Gündem

Medya için acı bir kayıp; gençlik!

Ne kadar özgür, ne kadar sansürcü, ne kadar yanlı, ne kadar objektif; İstanbul, Ankara, Erzurum ve Diyarbakır’daki öğrenci ve çalışan gençlerle Türkiye’de gazeteciliği konuştuk...

11 Aralık 2017 02:24

“Türkiye’de basının tarafsız ve özgür olduğuna inanıyor musunuz?” 

Soruyu duyan gençlerin neredeyse hepsi, kısa bir duraksamadan sonra gerçekten cevabı merak edip etmediğimi sorgulayan gözlerle yüzüme bakıyor. Birçok kişi birkaç saniyenin ardından, “Yoo” diye cevap verirken; “Tabii ki” yorumunda bulunanların sayısı ise karşıt görüşlülere göre neredeyse hata payı olarak nitelendirilebilecek bir düzeyde kalıyor. Gençlerin neredeyse tamamı haberlerin “objektif” olmadığını söylerken, gazetecilere sansür uygulanıp uygulanmadığına dair fikirleri de siyasi görüşlerine bağlı olarak çeşitlilik gösteriyor.

Türkiye’deki gençler arasında haberleri günlük olarak takip ettiklerini ifade edenlerin oranı yarıdan biraz fazla. Gündemi takip edenler karşısında daha küçük bir orana sahip olan bir bölümü ise “gündemin hızına yetişememek, ülkede olanları umursamamak” gibi sebeplerle haberleri takip etmediğini söylüyor. Ülkede olanları umursamamalarının en önemli sebeplerinden bir tanesi, gündemden haberdar olsalar dahi herhangi bir şeyi değiştiremeyecekleri yolunda taşıdıkları umutsuzluk. Aynı zamanda, siyasiler arasındaki “horoz dövüşü” olarak nitelendirdikleri karşılıklı açıklamaların üslubundan, dozundan ve düzeyinden sıkıldığı için haberleri okumayı ve izlemeyi bırakanların sayısı da oldukça fazla.

Habere ulaşırken en sık tercih ettikleri mecra internet. Gençler, basın kuruluşlarını internet siteleri üzerinden değil, genellikle sosyal medyadaki paylaşımlarla takip ediyorlar. Bir diğer deyişle, gençlerin ilk habercisi sosyal medya. Habere ulaşmak için kullandıkları bir diğer yöntem de, sosyal medyada yer alan ana akım kurumlar yerine farklı gazete ya da dergilerde yazan, televizyon kanallarında görev alan gazetecilerin kişisel hesaplarını takip etmek. “En son ne zaman basılı gazete aldıkları” sorulduğunda, çoğu net bir cevap veremiyor.

Birkaç istisna dışında televizyon da birçok genç için haber alınan bir kaynaktan öte vakit geçirmek için kullanılan bir eğlence aracı. Bu durumun tek istisnası ise FOX TV özelinde gerçekleşiyor. Gazete okumadığını, haberleri takip etmediğini söyleyen gençlerin bile önemli bir bölümü, “arada sırada” olsa da Fatih Portakal’ın sunduğu ana haber bültenini takip ettiğini belirtiyor. Bu öğrencilerin büyük bir kısmı, hükümete muhalif siyasi görüşlere sahip. Portakal’ın objektif habercilik yapmadığını ifade eden öğrenciler olsa da, büyük bir kısmı “muhalif” olarak gördükleri kanalda yayınlanan ana haber bülteninin “mevcut şartlarda olabileceğin en iyisi” olduğunu düşünüyor.

Oxford Üniversitesi ve Reuters Üniversitesi’nin işbirliğinde hazırlanan ve Kasım ayı sonunda yayınlanan '2017 Dijital Haber Raporu’nun Türkiye ekinde yer alan bilgilere göre, ülkedeki insanların yüzde 38’i genel olarak haberlere güvenmiyor. Sahaya inip de durumu gençler özelinde değerlendirdiğimizde ise bu oran daha da yukarılara çıkıyor. Birçok genç, “karşıt taraflarda duran” birkaç yayına göz atıp, topladıkları bilgileri süzgeçten geçirmelerinin ardından “doğru”ya karar verdiklerini söylüyor.

Siyasi görüşlerinden ya da yaşadıkları/okudukları kentlerden bağımsız olarak Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu, medyanın özgür olduğuna inanmıyor. 2002 sonundan bu yana iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yakın olduğunu söyleyen gençler arasında demokrasinin dördüncü temel taşı kabul edilen medyanın “o kadar da rahat hareket edemediğini” kabul edenler olsa da, büyük bir kısmı ise Türkiye’de basının özgür olmadığını söylemenin gerçeği yansıtmadığını düşünüyor.

Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve İstanbul’daki üniversite öğrencileri ve genç işçilerle yaptığımız sohbetlerde, neredeyse herkesin hemfikir olduğu bir diğer konu da medyanın objektif olmaması. Gazetecilerin ve yayınların objektifliğine inanıp inanmadıkları sorulduğunda, gençlerin hemen hemen hepsi “Hayır” cevabını veriyor. Objektif olmadıklarını düşündükleri tek odak iktidara yakın medya kuruluşları değil, aynı şekilde “iktidar karşıtı" olarak nitelendirdikleri medya kuruluşlarının da gazeteciliği bir kenara bırakarak “muhalefet propagandası” yaptığını düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Gençlerin önemli bir kısmı, siyasi görüşlerinden bağımsız olarak haberlerdeki objektiflikten uzak tutumun ülkedeki “kutuplaşmayı” artırdığını düşünüyor.

