Politika

'Medya misyonerliğe soyunuyor!'

Vatan yazarı, NTV Siyaset Danışmanı Ruşen Çakır, Medyatava'dan Fatih Batur İlhan'a konuştu. Çakır, ''en gazeteciliğe başladığımdan bu yana, “İsl

27 Haziran 2011 03:00

T24 - Vatan yazarı, NTV Siyaset Danışmanı Ruşen Çakır, Medyatava'dan Fatih Batur İlhan'a konuştu. Çakır, ''en gazeteciliğe başladığımdan bu yana, “İslami Hareketler” üzerine çalışan bisiyim. Recep Tayyip Erdoğan'ı tanıdığımda, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı'ydı. Benim için kendisinin bugün geldiği nokta hiç şaşırtıcı değil.'' dedi  


'Medya misyonerliğe soyunuyor!'

'Bir gazetecinin öncelikli görevinin, yaşadığı toplumu ve dünyayı anlamak ve anlayabilgiği kadarını da eğip bükmeden, çarpıtmadan, aktarmak olduğuna inanıyorum...” Kime ait bu ifade? Onun için, (ilk kitabı 'Ayet ve Slogan'ın önsözüne) “Günümüz İslam'ı konusunda topladığı bilgileri bir çerçeveye oturttu ve bu olgunun teşkilat bazını tanıtan bir yapıt ortaya çıkardı...” yazan sosyalbilimler profesörü Şerif Mardin, hepimiz için önemli referans kaynakları oluşturan hangi ismi kastetmiş olabilir dersiniz?

“Bizlere, ekrandan hafta içi her sabah 'Merhaba, Yazı İşleri'ne hoş geldiniz' diyen kişi...” derim ben de! “15 yıldır İslami kesimi izlemeye çalıştığını ifade eden biri” derim. “Çalıştığı tüm gazletelerde sayısız önemli yazı dizileri hazırladı” derim. “Şu anda VATAN'da köşe yazarı” derim. “Üç yıla yakın zamandır NTV'de görmeye alıştığımız biri” derim. Ardından eklerim, “Bundan 10 yıl önce ilk basımı yapılan “Derin Hizbullah”(METİS YAYINLARI) kitabının zenginleririlerek genişletilmiş yeni basımı yakınlarda yapıldı”...
 
Sözü daha da uzatma pahasına -sabrınıza sığınarak- “O, bu çalışmasıyla Türkiye'de -üstlendiği eylemlerle, çok çekinilen, büyük korku ve şaşkınlık yaratan bir ideolojik kesimi- farklı açılardan ele alabildi” diye de ekleme yapmak isterim.
 
Artık sizleri, aşağıdaki röportaj metniyle başbaşa bırakmam lâzım, biliyorum. Naçizane: 'Olguları sümen altı etmek istemeyenler, kitaplara başvurmalı' diye son defa ekleyerek, Ruşen Çakır'ı -hiç haddim olmasa da- takdim ederim efendim...
 
***
 
Gazetecilik öncelikle muhabirliktir!
 
Size göre, gazeteci hep muhalif olan kişi midir?
Hayır! Öyle bir zorunluluk yok. Her şeyden önce, iyi gazeteci iyi haber yapandır. Bizde genelde gazetecilik denilince yorum akla gelerek, öne çıkıyor. Halbuki gazetecilik öncelikle  haberdir (muhabirliktir). Ben muhabirlikten gelme birisiyim. Ama Türkiye'de gazetecilikten gelmeyen köşe yazarları öne çok daha fazla çıktığı için  genelde haberin değeri gölgede kalıyor. Sorunuza dönersem, bir habercinin daima muhalif olmak diye bir durumu yoktur! Sorumluluğu sadece dürüst ve doğru olmaktır...

Peki ya (köşe yazarları) gibi enetektüellerin muhalifliği?
O apayrı bir şey. Bir entelektüel genellikle, iktidardan yana konumlanmaz. İktidardan yana konumlanan entelektüelin, silahları azalır. Ve ayrıca entelektüelin (aydının) muhalif olanı çok daha makbûldür.
 
Siz kendinizi hangi konumda/kutupta görüyorsunuz?
Ben evvela gazeteciyim. Gazetecilik yapıyorum. Bu nedenle de önce olabildiğince tarafsız olmaya çalışıyorum. Ama vatandaş olarak/şahıs olarak kendime bakınca, her türlü duruşumun iktidarlara karşı olmasını tercih ederim. İktidarlara yanaşmak gibi bir derdim yok benim...
 
