Gündem

Mehmet Altan: Millet Havva Ana gibi ayaklanmadıkça Türkiye’nin çaresiz kulları olarak lanet okur dururuz

'Yedikçe iştahı açılan görgüsüz bir açlık tüm Türkiye’yi hukuk tanımaz bir şekilde talan ediyor'

13 Temmuz 2015 13:07

Mehmet Altan*

Dün gece, haftanın özetini imbikten geçirmeye çalışırken önemli bulduğum gelişmelerin notlarını alıyordum.

Baktım, hafta on iki maddede toparlanmış. On iki maddeyi de üç-dört başlık altında toparlamak mümkün…

Öyle de yaptım.

Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesine bağlı Topçatan köyü ile Gülyüzü köyü civarında PKK ile asker arasında çatışma çıktığı haberini görünce, dünün ve haftanın muhteşem olayı Havva Ana’yı ikinci başlığa kaydırdım.

***

Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘Türk Usulü Başkanlık’ çılgınlığının önemsiz bir durağı sandığı ve siyasal bir oyunun parçası haline getirerek istismar ettiği ‘Kürt Sorunu’, endişe veren bir çizgiye doğru seyretmeye başladı.

Önce, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı, kalekol ve askeri amaçlı yapılan baraj inşaatları ile son dönemde artan gözaltı ve tutuklamalarla ilgili olarak, çözüm sürecinde oyalama yaklaşımının sürdürüldüğünü söyleyerek, ‘artık ateşkes tutumunun istismar edilmesini kabul etmeyeceğiz’ dedi.

Hemen ardından Ardahan’ın Göle İlçesi’nde belediyeye ait bir araç tarandı, bir kişi öldü, iki kişi de yaralandı.

Ardahan Valiliği PKK’yı, HDP jandarmayı suçladı. Olay aydınlatılamadan Doğubayazıt’tan çatışma haberi geldi.

KCK’nın ateşkesi devre dışı bırakmaya yönelik bildirisinde, “bundan böyle sorumlu, baraj yapımında ısrar eden AKP hükümeti ve üstlenen müteahhit firmaları olacaktır” demesi, olası bir AKP-MHP koalisyonuna karşı taktik bir açıklama değilse eğer, gelişmelerin daha da alevlenmesi ve yeniden çok tatsız günlere geri dönülmesi ihtimalini ilk sıraya taşıyor.

***

PKK ‘baraj yapan AKP müteahhitlerini’ tehdit ederken, ‘milletin anasını belleme’ arzusundaki havuz medyacısı bir müteahhit de tüm Karadeniz yaylasını tehdit etmekte…

Biliyorsunuz, Karadeniz Bölgesi’nde sekiz ilin yaylalarını birbirine bağlayacak iki bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi için tepkilere rağmen Samistal Yaylası’nda jandarma kontrolünde çalışmalara devam edilmek istendi.

‘Rize İdare Mahkemesi’nin iptal ettiği ‘ÇED olumlu’ raporuna küçük değişikliklerle yeniden geçerlilik kazandırabilen, sahaya girerken devletin silahlı jandarmasının desteğini alan ‘havuzcu müteahhit’ yörede Havva Ana olarak bilinen 63 yaşındaki Rabiye Bekar’ın olağanüstü muhalefetine tosladı.

Havva Ana durumu bir tek cümleyle özetledi:

“Devlet yok, halk var! Kimdir devlet ya! Devlet bizim sayemizde devlettir!”

***

Kürt Sorunu da, hız kesmeyen talan da aslında tam da hukuka ve halka aldırmayan bir devlet anlayışından güç alıyor… Dün Kemalistler, bugün siyasal İslamcılar… Hiç fark etmiyor.

Havva Ana ne diyor?

“Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a selamlarımı iletiyorum. Onun annesi rahmetli Tenzile ablayı Ayder’de misafir etmiş bir insanım. Tenzile ablanın oğlu olduğunu inkâr etmesin, bize sahip çıksın. Hükümet bizim taşımızı toprağımızı satmasın, dağlarımızı satmasın. Çamlıhemşin’de AK Parti’nin ilk kurucularındanız. Tayyip bey bunu da çok iyi bilsin. Böyle mi yapması lazımdı? Bize niye arka çıkmadı? Bizim memleketimizi niye satışa çıkardı?”

***

Sadece Havva Ana değil, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu da siyasal iktidarın taşımızı toprağımızı kendi çıkarı için talan ettiği inancında…

Bu nedenle, Atatürk Orman Çiftliği arazisinin kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilerek Cumhurbaşkanlığı Sarayı yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu ve Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi kararlarının yürütmesini durdurdu.

Bakanlar Kurulu ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin projeye ilişkin sınır teklifini onaylamasını ‘hukuka aykırı’ buldu.

Danıştay, Atatürk Orman Çiftliği sınırları içinde yer alan proje alanının, Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu çerçevesinde ‘özel statüye’ sahip ‘devlet malı’ olduğunu belirtti.

Yedikçe iştahı açılan görgüsüz bir açlık Karadeniz yaylarından Atatürk Orman Çiftliği’ne tüm Türkiye’yi hukuk tanımaz bir şekilde talan ediyor.