Gençlerin, basının “taraflı” olmasına dair yaklaşımları ise farklılık gösteriyor. Bir kısmı ülkedeki bazı medya kuruluşlarının iktidarın hem politik hem hukuki hem de ekonomik desteğini arkasına aldığını savunarak, “eşitsiz tabloda zayıf tarafta kaldığını” belirttikleri muhalif medyanın taraf olmasını meşru görüyor. Gazetecilerin ve habercilerin tek görevinin objektif bir şekilde olayları aktarmak olduğunu savunanlar ise, yönü ne olursa olsun mevcut dönemdeki tarafgirliğin gelecekte de ülkenin demokrasi gelişimine olumsuz etkileri olacağına inanıyor. 

Gençler, Freedom House’un 2017 raporunda “basının özgür olmadığını” ifade ettiği Türkiye’deki gazeteciler ve habercilere sansür uygulanıp uygulanmadığı konusunda da farklı görüşlere sahip. Büyük bir çoğunluğunu iktidar partisine yakın olduklarını belirten gençlerin oluşturduğu bir grup, böyle bir sorunun kendilerine sorulabilmesinin bile sansür iddialarının gerçekçi olmadığını yansıttığını savunurken, sayıca azımsanamayacak bir bölüm ise sansürün sadece basında değil, ülkenin genelinde yaygın olarak kullanılan bir yöntem olduğunu belirterek Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığına inanıyor. Kendilerini “milliyetçi” olarak tanımlayan gençlerin arasında, “devletin bekası” için sansürün gerekli olduğunu düşünenlerin sayısı da oldukça fazla. 

Türkiye’de, 8 Kasım tarihli Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti’nin listesine göre 143, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın aynı tarihte yayınladığı listeye göre ise 150 gazeteci tutuklu ya da hükümlü. Cezaevindeki gazeteciler, çoğunluklu olarak Kürt medyasında ya da 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğu belirtilen Fethullah Gülen Cemaati’yle ilişkisi bulunduğu düşünülen yayın organlarında görev yapıyorlardı.

Aralarında Cihan, JİN ve Dicle haber ajansları, Zaman, Bugün, Meydan, Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazeteleri ile İMC TV ve Hayatın Sesi gibi televizyon kanallarının da bulunduğu 100’den fazla yayın organının KHK ile kapatıldığı Türkiye, basın özgürlüğü konusunda uzun yıllardır sıkıntı yaşıyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler’in Nisan ayında yayınladığı 2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bir önceki yıla göre 4 sıra daha gerileyerek 180 ülke arasında 155. sırayı alan Türkiye, insan hakları savunucusu Article 19 grubu ile V-Dem adlı siyasi ve sosyal veritabanı şirketinin Kasım sonunda yayınladıkları ortak araştırmaya göre de 2006-2016 döneminde ifade özgürlüğünün en çok zayıfladığı ülke oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2016 yılı sonunda açıkladığı verilere göre, 15 ila 30 yaş aralığındaki 19 milyon 412 bin 650 genç, Türkiye’nin 79 milyon 814 bin 871 kişilik nüfusunun yüzde 24’ünü oluşturuyor. Ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan gençlerle konuşmalarımız yeni neslin Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü konusunda neler düşündüğünü ortaya koyuyor. Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve İstanbul’daki üniversite öğrencileri ve genç işçilerle yaptığımız sohbetler şu şekilde: 

Erzurum

İstanbul’dan kalkan uçağın ‘dadaşların diyarına’ varması ve kapıların açılmasının ardından yüzümüze vuran havayla birlikte, vizeler sonrasında gittiği İstanbul’daki ailesinin yanından dönen, yol boyunca soğuk hakkındaki endişelerimizi paylaştığımız ve ‘ne olacak bu medyanın hali’ diye konuştuğumuz Kemal’le birbirimize bakıp gülüyoruz. “İleride bir gün başına iş açılmasından korktuğu” gerekçesiyle soyadını ve okuduğu bölümü paylaşmak istemeyen Kemal’e göre Türkiye’de basın özgürlüğünden bahsetmek kolay değil. “Ama bunu iyi ki uçakta konuşuyoruz, okulda sorsan arkadaşların yanında gerçek fikrimi söyleyemeyebilirdim” diyen Kemal, sansürün sadece basında değil, hayatın her alanında olduğunu düşünüyor. 

“Devletin bekası için sansür olmalı”

Kemal’le havalimanında vedalaşmamızın ardından ulaştığım, 53 bin 326’sı örgün eğitimde olmak üzere toplamda 344 bin 263 öğrencinin eğitim gördüğü Atatürk Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi alan Çağatay Ayaz ise aynı fikirde değil. Kendisini “ülkücü” olarak nitelendiren ve MHP’ye oy verdiğini söyleyen 23 yaşındaki Ayaz, Türkiye’de basının tarafsız olmadığını belirtse de medyaya yönelik sansür iddialarını kabul etmiyor, hatta mevcut uygulamaların yeterli olmadığını düşünüyor. Van’da meydana gelen depremle ilgili haberlerin dünyanın dört bir yanında yer bulmasının Türkiye’nin imajına zarar verdiğini savunan iletişim öğrencisine göre, “devletin bekasını korumak için sansür olmalı.”

