Toplumları tanımanın, yaşadıkları dönemdeki konumlarını bilmenin en sağlıklı yöntemlerinden biri de tartıştıkları konulara göz atmak…
Gündemlerini incelemek ne konuştuklarına ve tabii ki ne konuşmadıklarına bakmak.
Basın tarihi, toplumların güncel konuları üzerinden nasıl bir seyir izlediğini net bir biçimde belgeliyor.
Basın tarihini incelediğimiz yıllara bu açıdan da baktım.
* * *
2006, 2007, 2008 yıllarında Avrupa Birliği (AB) ölçütleri hep çeki taşı olmuş.
AB üyeliği, "İnsani Gelişme Endeksi" ve o endeksin alt bölümlerindeki konumumuz, bunun AB üyesi ülkeleriyle kıyaslanması…
O tarihlerdeki bir yazım bu çerçeveyi iyi yansıtıyor:
"Soru şu: BM'nin üç yüz kriteri tarayarak vatandaşın yaşam kalitesini belirlediği 'insani gelişmişlik endeksi'ne Türkiye neden Yunanistan'dan 69 basamak aşağıda?
Türkiye vatandaşının ortalama ömrü neden Yunan vatandaşından on yıl daha az?
Bir Yunan vatandaşı bir Türk vatandaşından neden sekiz yıl daha fazla okumuş?
Cevap gayet net ve açık: Çünkü Yunanistan 1981'den beri AB tam üyesi.
Diğer üye ülkelerde olduğu gibi Yunanistan'ı da hangi parti yönetirse yönetsin, asıl iktidar vatandaşı gözeten ve onun refahı ile özgürlüğünü sürekli çoğaltan AB kriterleri…
Bizdeki "vatandaşı sevmeden vatanseverlik yapan" salyalı AB düşmanlığı asıl neyi gözlerden saklamaya çalışıyor, biliyor musunuz?
Yöneten ve yönetilen ayrımını.
Türkiye'yi yönetenler, bu halkın vergisiyle uluslararası standartların çok üzerinde bir refah ortamında yaşadı.
Ya yönetilenler nasıl yaşadı?
Bir yaşına gelmeden ölen bebekler yönetilenlerin durumunu gösteriyor zaten.
Peki neden yöneten keyif içinde de yönetilen, Yunan vatandaşının 69 basamak gerisinde?
Çünkü Türkiye'deki sistem, yöneteni, devletin içindekini korumakta…
AB ise 'yönetilenlerin' yaşam kalitesiyle ilgili…
Salyalı milliyetçilik 'yabancıyı' hedef göstererek, 'yönetileni yok sayan' iç sömürge zihniyetini gözlerden saklamaya uğraşıyor.
Samuel Johnson, bu sahtekârlar için 'milliyetçilik alçakların son sığınağı' der."
* * *
2024 yılında Türkiye, AB hedefinden ve onun kriterlerinden koptu gitti.
Ve bu kopuşla birlikte kıyaslamalar da buharlaştı… Gündemden düşürüldü.
* * *
18 yıl önce Sabah Gazetesi'nde yazdığım yukardaki yazıda bir cümle var:
"Bir yaşına gelmeden ölen bebekler yönetilenlerin durumunu gösteriyor zaten…"
Son yıllarda "bir yaşına gelmeden ölen bebekler" konusuna herhangi bir yerde rastladınız mı?
Sağlık Bakanlığı'ndan bir açıklama duydunuz mu?
Halbuki bebek ölüm oranları genellikle genel nüfusun sağlığının barometresi olarak kabul edilir.
Afganistan'ın şu anda doğan 1000 bebek başına 103 ölümle dünyadaki en yüksek bebek ölüm oranına sahip olması da bunu göstermekte…
* * *
Peki ya Türkiye?
"Bir yaşına gelmeden ölen bebek oranı" sıralamasına baktım.
Afganistan 1. sırada…
En iyi durumdaki Slovenya da 227. sırada.
Afganistan'da doğan bin çocuktan 103'ü ölürken Slovenya'da bu oran 1.5…
Türkiye'de ise doğan her bin çocuğun 18.4'ü bir yaşına gelmeden ölüyor.
Afganistan'ın 1. olduğu sıralamada Türkiye maalesef 83. sırada…
Azerbeycan da paramparça haldeki Libya da Türkiye'den daha iyi konumda…
En kötüden en iyiye doğru sıralanan 227 ülke arasında Azerbaycan 123, Libya 128. sırada…
* * *
Hep yaptığım gibi 1981'den beri AB tam üyesi olan komşumuz Yunanistan'ın durumuna baktım…
Zaten Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in gerçekleşen ziyareti nedeniyle Türkiye-Yunanistan ilişkileri de gündemde…
Zaman içinde Yunanistan farkı daha da açmış.
Yunanistan'da her bin çocuktan bir yaşına gelemeden yitip gidenlerin oranı 3.4.
Afganistan'ın ilk sırada yer aldığı listede Türkiye 83. sıradayken, Yunanistan 195. sırada…
Aramızdaki fark 112 basamağa çıkmış.
* * *
Basın tarihinin peşinde koşarken AB etrafında konuşulan tüm konuların kaybolduğunu da gördüm.
Ama tabii ki en önemlisi bir yaşına gelmeden ölen bebekler.
Neden konuşulmaz, neden konuşmuyoruz?
Bebeklerin yaşaması çok çok önemli değil mi?
Hep siyasetten konuşuyoruz ama siyasetin insanlar için yapıldığını da hep unutuyoruz.
P24'ten alınmıştır.