclis divan başkanlığı seçiminden sonra AK Parti Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, 339 oyla TBMM tarafından Türkiye'nin 11. cumhurbaşkanı seçildi.
* * *
Aynı yıl, şimdi unutulmuş görülen çok önemli bir gelişme daha oldu.
22 Temmuz seçimlerinden 3 ay sonra Türkiye bu kez cumhurbaşkanlığının halk tarafından seçilip seçilmemesi konusunda referandum için sandık başına gitti.
Katılımın düşük olduğu seçimde yüzde 69 "evet" oyu çıktı.
12. Cumhurbaşkanından itibaren tüm Cumhurbaşkanlarını halkın seçmesi…
Cumhurbaşkanının 5+5 yıl olmak üzere 2 dönem görev yapabileceği kesinleşti.
Bu anayasa maddesinin nasıl yok sayıldığını ise yeni yaşadık.
Demokrasi ve hukuk devleti kökleşmeyince ülke bir vesayetten diğerine salıncak gibi sallanıp duruyor.
* * *
2007 yılının siyasal çalkantılarını o yılın basını üzerinden yeniden incelerken Zülfü Livaneli'nin Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili seçilip başbakan olmasının yolunu açan Deniz Baykal'ı ağır eleştiren, hatta suçlayan 8 Mayıs 2007 tarihli yazısına rastladım.
Yazı şöyle başlıyordu:
"Deniz Bey lütfen hatırlayın:
19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen'in evindeydik.
Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan'ın ise Meclis'e girme umudu kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın 'milletvekili olmadan başbakan olma' önerisini reddetmişti.
Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz 'Tayyip Erdoğan başbakan olacak!' diye tutturdunuz."
* * *
Ve şöyle devam ediyordu:
"O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan'la seçim öncesinde Beylerbeyi'nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın sonunda dediniz ki: 'Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rötuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?'
Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
Ve düşünün; Meclis grubunda 'Erdoğan'ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!' diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)
Başbakan olmak, elbette Erdoğan'ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP'nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.
Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı Meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz."
* * *
Baykal'ın yanıt verdiği Livaneli'nin yazısı zaman zaman hep gündeme geldi…
2015 Seçimlerinde AKP, TBMM'de çoğunluğu alamayınca siyasal sessizliği Erdoğan'ı ziyarete giden Baykal bozmuştu. Yazı o zaman da hatırlandı.
En son da Sedat Peker, sosyal medya platformu Twitter'dan Korkmaz Karaca ve Deniz Baykal hakkında paylaşımlarda bulununca yeniden konuşuldu.
* * *
Türkiye'de tek parti rejimi ve onu pekiştiren 12 Eylül rejimi korunduğu için bugünlere geldiğimizi kabul etmek istemeyen…
Nüfus arttıkça hızlanan sosyal değişimin niteliğini göz ardı eden, siyasal yapının zafiyetlerini görmezden gelen…
Cumhuriyet'in neden yüz yıldır demokratikleşmediğini, YÖK'ün kırk yıldır neden kaldırılmadığını sorgulamayan fanatik bir kesim var.
Bu kesimin hiç bitmeyen bir "Yetmez ama evet" saplantısı bulunuyor.
"Yetmez ama evet"çilerin anayasa değişimine "evet" oyu vermek için çok haklı ve mantıklı nedenleri vardı… Baskın Oran da bunu çok güzel yazıp anlatmıştı.
Ama Baykal'ın Erdoğan'la "gizli bir toplantı ve gizli bir anlaşma" yapmasının nedenleri belli değil.
Bu fanatik kesimin o "gizli toplantının" nedenlerini ortaya çıkarmakla değil de her zaman açık ve net davranan demokratlarla uğraşmalarının da herhalde bizim bilmediğimiz bir nedeni vardır.
Belki bir gün o nedenleri anlatan bir yazıyla da karşılaşırız.
* P24'ten alınmıştır.