İletişim Fakültesi’nin zemin katında yer alan kantinde konuştuğumuz Ayaz’ın masasında, ağırlıklı olarak AKP’li ve MHP’li öğrenciler oturuyor. Sansürün olması gerekiyor. Van depreminde devletin zor durumuyla ilgili birçok haber çıktı, boy boy fotoğraflar yayınlandı. BBC’nin bizim ülkemizde ne işi var, Türkiye’yi kötü gösteriyorlar” diyen Ayaz’a masadan ilk itiraz, hemen karşısında oturan 20 yaşındaki Burak Bilgen’den geliyor. Siyasi görüşünü “tarafsız” olarak tarif eden Bilgen’e göre sansür konusunda sınırlar olmalı. Devletin, gençlerin ve çocukların sağlıklı gelişimini desteklemek için önlemler alması ve kısıtlamalar koyması gerektiğini düşünen Bilgen’e göre, sonrasına ise kimse karışmamalı. 

Masadakilerin sansür konusunda akıllarına ilk gelen örnek Arakan’daki Müslümanlara yönelik haberlere dair. Çoğu, dış basında Türkiye’yle ilgili olumlu haberlerin az, olumsuz haberlerin ise çokça yer aldığına inanıyor. MHP’ye oy verdiğini ve “ülkücü” kültürden geldiğini söyleyen 20 yaşındaki Ensar Çelik, mezun olduktan sonra da “sansürün dışına çıkamayacaklarını” düşündüğünü dile getiriyor. 

“Aydın Doğan medyası=Eşik bekçileri”

Masadaki herkes Türkiye’de objektif habercilik olmadığı konusunda hemfikir. Hükümet yanlısı yayın organları dendiğinde akıllarına ilk hangi isimlerin geldiğini sorduğumda çok düşünmeden “ATV, İHA, A Haber, Beyaz TV” diye saymaya başlıyorlar. Muhalif olarak gördükleri yayın kuruluşları listesinde ise FOX, Halk TV, Ulusal Kanal, Doğan Medya Grubu ve BengiTürk kanalı var. Aydın Doğan’ın onursal başkanlığını yaptığı Doğan Holding bünyesindeki gazete, haber ajansı ve TV kanallarını “eşik bekçisi” olarak nitelendiriyor ve grubun iktidar karşıtı unsurlar da içeren yayın çizgisini “arlarında senelerdir devam eden husumete” bağlıyorlar. Medya kuruluşlarının patronlarının sektör dışından gelmesinin, dolayısıyla gazetecilik dışında işlerle de uğraşmalarının büyük bir problem olduğunu ifade eden 20 yaşındaki Mehmet Arıkan’a göre, “Yayınlanan haberler kadar yayınlanmayanlar da önemli.”

Kantinden çıkıp da okul gazetesini çıkaran ekibin çalıştığı odaya geldiğimde ise tartışmanın kapsamı oldukça değişiyor. 22 yaşındaki Ahmet Göneş, okul gazetesinde yayınlanan bir haberinin içeriğiyle ilgili olarak sınıf arkadaşı Alper’le tartışıyor. Ahmet’in kampüsteki Kürt öğrencilerin maruz kaldığı ayrımcılığa dair haberinde objektif davranmadığını savunan Alper, arkadaşının olayı tek açıdan ele aldığını ve haberde karşı tarafın görüşüne yer vermemesinin yanlış olduğunu söylüyor. Ahmet’in açıklaması ise Türkiye’deki çok sayıda gazetecinin yaşadığı durumun küçük bir özeti oluyor: “Kime sorayım şimdi ‘gerçekten kötü davranıyor musunuz’ diye. Davranıyorlar işte, yanlarına gittiğimde can güvenliğim yok ki.” Ahmet’in açıklaması grupta gülüşmelere yol açsa da Alper devam ediyor: 

“Haber yaparken iki tarafın da görüşü alınmalı. Sen bildiğini onaylatmak için değil, neyin ne olduğunu bulmak için haber yapacaksın. Sebebi ne olursa olsun haber yaparken sansür olmamalı. Haberci işini yaparken siyasi gömleğini çıkarmalı  Şimdi piyasada olanlara bakıyoruz, Star gazetesi de Sözcü de yanlı.”

“Kürdüm ama ‘Kürt medyası tarafsız’ diyemem”

Türkiye’de gazeteciliğin objektif bir şekilde yapılmadığı iddialarına Ahmet de katkıda bulunarak, “Tamam ben Kürdüm ama Kürt medyası tarafsız diyemem. İktidara yakın gazetelerin sahip olduğu imkânlar onlarda yok ama onlar da sebebi ne olursa olsun tarafsız değil” yorumunu ekliyor.

Ana akım gazete ve televizyonlara güvenmediklerini ifade eden grubun, mesleğe daha yakın olmaları sebebiyle içeriden bir eleştirileri daha var. Medyadaki kopyala-yapıştır haberlerin kaliteyi düşürmesinden bahsediyorlar. 21 yaşındaki Çiğdem Öz, sansürün yeri geldiğinde okul gazetesinde bile önlerine çıktığını belirterek, mezun olmalarının ardından da farkı bir şey yaşamayacaklarına inandıklarını söylüyor: 

“Birbirlerinin haberlerini çalan, en fazla ajanstan aldığı haberi redakte eden medya ne kadar başarılı olabilir? Hangi kuruma gitse oranın siyasi görüşüne göre haber yazan gazetecilerden ne öğrenilebilir?”

Merkez yemekhaneye doğru yürürken yolda karşılaştığım inşaat işçisi Yusuf da Türkiye’de medyanın objektif olduğuna inanmayanlardan. “Peki gazetecilere ve haberlere sansür uygulandığını düşünüyor musun?” diye sorduğumda ise biraz düşünse de “Hayır” cevabını veriyor:

“Devlet büyüklerimizin kimsenin yazdığı habere karıştığına inanmıyorum. Öyle olsa sen gelip de burada bu haberi yapamazdın ama yazılanlara, çizilenlere de çok güvenmiyorum açıkçası. Bir gazeteye bakıyorsun ekonomimiz çok iyi; diğerini açıyorsun, ‘Aman ülkemiz batıyor’. Böyle olunca da hangisine inanacağını bilmiyorsun, en sonunda da hiçbirine inanmıyorsun.” 