Türkiye genelindeki gazetecileri nerede/nasıl konumlandırıyorsunuz?
Maalesef son dönemde gazetecilerin tarafsız olması adeta bir hakaret gibi kullanılıyor. Eskiden gazeteciler 'Yahu bu isim taraf tutuyor' diye eleştirilirdi. Oysa şimdi 'Yahu bu isim taraf bile tutmuyor' deniliyor ve gazeteciliği de küçümseniyor. Bizlerin taraf olması gerekmez ki! Çünkü bizim esas işimiz kamu hizmeti. Kamu, zaten olanı biteni takip ederek anlamlandırmaya/kavramaya çalışıyor. Ve bizlerden karar verebilme adına yardım istiyor. Ama “Bana hangisi doğru söyle ki ona inanayım” demiyor...
 
O halde siz, Türk medyasını toplumun aynası olarak görmüyorsunuz?
Hem de katiyen öyle görmüyorum. Medya bugün genellikle asli görevinden ziyade kendine rol biçip, misyonerliğe soyunuyor. Oysa esas olan, insanlara bilgi sunmak ve kendi kararlarını olabildiğince özgürce almalarına yardımcı olmaktır..


Adının TARAF olması bile sınırlayıcı..

TARAF ve TARAF tarzı gazetecilik, size göre nerede duruyor?
Bu gazeteyi çok sevdiğimi söyleyemem. TARAF, kurunun yanında çok da yaş yaktı ve bunun ardından hiç gözyaşı dökmedi. Askeri vesayete karşı olmak güzel, tamam. Hatta bu konudaki katkıları için teşekkür de edelim ama çok sayıda eğitim zayiatı da verdi. Bu gazetede çıkan haberlerin bazılarının evrensel gazetecilik ilkeleri süzgeçlerinden geçirildiğini sanmıyorum.
 
Editoryâl adaleti mi eksikli yani TARAF'ın?
Bir gazetenin TARAF adı ile yayımlanması, zaten kendini sınırlayan bir durum. Ama bunlar böyle bir seçim yaptılar, kendileri bilir. Tüm bunlar bir kenarda dursun aslında benim aklıma, TARAF'la ilgili olarak, o yapı içinde görev alan bir çok arkadaşımızın özlük hakları geliyor. Bu konuda sicili parlak değil TARAF'ın. Benim gözümde bir işletme için her şeyden önce çalışanlarının haklarını gözetip gözetmemesi gelir. Bu konuda hayli özensiz olan ve çok şikâyet alan bu yapı, yaptığı haberlerin haricinde personeline hak tesliminde çok da iyi bir karneye sahip değil. Bunları biliyoruz...
 
Hangi gazeteleri okursunuz?
Ben işim gereği tüm gazeteleri zaten sabah 06.30'dan itibaren okuyorum...
 
İlk hangisine bakıyorsunuz?
HÜRRİYET'e. Ama artık bunun doğru bir tercih olduğuna emin değilim.
 
Sahi mi!? Neden?
HÜRRİYET'i hayatımda hiç bir zaman beğenmedim. Ama benim bu görüşüm HÜRRİYET'in Türkiye'nin en önemli gazetesi olduğu gerçeğini değiştirmez. Sürekli olarak statüko olmuştur HÜRRİYET Türkiye'de. Ama şimdilerde bu bile değil. Eski etkisinde değil..


'TV İZLEME ALIŞKANLIĞIM YOK, TARTIŞMA PROGRAMLARI DAHİL!'

Peki yeni ilk gazeteniz (eski HÜRRİYET'iniz) hangi marka oldu?
Artık Türkiye'de öyle bir gazete yok. Ama MİLLİYET kesinlikle daha ilginç...
 
Kendi gazeteniz VATAN'ı nerede görüyorsunuz?
VATAN çok zayıfladı son dönemde. Çok kan kaybetti. Bir zamanlar Türkiye'nin en iyi ve etkili gazetesiydi. Ama pek çok nedenle bir süredir eski gücünde değil...
 
Hangi TV kanallarını izlersiniz?
Ben TV izlemem!
 
Nasıl yani!? CNN INTERNATIONAL'a da mı bakmazsınız?
Hayır ona da bakmam, hiçbir yere bakmam. Haberler zaten gün içinde bana ulaşıyor. İşim bu çünkü. Zaten haberin bizzat içindeyim.
 
