Mehmet Altan*
Osmanlı Toprak Düzeni, kabaca özetlersek, ‘Saray’ ile ‘özgür küçük köylü’ ittifakı üzerine kuruluydu.
Toprakların sahibi, her şeyin olduğu gibi padişahtı ama ‘bir çift öküz’ün sürebileceği kadar minik alanların zilliyeti köylülere bırakılmıştı.
Böylece ‘sermaye birikimi’nin, ‘feodalleşme’nin, dolayısıyla Saray’a baş kaldıracak bir sosyal hareketlenmenin önüne geçilmişti.
***
Bu sosyal yapının dışındaki tek bölge Güneydoğu’daki Kürt Bölgesi’ydi. Burası feodal bir yapıya ve çok geniş arazilere sahip aşiretlerin mekânıydı.
1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile 23 Kürt beyliği arasında imzalanan anlaşmayla burası özerk bir bölge haline getirilmiş, Kürtlere bir bakıma ‘muhtariyet’ tanınmıştı.
Küçük özgür köylü ile büyük arazilere sahip aşiret yapısı o tarihten sonra birlikte var oldular.
Ama hep sorunlarla…
***
Ulus devlet ve Türkleşme kıpırtılarının başladığı 1876 yılından 1937 Dersim İsyanı’na kadar bölgede 11 ayaklanma daha baş göstermiştir. Ve hep askeri tedbirlerle bunlar bastırılmak istenmiştir…
Sürekli iki şey eksiktir; biri bölgenin sosyo-ekonomik yapısını zıplatacak olan ekonomik kalkınma ve gelişme, diğeri ise yönetim becerisi…
***
Alaturka bir kurnazlık ve tutarsızlıkla zaman ve zemine göre durum idare edilmeye çalışılmış, anlamlı kalıcı bir çözüm ortaya konmamıştır.
Örneğin, muazzam bir vahşetle karşılaşan Dersimliler, Rus işgaline karşı Osmanlı hükümeti ile bir anlaşma yaparak özerklik vaadiyle ‘savunma savaşı’na girmişlerdir.
Osmanlı idaresinden aldıkları silah ve mühimmatla, doğrudan Osmanlı ordusunun emrine girmeden Ruslara karşı durma karşılığında Dersimlilere ‘bağımsız çatışma hakkı’ tanınmıştır.
Öyle ki Ruslar geri çekildikten sonra Osmanlı idaresi Dersimlilere ve bu aşiretlere madalya ve hediyeler vermiştir.
Dersim İsyanı’nda idam edilen Seyit Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan’da ‘İl İdaresi Üyeliği’ne atanmıştır…
İşine gelince ‘İl İdare Üyesi’, işine gelmeyince idam.
Ama sorun hep aynı yerde, hep aynı ağırlıkta kalmıştır.
***
Gene Kürt Sorunu açısından çok talihsiz bir dönemdeyiz…
Gene gözyaşı, gene kan ve acı, gene şiddet ve silah…
15’inci yüzyıldan beri sorun çözemeyen bir toplum olarak acılar içinde çırpınıyoruz.
Bu coğrafyanın yönetimleri olağanüstü beceriksiz…
Şimdi de aynı beceriksizlikle karşı karşıyayız.
İşleri rayına koyamadıkça da Kuyucu Murat Paşa mirasına başvurmaktalar…
Kürt illerinin seçilmiş milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak, ‘resmi şiddeti’ çözüm görerek, bu bölgenin siyasete güvenini sıfırlayarak, milliyetçi kamplaşmayı körükleyerek yol almaya çalışmak nasıl bir siyaset, nasıl bir aymazlıktır…
***
Aslında bu acılı tarihe bakınca, çözüm ‘ben buradayım’ diye bas bas bağırıyor…
Nedir çözüm?
Birincisi, bu bölgelerin dünyayla bütünleşmesini teşvik ederek, sosyo-ekonomik kalkınma sürecine en üst düzeyde yol vermek…
İkincisi, ‘demokratik bir cumhuriyet’ zihniyeti içinde ‘özgürlükçü’ bir yönetim becerisi sergilemek…
***
Bugüne dek şiddet yolu defalarca denendi ama ‘gözyaşı’ dışında hiçbir sonuç alınamadı.
Bir kez de yapılmayanı denesek?
Sorunu ‘demokrasi’ içinde çözmeye çalışsak…
Bu yolu denersek Türkiye kazanır ama diktatörlük hayalleri kuranlar kaybeder.
Zaten o yüzden Türkiye’nin kaybetmesini tercih ediyor iktidar.
Bu yazı gazete360.com'dan alınmıştır