“Vatandaşın konuşmaktan imtina edeceği, özel hayata dair detaylarla ilgili bile sürekli olarak birbirlerine saldırıyorlar”

Yusuf’la muhabbet ederken yan masamızda oturan Meryem ve Meltem Cici kardeşler de muhabbete katılarak ülkedeki haberlerin “ciddiyetinden” şikayet ediyorlar. Ülkede birbirinden çok farklı cephelerde yer alan medya kuruluşları bulunduğunu ve bu kurumların haberlerinde kullandıkları “sert ve saldırgan üslubun” ülkedeki kutuplaşmayı beslediğini düşünen sanat tarihi öğrencisi Meltem Cici, “Herkes aynı düşünmek zorunda değil” yorumunda bulunurken, gastronomi bölümünde okuyan kardeşi Meryem de “Haber kaynaklarının safları bell. Ülkenin gündemini siyaset belirliyor. Eski olayları ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar. Siyasi kavgalar öyle bir boyuta geldi ki, normal vatandaşın konuşmaktan imtina edeceği, özel hayata dair detaylarla ilgili bile sürekli olarak birbirlerine saldırıyorlar. Medya da buna alet oluyor” görüşünü dile getiriyor.

Aynı masada oturan ve yorum yapmak konusunda biraz daha çekingen davranan coğrafya bölümü öğrencisi Kübra, “Türkiye’de haber alma özgürlüğü olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna “Evet” cevabını veren tek kişi. “Ben başörtülüyüm, Meltem de ama Meryem açık. Biz bu masada oturup konuşabiliyoruz, ama AK Parti’yi sevmeyen gazetelere baksanız böyle bir şey mümkün değil” diyen Kübra, hükümetin gazetecilere sansür uyguladığı iddialarına karşı çıkıyor. Cezaevindeki gazetecilerden bahsettiğimde ise onların “başka sebeplerden içeride olduğu” konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la aynı fikirde olduğunu ifade ediyor. 

Diyarbakır

Muhafazakarlığı ve milliyetçiliğiyle bilinen, 1 Kasım 2015’teki genel seçimde AKP’nin yüzde 68.1, MHP’nin ise yüzde 14.3 oy aldığı Erzurum’dan çıkıp da aynı seçimde HDP’nin oyların yüzde 72.8’ini aldığı Diyarbakır’a gitmek otobüsle 7 saat sürüyor. Zincir süper marketlerde dahi alkollü içecek bulmanın zor olduğu, bazı kafelerin kadın-erkek diye ayrıldığı Erzurum ile Türkiye’de kadın hareketinin en güçlü olduğu kentlerden biri olan, geçmişten bugüne “doğunun Paris’i” takılmalarına konu olan Diyarbakır arasındaki farklar, kente girişten itibaren kendisini hissettirmeye başlıyor. Aynı farkı, gençlerle medyanın mevcut durumunu konuştuğumuz, Türkiye’nin yüzölçümü bakımından en büyük ikinci yüksek öğrenim kurumu olan Dicle Üniversitesi’nde de görmek mümkün.

Kürt hareketinin en güçlü merkezlerinden biri olan Diyarbakır’daki gençlere yöneltilen, “Türkiye’de basının özgür ve tarafsız olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusu, birçokları tarafından gülümsemeyle karşılanıyor.

“Nasıl inanalım basında çıkanların özgür, tarafsız ve gerçek olduğuna?”

“Bir gün evden çıktım, Ofis’in oradan yürüyorum, -hani şu sizin hep ‘olaylar çıktı’ diye duyduğunuz yer. Hiçbir sıkıntı yok, insanlar sakin sakin işlerini hallediyor. Bir anda üç dört tane beyaz Ranger (pikap tarzındaki bu araçlar Diyarbakır’da polis tarafından kullanılıyor ve halk arasında bir dönem faili meçhul cinayetlerle ilişkilendirilen ‘beyaz Toroslar’ın yeni modelleri olarak kabul ediliyor) geldi, insanların üzerine doğru sürdüler. Ateş açmaya başladılar, kargaşa çıktı. Akşam eve gittiğimde televizyonu bir açtım, haberlerde ‘çıkan gerginlik üzerine polis havaya ateş açtı’ diyor. Biz şimdi nasıl inanalım basında çıkanların özgür, tarafsız ve gerçek olduğuna” diyen inşaat mühendisliği öğrencisi Mazlum’a göre “iktidara yakın olanlar da muhalifler de taraflı gazetecilik yapıyor.” 

“Doğru düzgün bir haber kanalı kalmadığı için” haberleri ilk olarak sosyal medyada “devlete yakın kaynaklardan” okuduğunu, sonrasında da Kürt haber ajanslarına girerek aradaki farkları kontrol ettiğini söyleyen Mazlum, birçok mecranın “insanların aklıyla dalga geçtiğini” düşünüyor: 

“İnsanlar artık kendi haberlerini kendileri oluşturuyorlar. Birkaç yerden okuyup, sonra elekten geçiriyorlar. Sur’da olaylar yaşanırken gazete ve televizyonlarda gördüklerimize inanamadık. Bölgeden ambulansların çıktığını görüyorduk ama açıyorsun gazeteleri, hiç böyle bir şey yok. Diyarbakır’ı sadece basından bilen arkadaşlar bize gelip, ‘Sizin orada üç katlı ev var mı, AVM var mı’ gibi gerçekdışı sorular sordular.