Ya tartışma programları?
Açık söyleyeyim, izlemem. Genellikle kavga-dövüş barındırdıkları için (çok iyi olanlar da muhakkak vardır belki) ama hiçbiri ilgimi çekmiyor...
 

Başbakan Erdoğan'ın bugün geldiği nokta hiç şaşırtıcı değil!
 
İlk defa ahşap olanları yerine şeffaf oy sandığı kullanılan 12 Haziran'daki 24. dönem milletvekili genel seçimlerini, sonuçları bağlamında değerledirmenizi istesem, bana ne anlatırsınız?
Seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan tablo, Türkiye için yeni bir şey değil. Bu adım adım gelişen bir durum. Ben gazeteciliğe başladığımdan bu yana, “İslami Hareketler” üzerine çalışan bisiyim. Recep Tayyip Erdoğan'ı tanıdığımda, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı'ydı. Benim için kendisinin bugün geldiği nokta hiç şaşırtıcı değil. Bazıları çok şaşırıyor ve durumu kesinlikle kabullenmek istemiyorlar. Oysa bu sonuçlar, Türkiye realitesidir. Bu; bir kez daha, çok açık ve net bir şekilde karşımıza çıktı. Bu sebeple kimseyi suçlamak doğru değil. Özellikle de seçmeni(halkı). İktidar  partisine oy atan halka 'Aptal' demek, aptallıktan başka bir şey değil. Bu demokrasidir. Demokrasilerde belirleyici olan, halkın tercihidir. Ki Türk halkı daha önce de tercihini bu şekilde yapmıştı. Burada sorgulanması gereken şudur: “İnsanlar niye bu partiyi seçiyolar?”...
 
Peki bu halde çoğunluğun oyunu alan iktidarı ve Başbakan'ı artık eleştirmemek mi gerek?
Demokrasi en nihayetinde sandıktır. Zaten çok eleştiriler yapıldı. Ama ne oldu? Türkiye'nin %50'si Erdoğan'a ve partisine inanarak, oyunu ona verdi. Artık burada, söylenecek söz bitmiştir. Ama bakın “Eleştiri bitmiştir” demiyorum. Eleştiriler sürer. Ama bunların hepsi söylendi. Demek ki çok fazla etkili olamadı... Bizim eleştirilerimiz, sandık sonuçlarına saygısızlık etmemize izin veremez!
Buna bir bahane olamaz!...
 
'Hizbullah, Güneydoğu'da PKK'dan sonra en önemli etkin güç...'
 
“Derin Hizbullah”ın ilk yayımlanışının ardından 10 yıl geçti. 2011'in sonlarına yaklaşırken, Hizbullah'a yüklenmesi gereken anlam, bugün nedir?
Hizbullah denen örgüt, çok güçlü, kökleri çok derinlerde, güçlü bir toplumsal tabana sahip bir hareket. Bu, Türkiye'de genellikle, derin bir takım odaklarla ilişkisi üzerinden ve daha çok Hizbulkontra tabiri ile öne çıkartılıyordu. Ama ben, bu kitabı 10 yıl önce de bunun hem siyasi hem de toplumsal bir haraket olarak önemli olduğunu düşünerek kaleme almıştım.
 
O tarihlerde yani 2000'lerin başında, Hizbullah'ın yazılı hiç bir kaynağı yoktu. Hizbullahçılara ulaşma imkânı bulunmuyordu. Ama Hizbullah, aradan geçen süre içinde, ulaşılabilir bir hareket oldu. Artık yayınları var, internet siteleri var kısaca herşeyleri var. Keza eskiden kedilerine  “Hizbullah” da demezlerdi ama artık diyorlar. Varlıklarını artık çok daha açıkça konuşuyorlar. Eskiden yazıp çizmezlerdi şimdi çok daha net bir şekilde konuşuyorlar...
 
Yine de onlarla bağlantı kurmak için bazı anahtarlar olmalı değil mi? Her arzu eden  Hizbullah'la ilgili kaynağa ulaşabiliyor mu ki?
Artık yasal alanlarda faaliyet gösteriyorlar. Dernekleri ve vakıfları var. Burada önemli olan Türkiye'de çok fazla kişinin bu konuyu hiç ele almak istememesi. Bu biraz zor bir alan. Çünkü Hizbullah denilince akla hep “domuz bağları” ya da “gömülü cesetler” geliyor. Yani “dehşet” geliyor. Bu sebeple insanlar bu konuyu araştırılabilir (ve araştırılması gerekli) bir toplumsal olgu olduğunu dahi düşünmek istemiyor.
 