***

Siyasal iktidarın, özellikle de 17-25 Aralık sürecinde ayyuka çıkan hırsızlığı ve bunun soruşturulmasını engellemek üzere geliştirdiği zorbalık Türkiye’yi çökertti.

‘Millet’ 7 Haziran’da aynı Havva Ana gibi bu rezilliğe son verilmesini istedi.

Ama soyguna, talana ‘dur’ demek için, köhnemiş cumhuriyeti demokratikleştirmek için, hırsızlara hesap sormak için, sivil darbecileri yargı önüne çıkarmak için, 12 Eylül Rejimi’nin ve Erdoğan’ın hukuk tanımazlığının hesabını sormak için temiz olmak gerek.

Ele geçirilen belediyeleri aynı AKP gibi kırk haramilerin soygun bölgelerine dönüştüren şaibeli bir yaklaşımla kim kimden hesap soracak?

Hem demokratik bir çözüm anlayışının, hem de dipli ve köşeli bir temizliğin önünü tıkayarak bizzat siyasetçiler adeta siyaseti devre dışı bırakıyor.

***

Siyasal iktidarın ve siyasetçilerin sefaleti öyle bir noktaya ulaştı ki dünya devreye girdi…

17-25 Aralık skandalının daha ufak çaplı bir örneğini oluşturan ve aynı hukuksuz yöntemlerle gerçeklerin ortaya çıkmasının önlendiği Deniz Feneri Davası’nda, bu olayı ‘asrın dolandırıcılığı’ olarak niteleyen Almanya sahaya indi.

Almanya’da Deniz Feneri E.V’nin devredildiği Alman kayyum heyeti, İstanbul’daki Deniz Feneri davasında verilen beraat kararına itiraz etti.

Alman heyeti, sanıklar tarafından kullanıldığı belirtilen 41 milyon Euro’nun peşine düştü.

***

Gene Alman Focus Dergisi, Almanya’da ajanlık faaliyetlerinde bulunmakla suçlanan Erdoğan’ın eski danışmanı ve davanın bir numaralı sanığı Muhammed Taha Gergerlioğlu’nun, Ahmet Duran Y.’nin ve Göksel G.’nin hâkim karşısına çıkmasını sarsıcı bir şekilde haberleştirdi.

Davayı haber yapan Focus Dergisi, sanıkların MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a bağlı olarak çalıştığını ileri sürdü.

Dergi, ajanların büyükelçilik ve başkonsoloslukların yanı sıra bankaları, seyahat acentelerini ve camileri üs olarak kullandığını yazarken, istihbaratın merkez üssü olarak da Köln Ehrenfeld’de Diyanet İşleri Türk İslam Merkezi’ne (DİTİB) bağlı caminin adını verdi.

Josef Hufelschulte imzalı haberde, Hakan Fidan’ın telefonlarının Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu (NSA) tarafından dinlendiği de iddia edildi. Haberde, Fidan’ın yaklaşık iki yıl önce Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik operasyonla ilgili çok gizli Suriye planlarını NSA’nın dinlediği öne sürüldü.

***

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın iki yıl önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler ile Süleyman Şah Türbesi hakkında yaptığı konuşmanın, ABD’nin Ulusal Güvenlik Kurumu (NSA) tarafından dinlenip kaydedildiği ileri sürülmesine ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden de yalanlama gelmedi…

Siyasal iktidarın Türkiye halkına nasıl pervasızca yalan söylediği bir kez daha dünya tarafından belgelendi…

***

İtalyan bilgisayar korsanlığı şirketi Hacking Team’in 2011’de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, bilgisayar ve akıllı telefonlara virüs gönderip bu kişileri izlemesini sağlayan bir ‘virüs yazılımı’ sattığını da gene dünyadaki gelişmeleri çok başarılı bir şekilde bize aksettiren Tolga Tanış sayesinde öğrendik.

Kendi hırsızlıkları ortaya çıkınca ‘yasal olmayan dinlemeler’ diye tepinen ama bunun dışında hukuksuz dinlemeler için faaliyetlerine devam eden siyasal iktidar hem içerde, hem de dışarıda artan bir ivmeyle sıkışıyor.

Ne var ki muhalefet de bu köhne ve kirli siyasal yapının parçası haline gelmiş gibi görünüyor.

***

Neyse ki Havva Ana var…

“Devlet yok, halk var! Kimdir devlet ya! Devlet bizim sayemizde devlettir” diye bağırıyor…

Ama devlet ‘çeteleşmiş siyasetin’ egemenliğine geçmiş.

Millet demokratik bir şekilde Havva Ana gibi ayaklanmadıkça, cumhurbaşkanının kaçak sarayda oturduğu, milletin anasını bellemek isteyen havuzcunun Karadeniz yaylalarını talan ettiği, muhalefetin de yerel iktidarları sömürdüğü tıkanmış bir Türkiye’nin çaresiz kulları olarak lanet okur dururuz.

*Bu yazı gazete360.com'dan alınmıştır.