“Kayyım, Kürt renkleri olmasın diye kırmızı lalelerin yapraklarını kopardı, hiçbir yerde haber olmadı”

Mesela şöyle bir şey var, yerel basın dışında hiçbir yerde çıkmadı. Kayyım belediyenin önüne sarı kırmızı lale dikmişti, çiçekler açınca yapraklarla birlikte sarı-kırmızı-yeşil oldu. Bir sabah bir kalktık, kırmızıların taç yapraklarını koparmışlar. Zannettik ki hastalık oldu; öyle değilmiş, Kürt renkleri olsun istememişler. Bunu başka hiçbir yerde göremedik. Bizim burada kime sorsan gazetecilere, basına güveniyor musun diye; ‘hayır’ derler. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar ama böyle böyle de insanların tepkileri, refleksleri köreliyor.”

Mühendislik Fakültesi’nin kantininde hemen yan masada oturan Ejder ve Renas da sohbete katılıyor. Haber almak için Medyasocpe, CNN, DİHA ve eğer kapatılmalar arasında internetteki yeni adresini bulabilirlerse ANF’yi takip ettiklerini söyleyen ikiliye göre “medyada herkes kendi inandıklarına biraz daha yakın duruyor.”

“İsteseler de tarafsız olamıyorlar. Ülkede aylardır OHAL var, yıllardır demokrasi yok. Medyanın üzerindeki baskı sebebiyle çizgisini koruyabilen çok az. Yaşananlar sebebiyle bu duruma biraz da olsa hak veriyoruz ama mesleğe girerken de bunu göze almaları gerekiyordu” diyen Ejder’in yorumlarının ardından Renas da şunları ekliyor:

“HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın, daha birçok milletvekilinin aylardır tutuklu olduğu bir ortamda tabii ki gazeteciler de pasif kalıyor. Sadece iktidara yakın olanlar değil, herkes taraflı gazetecilik yapıyor. Türkiye’de siyaset düşünceler üzerinden yapılsa tarafsızlık elzem olurdu ama örnek vermek gerekirse yıllardır ezilen, sömürge bir halkı savunan Özgür Gündem’in taraf olmasını meşru buluyorum ben. 

“Sur’da yaşananlar Katarlı medya kuruluşunda yayınlanabiliyor ama Türk medyasında yok”

Sur’daki savaştan sonra kepçelerle moloz döktüler mesela çöplüğe. Oradan insan kemikleri çıktı, tarihi eserler çıktı… Bizim bir hocamız Al Jazeera’ye çıkıp Sur’un tarihini anlattı, yayınladılar. Bunu Katarlı bir medya kuruluşu yayınlayabiliyor, ama Türk medyasında yok.

5 Haziran 2016’da Diyarbakır’daki HDP mitingine düzenlenen saldırıdan sonra mesela biz alana yürüdük. Bir yanda Türk bayrakları, diğer tarafta da Abdullah Öcalan’ın fotoğrafları ve sarı-kırmızı-yeşil flamalar. O sırada TGRT kameramanı geldi, çekim yaptı. Akşam eve gittiğimde özellikle baktım, haberlerde “Terör örgütü sembollerini taşıyan bölücüler’ diyerek görüntünün sadece yarısını gösteriyorlardı.”

Mühendislik Fakültesi’ne birkaç yüz metre mesafede bulunan Hukuk Fakültesi binasının önünde sohbet ettiğimiz, isimlerini vermek istemeyen bir grup öğrenci de bölümlerinin getirdiği bakış açısıyla, “Türkiye’de adaletin olmadığı ne kadar gerçekse, özgür basının olmadığı da o kadar gerçek” yorumuyla sözü açıyor. “Siyasiler nereye dönerse basın da oraya döner” diyen bir kadın öğrenci, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Köşe yazısında gazetecilerin görüşlerini açıklamalarına, taraf olmalarına bir şey demiyoruz. Ama bir haber yazarken gazeteci objektif olmalı; olayları olduğu gibi aktarıp kararı bize bırakmalı ancak ne yazık ki bunu çok az yerde görebiliyoruz.”

“Güvendiğimiz kaynakları bile sorguluyoruz”

Haber almak için kullandıkları kaynakların seçiminde “nefret söylemi kullanmaması, farklı cinsel kimlik ve yönelimlere saygı duyması, işçi haberlerine yer vermesi” gibi yaklaşımlara dikkat ettiklerini belirten hukuk öğrencilerine göre, takip edilen kaynaklar konusunda kişilerin siyasi görüşleri de etkili oluyor. Öğrencilerden biri, Türkiye Komünist Partisi’ne yakınlığıyla bilinen soL Haber Portalı’nı düzenli olarak takip ettiğini söylerken, bir diğer öğrenci ise EMEP’e yakın olmamasına rağmen haberciliği nedeniyle Evrensel gazetesini okuduğunu belirterek birkaç dakika önce yapılan tespite karşı çıkıyor.

Ana akım medya başta olmak üzere haber kaynaklarının olayları çarpıtması, kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde yanlış aktarması sebebiyle “güvendikleri kaynakları bile sorguladıklarını” ifade eden öğrencilere göre; medyanın hangi tarafta olursa olsun objektiflikten uzaklaşması, ülkedeki kutuplaşmayı da körüklüyor. 