Zaten kitabınızda: "...çünkü Hizbullah esas olarak, Devlet'in değil toplumun bir sorunudur."(s.17) ifadesini kullanıyorsunuz. Bu saptamanızın ardında ne var?
Evet! Hizbullah toplumun sorunudur çünkü bugün baktığımız zaman Güneydoğu'da, PKK'dan sonra en önemli etkin güç Hizbullah'tır! Kürtler'in yaşadığı her yerde Hizbullah da var.
 
Şu anda Türkiye'de daha ılımlı ya da daha sakin bir Hizbullah mı var?
Ben 10 yıl önce, İslamcı şiddettin geleceği üzerinden  Hizbullah'ı tartıştığım zaman, önümüzde değişik seçenekler vardı. "Hizbullah, şiddet üzerinden mi yürüyecek?"ti ya da  "Legal alana mı kayacak?"tı?.. Kitabın ilk baskısında bunlar vardı. Şimdi aradan geçen zaman içinde Hizbullah'ın, 24 Ocak 2001'de gerçekleşen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikastinin ardından bir daha hiç silahlı eyleme başvurmadığını gördük. Bu Hizbullah'ın silahı tamamen kaldırdığı anlamına gelmiyor ama silahtan uzak durmak istediklerini de biliyoruz. Silahı da hep bir alternatif olarak elleri altında tutmak istiyorlar. Yalnız şu çok açık ki Hizbullah, 10 yıl öncekinden çok farklı! Esas olarak yasal alanda varlığı olan, vakıflar ve dernekler aracılığıyla, medya üzerinden faaliyet gösteren bir hareket olmaya doğru ilerliyor. Ama tabii ki çok kolay hazmedilir bir geçmişleri yok. Geçmişleri, üzerlerinde büyük bir ipotek halinde. Mesela kimse Hizbullah'ın kolay kolay silah bırakacağına inanmıyor.
 
Hizbullah'ın bu vites küçültme kararı ve kamuyla iletişimde daha açık tutum izlemeyi seçmesi, kendilerine direkt ulaşmada enstrümanları çoğalttı mı?
Direkt görüşmelerden önce Hizbullah yayınlarına bakıldığında da bu anlaşılıyor zaten. Kitaba bol miktarda kendi yazılarından/yayınlarından alıntılar koyduk. Özellikle son ('Üçüncü Hizbullah' - s.234) bölümünde örnekler var. Görülüyor ki kendi içlerinde de 'Silahı ne yapmaları gerektiği' konusunu tartışıyorlar... Benim görüşüm, (zaten esasen anlatmaya çalıştığım da bu) Hizbullah'ta  şimdi ana eğilim, silahtan uzaklaşma. Ama buna tastamam hazır değiller. Hizbullah şu anda silaha başvurmuyor ancak silahı mutlak biçimde terk ettiğini de söylemiyor...
 

'Çıkar, hesap veya komplo peşindeki gazeteci, tabiyatıyla korkar!'
 
Kitabın ilk sayfalarındaki sunuş yazınızda ifade ettiğiniz üzere, “Derin Hizbullah”, topluma, bu örgütün daha iyi tanınması için sunulmuş bir kaynak. Ve yine siz ekliyorsunuz: "Gazeteci sadece kovuşturanlarla ve yargılayanlarla değil de bunlara muhatap olanlarla da ilişki kurmalıdır"... Dehşetli gerçeklere yaklaşırken, hiç korkmuyor musunuz?
Bunun korkmakla bir alâkası yok! Kişi yaptığı işi, gazeteciliği şeffaf bir şekilde, önyargısızca yapıyorsa ortada korkacak hiç bir şey yoktur. Ama eğer bir takım hesabı-kitabı varsa ya da gazetecilik faaliyetlerini bir takım karanlık ilişklerle yapıyorsa, çıkar, hesap veya komplo peşindeyse, olağandır ki korkar. Ben sivil bir gazetecilik yaptığımı düşünüyorum: Sivil. Bu kavramı da çok öenmsiyorum. Ama buna rağmen birileri kalkıp da yaptıklarımdan rahatsız olup, beni engellemek isteyebilir. Bu noktada yapabileceğim çok fazla bir şey yok.
 
