Medya

Mehmet Altan: Delil aramadan karar veren mahkemeye İstiklâl Mahkemesi denir

21 Mart 2019 17:38

* Mehmet Altan

Bu yazının hazırlıklarını geçen hafta sonu yaparken İstanbul’da tüm kırıtkanlığıyla erken bahar hüküm sürüyordu. Ben ise geçmişteki bir karabasanın izini sürdüm.  

Bütün hafta sonu mahkeme süreçleriyle bağı hiç kopmayan basın tarihinin peşinde gazetecilerin yargılandığı Ankara İstiklâl Mahkemeleri zabıtlarını okudum.

Yaşadıklarımın büyükbabası ile tanışmış gibi oldum.

Hukuku katletmeyi sürdürenlerin de "Kılıç" Ali Bey, "Kel" Ali Bey, Necip Ali Bey ve Reşit Galip Bey gibilerin silik sûretleri olduğunu daha somutundan gördüm.


*** 

İstiklal  Mahkemelerinin üç dönemi var… 

Özel bir kanunla 18 Eylül 1920 tarihinde kurulan ilk dönem İstiklâl Mahkemeleri, Ankara’daki hariç olmak üzere 17 Şubat 1921 tarihinde kapatıldı.

İkinci dönem İstiklâl Mahkemeleri, çalışmalarına 30 Temmuz 1921'de başladı ve 1923'ün Ekim ayına dek faaliyetlerini sürdürdü.

Üçüncü ve son dönem İstiklâl Mahkemeleri ise 1923 ile 1927 yılları arasında etkin oldu.

Benim zabıtlarını okuduğum İstiklâl Mahkemeleri, üç hafta önce anlattığım Takrir-i Sükûn sonrası kurulan İstiklâl Mahkemeleri.

1925-1926 yıllarında rolünü icra eden Şark İstiklâl Mahkemesi ile Ankara İstiklaâl Mahkemesi…

***

Okuduğum zabıtlar,  temyiz olmadığı için yargılamanın akşamında  hemen asılan eski Maliye Bakanı Cavit Bey ile her dönem başı belaya giren Hüseyin Cahit Yalçın’ın da aralarında bulunduğu eski İttihatçıların yargılanmasına aitti. Tabii, buna yargılanma denirse….

Hüseyin Cahit Yalçın’ın sadece iki yazı nedeniyle idam istemiyle yargılanması hiç yabancı gelmedi… Şaşırtan tek fark, Hüseyin Cahit bu yargılama sonucu beraat ederken, 2018 yılında iki yazıya “ağırlaştırılmış müebbet” verenlerin bulunması oldu.

26 Ağustos 1926 günkü celsede Ankara İstiklâl Mahkemesi Başkanı, Cavit Bey’e çıkışıyor:
 
İstiklâl Mahkemeleri akıl ve mantık ve kanaat-ı vicdaniyeye daha ziyade önem verir. Siz Adliye mahkemesi gibi mutlaka gözle görülecek bir şey söylemek istiyorsunuz. Halbuki kıymeti yoktur.

İkinci olarak da burada şaşırdım, zamanımızın gazeteci yargılamalarında da hem de “adliye mahkemelerinde” “gözle görülecek delillere” ihtiyaç yok. Günümüzde de düşünceler kanaatlerle yargılanıyor.

***

9 Ağustos 2018 tarihli P24 Blog’daki “Basın Tarihinden” köşesinde Asker kaçakları nasıl asılır?” başlıklı yazımda hikâyesini çok geniş olarak anlattığım Zekeriya Sertel ile Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) de Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde mahkûm olur.

Kısa ve uyduruk bir yargılamadan sonra Zekeriya Sertel üç yıl Sinop’a, Cevat Şakir de üç yıl Bodrum’a sürgün edilir.

Halbuki, Asker kaçakları nasıl asılır ?” başlıklı yazı Cevat Şakir’in hapishane anılarını anlatmaktadır.

Edebiyat yazısı “askerliğe hakaret ve askerî isyana teşvik suçu”ndan  yargılanır.

Şaşırtıcı  mı, bugünden farkı var mı?

Geçmişin zulmünü şaşırarak ve ayıplayarak anlatmak lüksüne hiçbir zaman sahip olamadık maalesef.


***
Şark İstiklâl Mahkemesi de boş durmaz… Onlar da gazeteci yargılama faaliyetleri içindedir.


Tevhid-i Efkâr’ın başyazarı Velit Ebüzziya, Son Telgraf yazarları Sadri Ertem, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve İlhami Safa, Sebilürreşat başyazarı Eşref Edip, Toksöz gazetesinin yazarı Abdülkadir Kemali 21 Haziran 1925 günü tutuklanıp Şark İstiklâl Mahkemesine gönderilirler. Gazeteleri de kapatılır.


***
Mahkeme bir süre sonra Elâzığ’a taşınır.

Şeyh Sait İsyanı ile İstanbul basını arasında ilişki olup olmadığı araştırılmaktadır.

Şark İstiklâl Mahkemesi bu defa 12 Ağustos’ta Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü Esmer, İsmail Müştak Mayokan ve Suphi Nuri İleri’yi tutuklar. Vatan gazetesini de kapatır.

İstiklâl Mahkemesi Savcısı Süreyya Bey 7 Haziran 1925’te  çok bildik ve benim de kendimle ilgili olarak işittiğim cümlelerle basını söyle suçlar:

“İsyanın türlü türlü sebepleri vardır. Bunların arasına basın hürriyetini şahsî maksatlar veya şahsî siyasî gayeler uğruna kötüye kullanan, kasıtlı veya kasıtsız sûrette yazılan yazıların, isyan üzerinde tesirleri dokunan gazetelerin tutumu da girebilir. Bu sebeple gazeteler buraya getirilmeli, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler davaya katılmalıdır.”

Gazeteciler haftalarca yargılanırlar ancak sonunda bir sürpriz olur, siyasi hava yumuşadığı için hepsi beraat eder.

Ama baskı kaybolmaz.

***

Hıfzı Topuz 100 Soruda Türk Basın Tarihi adlı kitapta su soruyu sorar :

“Devrimlerin gerçekleştirilmesi için Takrir-i Sükûn Kanunu ile bir terör havası yaratılması, gazetelerin kapatılması, gazetecilerin isyancılarla birlikte İstiklâl Mahkemelerinde yargılanması ve basının susturulması gerekli miydi acaba?

Devrimlere karşı bütün muhalefeti yaratan, halkla Hükümetin arasını açan, halkı devrimlerden uzaklaştıran, memlekette bir başka rejimin ilk temellerini atan, yıllar sonra gericilik akımlarının yeniden başkaldırmasını hazırlayan, çok partili ortama girildikten sonra Halk Partisi’nin ve liderlerinin bir daha çoğunluğu kazanamamalarına sebep olan ve belki de bugünkü huzursuzluğun temelinde önemli bir yeri olan olaylardan biri Takrir-i Sükûn Kanunu ve onun sınırsız, kontrolsüz uygulanışıdır.”

***

Acaba bugünkü gazetecilerin Silivri yargılamaları için tarih ne yazacak?
 
Yönetemeyen bir geleneğin çaresiz bir biçimde her daim hukuksuzluktan medet umduğunu mu?

Bu yazı p24blog.org'dan alınmıştır