“Cumhuriyet davasındaki gazetecilerin eşlerini öpmeleri bile en az 3 gün gündem oluyor ama buradakiler kimsenin umrumda değil”

Hukuk okumaları sebebiyle ilgilendiklerini düşünerek dördü tutuklu 20 kişinin yargılandığı Cumhuriyet gazetesi davasına dair görüşlerini sorduğumda ise bir eleştiri geliyor: “Cumhuriyet’i soruyorsun, Ahmet Şık bizim de sevdiğimiz bir gazeteci ve davayı takip ediyoruz ama bölgede onlardan önce de uzun süreler tutuklu kalan birçok gazeteci oldu, hala varlar. Ya da onu soruyorsun ama Özgür Gündem’i sormuyorsun. Batıdakiler, ülkedeki demokrasi ve ifade özgürlüğü sıkıntısını ibre kendilerine dönünce fark ediyorlar.

Berkin Elvan öldüğünde İstanbul’da milyonlarca kişi yürüdü ama burada özyönetim süreçlerinde 18 yaşın altında onlarca çocuk öldürüldü, birkaç tanesi dışında haber bile olmadılar. Cumhuriyet davasındaki gazetecilerin eşlerini öpmeleri bile en az 3 gün gündem oluyor ama buradakiler yıllardır tutuklu, iddianameleri yok; kimsenin umrumda değil.”

Eleştiri bile yapmamaya başlıyoruz; bu, büyük bir tehlikedir”

Eleştirinin ardından masadaki bir kadın öğrenci “Yine de buradaki koşullara göre doğudaki gazeteci arkadaşlar ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar, özellikle kadın gazeteciler” yorumunda bulunuyor. Türkiye’de basının susturulduğunu, yazılanlara güveninin olmadığını ve bu sebepten de haberleri takip etmediğini söyleyen Şexo’nun yorumları ise bölgedeki gençlerin basına yönelik güvensizliğini ve umutsuzluğunu büyük ölçüde özetliyor:

“Burada olan olaylar batıya iletilmiyor. Medya uzun zamandır taraflıydı ama niyetlerini son dönemde açıkça ortaya koydular. Gazeteciler yalan haber yapmasa bile olanları göstermeyerek, sessiz kalarak kutuplaşmaya destek oluyor. Onların bu tutumu üzerlerindeki politik baskıdan kaynaklanıyor ama biz de bu süreçte zaten pamuk ipliğine bağlı olan aidiyet duygumuzu da kaybediyoruz. Eleştiri bile yapmamaya başlıyoruz. Bu, büyük bir tehlikedir.”

Ankara

Başkent Ankara’nın merkezinde, 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yayınlanan KHK’larla işten çıkarılan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın “İşimizi geri istiyoruz” talebiyle ilk önce oturma eylemi başlattıkları, ardından da açlık grevlerini sürdürdükleri İnsan Hakları Anıtı’na bakan Konur Sokak’taki kafede, yan masamda Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden bir grup öğrenci oturuyor. Polis bariyerleriyle çevrilen ve neredeyse geçici bir karakol haline getirilen anıta bakarak Gülmen ve Özakça’nın bugün (1 Aralık) görülecek duruşmasından bahsettiklerini duyunca lafa karışıyorum.

“Nuriye ve Semih’le ilgili haberleri hiç ana akım medyada gördün mü sen?”

Diğer kentlerde de gözlemlediğimden çok da farklı olmayan bir şekilde, gazeteci olduğumu ilk duyduklarında biraz geriliyorlar. Yaptığım haberden ve çalıştığım kurumdan bahsettiğimde ise isimlerini vermemek kaydıyla muhabbete beni de dâhil ediyorlar. Benim hamle yapmama fırsat kalmadan ilk soru onlardan geliyor:

“Nuriye ve Semih’le ilgili haberleri hiç ana akım medyada gördün mü sen? Biz görmedik valla, ancak hükümetten birileri konuyla ilgili bir şey söylerse onu veriyorlar. Ama bu insanlar kimdir, ne istiyorlar, neden işten atıldılar, neden ölmeyi göze alıyorlar? Bunların cevapları hiç yok.”

Sosyoloji bölümünde okuduğunu belirten bir öğrenciden gelen, “Haber alma özgürlüğümüz var mı emin değilim. Aslında olmadığını düşünüyorum ama bir şekilde -kısmen de olsa- doğru haberlere ulaşmayı başardığımıza göre tamamen olumsuz da konuşamıyorum” yorumunun ardından yanındaki arkadaşı söze karışarak şunları söylüyor:

“Ona özgürlük değil, gerilla taktikleri derler. Ya birkaç farklı gazeteyi okuyup doğru olana kendimiz karar veriyoruz ya da Twitter gibi alternatif kaynakları kullanıyoruz. Bizim okuduğumuz haberlerle ülkenin geri kalanının okuduğu, izlediği haberler birbirinden çok farklı. Bu da zaten başka sebepleri de olan siyasi kutuplaşmayı iyice derinleştiriyor.”

“Yaptığımız yorumlardan belli olmuyor mu, muhalifiz biraz”

Siyasi görüşlerini sorduğumda, gülerek “Yaptığımız yorumlardan belli olmuyor mu” diye soruyor ve “muhalifiz biraz biz” diye ekliyorlar. Ana akım medyanın neredeyse tamamının “hükümetin sesi gibi” haber yaptığını söylüyor ama “muhalif basın”ın da objektiflik konusunda sıkıntılı olduğunu eklemekten geri durmuyorlar.