İyi gazeteci olmanın yolu, en gizliye de dokunmaktan mı geçer? Bedel ödediğinizi düşünmüyor musunuz? Mesela Ortadoğu ya da bu Hizbullah çalışmalarınızdan ötürü, sizi türlü akımlarla bir tutanlar da/bunlara angaje olduğuzu düşünen ve hatta yazanlar da var da...
Hizbullah, kendilerini anlatan ('Kendi Dilinden Hizbullah') kitabını basında ilk bana yolladı. E-posta ile (dosya olarak). Ben de bunu NTVMSNBC'de yazdım ve kamuoyu bilgilenmiş oldu. Hizbullahçılar, yazdıklarımdan çok hoşlanmasalar da beni olabildiğince objektif bulmuş olmalı ki bu çalışmayı benim üzerimden kamuoyuyla paylaştı. Şimdi, Hizbullah gibi büyük dehşetle anılan bir örgütle ilgili olarak gazetecilik faaliyeti yürütmek hayli zor bir iştir. Çünkü kamuoyu, bu örgütten tiksiniyor. Ben de diyorum ki 'Tamam tiksinebilirsiniz ama ben de gazeteciyim'. Ben, onu sevsem de sevmesem de, onunla ilgili yazı yazarken -tüm önyargılarımdan- arınmam lâzım gelir. Gazeteciliğin böyle bir objektifliği vardır. Gazeteci, yazdığı her konuyu veya görüşüp röportaj yaptığı her kşiyi sevmek zorunda değildir. Gazetecilik, onu yapanın bütün duygularından bağımsız olarak, haber yapılan -kaynak- kişilere, olabildiğince, nötr(yansız) bir şekilde yaklaşıp, onun da hakkını-hukukunu gözetme gerekliliğidir...
 
Bu halde 'Gazetecinin görevi ilkin yargılamak değil' diyorsunuz?
Elbette! Gazetecilik, olabildiğince objektif bir şekilde olayları ele alıp-aktarmaktır. Başka bir şey değil. “Bunlar pis herifler, biz bunları kötü duruma düşürecek başka neler yapabiliriz...” gibi yaklaşımlar içinde olan gazeteci kaybeder...
 
Peki bu Ocak'ta(2011) Hizbullah terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklu bulunan 10 sanığın, Yargıtay kararıyla tahliye edilmelerini nasıl yorumlamak icap eder? Müebbet(ömürboyu) hapis cezasına çarptırılmış bu kişiler, Diyarbakır - D Tipi Cezaevi önünde kahraman gibi karşılanmışlardı...
Tamamen tesadüf! Bunun herhangi bir hesap-kitap işi olduğunu, iktidarın veya yüksek yargının komplosu olduğunu falan düşünmüuorum kesinlikle...
 
Yani “Devlet” bu kadar mesnetsiz davranabilir mi? Böyle 'hassas' bir davayı, böyle soru işaretleriyle sonuçlandırabilir mi?
Evet! Eh tabii... Öyle oldu, çuvalladılar. Kendileri de şaşırdı ve sonra apar topar bunlar yeniden tutuklanmaya çalışıldı ancak bu arada büyük çoğunluk kaçtı gitti...
 

'Mahalle Baskısı' fazlasıyla suistimal edildi!
 
Sizi fenomenleştiren bir işiniz de,  Prof. Şerif Mardin'le (2.5.2007'de) ABD – Washington'da yaptığınız, 'Vatan Kitap Eki' röportajınız. Mardin Hoca, Türkiye'yi anlama formülleri arasında, 'Mahalle Baskısı' tezini ileri sürdü ve sonra bu tespiti -kabaca- patladı! Bunu ummuş muydunuz? (Bu konudaki kitaplar için Bkz: (*) sayfa sonu.)
Ben o sırada Washington'da yaşıyordum. Şerif Hoca da benim eski bir dostumdur, ahbabımdır. Kendisi de arada sırada Washington'a gelirdi. Her gelişinde de beni arardı ve buluşur, görüşürdük. Ben o zaman onunla, yeni çıkmış (İngilizce) kitabı için röportaj yapmıştım (Türkiye'de Din, Toplum ve Modernlik – Syracuse Üniversitesi Yayınları). Röportajımız da Vatan Kitap Eki'nde yayımlandı.
 
İçinde bir yerde mahalle baskısı kavramını geliştirerek anlattı.  Sonradan bu gazetedekiler tarafından fark edildi. Olay ortaya çıktı ve dalga dalga yayılarak, büyüdü. Hikâye budur. Tamamıyla Şerif Hoca'nın geliştirdiği bir kavramdır. Tartışmalar çok büyüyünce biz Hoca'nın da katıldığı bir panel gerçekleştirdik. Çok da bereketli bir toplantı olmuştu. Hatta 'Doğan Yayınları' için kitaplaştı da. Burada benim yaptığım yalnızca, Hoca'dan anladıklarımı düzgün bir şekilde anlatmaya çalışmamdır...
 