Konur Sokak’tan çıkıp da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne doğru yürürken, Kurtuluş Parkı’nda mola veriyorum. Ağaçların arasındaki ahşap piknik masalarında çay içerken sohbet etmeye başladığımız Muharrem’e göre objektiflik sorununu asıl “CHP medyası” yaşıyor. “Tutturmuşlar özgürlük yok diye ama sabah akşam Cumhurbaşkanımız hakkında atıp tutuyorlar” diyen Muharrem’in gündeminde ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakınlarıyla ilgili olarak basınla paylaştığı off-shore hesaplara dair bilgiler var.

“Basın özgürlüğü yok diyorlar ama Kılıçdaroğlu’nun belgeleri her gazetede var”

Bir süredir işsiz olduğunu, parka da “kafasını dağıtmak için” erkenden geldiğini söyleyen Muharrem, “Basın özgürlüğü yok diyorlar ama Kılıçdaroğlu’nun belgeleri her gazetede var. Büyük gazetelere hükümetle ilgili haberleri verdiği için ‘yandaş’ diyorlar ama bu adamlar birbirinin rakibi değil mi, okuyucu çalmaya çalışmıyorlar mı birbirlerinden? Neden ağız birliği yapıp da yalan söylesinler? Olanı yazıyorlar bence ama CHP’ye yakın olan bazıları bu durumu çekemiyor” diye devam ediyor.

“Gazetecilikten içeride değil onlar, teröristlikten cezaevindeler”

Basına sansür uygulandığı, özgürce haber yapılamadığı yorumlarına katılmayan Muharrem, cezaevindeki gazetecileri sorduğumda ise kısa bir yanıt veriyor: “Gazetecilikten içeride değil onlar, teröristlikten cezaevindeler. Bazı hatalar olmuştur belki, yanlış kişiler de hapse atılmış olabilir ama devlet sırrını yayınlayanlar gazeteci değil, ajandır.”

Cuma namazı çıkışı, Gençlik Parkı’nın hemen karşısındaki Opera Meydanı’nda bulunan ve açılışı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ekim ayı sonunda yapılan Melike Hatun Camisi’nin önünde, MHP’li olduklarını söyleyen üç arkadaşla konuşuyorum. Haberleri “vakit buldukça” takip ettiklerini söyleyen gençlere göre, “herkes kendi görüşüne yakın olanı yazıyor."

“Gazeteciler korkuyor”

“Türkiye’de basının özgür olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna, “Siz daha iyi bilirsiniz tabii ama bizce değil” diye cevap veriyorlar. Sansür konusunda da görüşleri çok farklı değil. İçlerinden biri, “Gazeteciler korkuyorlar. Yanlış bir kelime yazsalar ya da istenmeyen bir yorum yapsalar gazetelerinin kapatılacağını, kendilerinin de hapse düşeceğini düşünüyorlar” yorumunda bulunurken, diğerleri de kafa sallayarak onaylıyor. Sansürü uygulayan kim” sorusuna yanıtları ise oldukça kısa: “Büyükbaşlar”.

“Doğruyu söylemeyen gazeteler kapatılmalı”

Haberlerin içeriğine müdahale konusunda ise kafaları karışık. Her şeyin halka yansıtılması yanlış, bazı şeylerin aktarılması kısıtlanmalı” görüşünde olsalar da, örnek vermeleri istendiğinde içlerinden biri şunları söylüyor: “Bence taraflı yayın yapanlar kısıtlanmalı. Kimin hangi tarafta olduğunu bilmiyoruz. Aynı konuda biri bir şey söylüyor, diğeri başka bir şey. Bence doğruyu söylemeyen gazeteler kapatılmalı.”

Gazi Üniversitesi’nin ana girişinin hemen karşısında bulunan küçük parkta oturan Emel ve Rabia da “bazı şeylerin halka aktarılmaması” görüşüne katılıyor. Yeşil başörtüsünü düzeltirken, “Zamanında FETÖ’nün gazeteleri AK Parti’yle ilgili birçok yalan haber yaptı, Cumhurbaşkanı’na laf söylediğinde (MHP Genel Başkanı Devlet) Bahçeli’yi öven gazeteler şimdi eleştiriye başladı” diyen Emel’in sözlerini onaylayan Rabia, şöyle devam ediyor:

“Bazı şeylerin yazılmaması gerekiyor olabilir. Bunu sansür olarak görmemek lazım. Sürekli devletin açığını yakalamaya çalışmak haber değil.”

İstanbul

"Haberleri takip ediyor musunuz” diye sorduğum İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin büyük bir kısmı, sınav döneminde olmaları sebebiyle “Vakit kalırsa” cevabını veriyor. Aralarında bilinçli bir şekilde gündemi takip etmemeyi seçenlerin sayısı da oldukça fazla. Haber sitelerini değil, ekonomi portallarını takip ettiklerini söyleyen Metalurji ve Malzeme Mühendisliği öğrencileri Alper ve Furkan’a göre “Türkiye medyası okura güven vermekten oldukça uzak.”

“Medyanın yalan haber yapmaktan çok, mevcut olayların kasıtlı olarak sadece bir bölümünü aktardığını” düşünen Alper, Haberlerin tamamını alamıyorsun. Objektif değiller. Neden? Çünkü ülkede demokrasi yok” yorumunda bulunurken, Furkan da “Ülkede basın özgürlüğü olmamasının şu anda hayatımı doğrudan etkilediğini düşünmüyorum ama uzun vadede etkileri olacağına eminim” diyor.

Elektronik Mühendisliği öğrencisi Göknil de Türkiye’de haber alma özgürlüğü olmamasının kendisini etkilemediğini düşünüyor. “Mevcut kanalları kullanarak habere ulaşmanın mümkün olduğunu” ifade eden Göknil’e göre, “haberciliğin tamamen objektif olması gerekmiyor”. Medyanın sadece Türkiye’de değil dünya genelinde de tarafsız olmadığını kaydeden İTÜ öğrencisi, “Herkes aradığını buluyormuş gibi geliyor bana. Olanı olduğu gibi söyleseler medyada çeşitlilik olmaz.Her renkten bir şey olsun, ben hangisi hoşuma gidiyorsa onu seçeyim. Ben tarafsız seviyorum mesela ama taraflı okumak isteyen varsa, buyursun o da onu okusun”  ifadelerini kullanıyor.

“Nereden takip ettiğine bağlı olarak aynı olayı iki farklı haber şeklinde okuyabilirsin; bu da toplumdaki kutuplaşmayı artırıyor”

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’nda bulunan Makina Fakültesi’ndeki Havuzlu Bahçe’de konuştuğumuz bir başka kadın öğrenci, haberleri “elinden geldiğince” takip ettiğini belirterek, çoğunlukla sosyal medyayı ve T24, Diken, Gazete Duvar gibi dijital yayınları tercih ettiğini söylüyor. Twitter’da takip ettikleri arasında haber siteleri ve gazeteciler bulunduğunu aktaran 22 yaşındaki Makine Mühendisliği öğrencisi, Periscope üzerinden yapılan gündem değerlendirmelerini de oldukça bütünlüklü bulduğunu ifade ederek, Ünsal Ünlü örneğini veriyor.

“Gazeteciler üzerinde hükümetin baskısı var. Objektif gazetecilik bile muhaliflik olarak yorumlanıyor. Hükümete yakın olan gazeteler de taraflı davranıyor, muhalif olanlar da. Birçok gazeteci işlerini yaptıkları için cezaevinde” yorumunun ardından şunları ekliyor:

“Birkaç kaynak dışında okuduğum haberlerin doğru olduğuna inanmıyorum, birçok gazeteye güvenmiyorum. Yayınladıkları haberlerin çarpıtılmış olduğunu düşünüyorum. Haber alma özgürlüğüm yok, açıkçası bunu talep eden çok fazla kişi de yok. Nereden takip ettiğine bağlı olarak aynı olayı iki farklı haber şeklinde okuyabilirsin. Bu da toplumdaki kutuplaşmayı artırıyor.”

“Gazeteciler yalan haber yapmak yerine bize doğru yolu göstermeli ve gerçek bilgilerle halkı yönlendirmeli”

Marmara Üniversitesi öğrencileri Büşra Yapıcı, Yahya Savcı ve Sadık Uçar, “Türkiye’de haberciliğin özgür ve tarafsız olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna hep bir ağızdan “Hayır” cevabını veriyor. MHP’li olduklarını belirten gruba göre, haberler “ya kırpılarak ya da yanlış bir şekilde” halka sunuluyor. “Gazeteciler yalan haber yapmak yerine bize doğru yolu göstermeli ve gerçek bilgilerle halkı yönlendirmeli” diyen Yapıcı’nın ardından Uçar da “Taraflı oldukları zaman haber okumak sıkıcı hale geliyor. Gazeteciler tarafsız olup özgün içerikler üretmeli ve olayları tam olarak kavradıktan sonra haber yapmalı” yorumunda bulunuyor.

Lise öğrencileri Onat Uğantaş, Akay Günay ve İdil Eker de Türkiye’de medyanın özgür ve objektif olduğunu düşünmeyenlerden. Objektif olmayan habercilik dendiğinde akıllarına gelen ilk isimler Sabah ve Yeni Akit gazeteleri ile ATV, A Haber, NTV ve Beyaz TV. Beşiktaş Anadolu Lisesi öğrencisi, 17 yaşındaki Uğantaş, medyanın objektif olmamasının günlük hayatına etkilerinden bahsederken, “İnsanlar olaylardan bihaber kalıyor veya daha kötüsü insanlara yanlış aktarılıyor. İnsanların olaylardan habersiz kalışı 'demokratik' bir ülkede oluşumuzdan dolayı siyaseti de doğrudan etkiliyor. Hiçbir şeyden haberi olmayan insan, siyasi tercihlerini de kendi doğru anlayışı üzerinden yapıyor. Devlet dairelerinin de bu anlamda içi boşaltılıyor. Bu da dolaylı olarak veya doğrudan hayatımıza etki ediyor. Bu sorun hayatımıza, yasama, yürütme yargı bütününün etkisiyle de etki ediyor” yorumunda bulunurken, sınıf arkadaşı Günay da, “Yanlış haber alıyoruz ve bunun farkına vardığımızda sinir bozucu bir durum oluyor” ifadelerini kullanıyor.

“Doğru, dürüst ve tarafsız bilgi istiyorum” diyen Eker’in taleplerine “rüşvetsiz” eklemesini yapan Akar’ın ardından Uğantaş’ın söyledikleri ise siyasi görüşleri, eğitim aldıkları alan, yaşadıkları ya da oturdukları kentler değişse de, medyadan beklentileri değişmeyen gençlerin ne istediklerini özetliyor: 

“Haberlere objektif yaklaşım öncelik olmalı, sansürle mücadelede halkın desteği alınmalı, yanlış haber yapan kaynaklar halka lanse edilmeli.”


Bu yazının kısaltılmış hali, İngilizce ve Türkçe olarak Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI), 10 Aralık İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 70. yıldönümü için hazırlanan ve Türkiye’den dört gazetecinin kattığı “Doğrudan Hasar”  seri kapsamında yayınlanmıştır.