 
Size göre süreç, sonra ne kadar sağlıklı bir seyir izledi?
İzlemedi. Bilakis suistimal edildi. Hem de fazlasıyla...
 
Nasıl bir suistimal kastettiğiniz?
AKP'nin yükselişini engellemekte zorluk çeken insanlar, bu kavramla onu alt etmeye (dövmeye) kalkıştılar. Halbuki Şerif Hoca'nın bu kavramı öyle basit bir silah özelliği taşımyordu. Onun en büyük özelliği, anlamak ve de anladığını anlatmaya çalışmaktır. Şerif Mardin hep sorular sorar! Ama bazı insanlar, bu kavramı mucizevi bir anahtar gibi gördüler. Türkiye'de AKP'nin yükselişinin önünü kesmenin yegâne aracı gibi kullanmak istediler ve bu girişim çok da etkili oldu. Halen de bu böyledir. 'Mahalle Baskısı' kavramı dolaşıma ve de kullanıma girdi. Bugün bu herkesin dilinde.
 
Kanımca, mahalle baskısı yapıyor denilen taraflar da sav sahibini aynı tezle suçluyor...
Yazılarımı okuduğunuz belli! (kahkahalar) Bence Türkiye'de bu kadar hızlı ve derinden yerleşen başka bir kavram yok. En azından ben hatırlamıyorum...
 

Bana yazarlığın saygınlığını Müge (İplikçi) öğretti!
 
Facebook ve Twitter sitelerinde profil bulunduruyor musunuz? Sizce bu sosyal ağlar iletişim dünyasına ne katıyor?
Bunların Ortadoğu'da ne kadar etiki olduğunu gördük! Ama Türkiye'de genellikle kötülük saçma platformlarına dönüştüğünü de gördük. 2010 Ağustos'unda Hanefi Avcı’nın “YAZI İŞLERİ ÖZEL”e canlı yayında konuk olmasından sonra, bir çok insan, bu adı geçen sosyal ağlarda, adıma dezenformasyon(uydurma ve yanlış bilgilendirme) kampanyaları başlattı-yürüttü. Ben şimdi tüm bunlara karşı nasıl ve niye mücadele edeyim...
 
Sizin dünyanızda internet nerede duruyor?
Çok yoğun ilgilendiğimi söyleyemem ama meraklıları için verebileceğim iki adres var. İlki kullanıma yeni giren twitter hesabımız ( twitter.com/ntvyaziisleri / @ntvyaziisleri ) bir de tabii benim resmi web sitem ( www.rusencakir.com ) var. Şimdilik bu kadar ama yeni günler neler getirir bilmiyorum...
 
Kendinizi 10 yıl sonra nerede ve nasıl görüyorsunuz?
Oğlum Ali Deniz, üniversite çağına gelmiş olacak o zaman. Eşim Müge'yle (İplikçi) kendimize daha fazla zaman ayırabiliriz ve birlikte daha az stresli, daha sakin ve yarı-emeklilik gibi bir hayat süreriz umarım...
 
Adını anmışken, yazar Müge İplikçi'nin eşi olmak, nasıl bir tecrübe sizin için?
Harika bir tecrübe... Çünkü o, gerçek bir yazar. Bense sahte yazarım. O gerçekten edebiyatçı. Yazı yazmanın ne kadar önemli, ciddi ve de saygın bir uğraş olduğunu sevgili eşim Müge sayesinde öğrendim ben.
 
Biri sahte de olsa (kahkahalar), iki yazarın bir çatı altında yaşaması, güçlük çıkarıyor mu?
Müge'nin zaten gündüzleri çalıştığı bir ofisi var. Bir arada olmak bilakis avantajlı çünkü birbirimizi besliyoruz!
 
Tezgâhta ne var şu anda? Üzerinde çalışacağınız yeni proje ne?
Şu anda öncekinden daha ağırlıklı olarak -belki de sadece- 'Kürt Sorunu' üzerine yoğunlaşarak, bu konuda yazıp çizmeyi hatta belki de gazeteciliğin yanında bir takım sivil toplum faaliyetlerinde de bulunmayı kararlılıkla düşünüyorum.